- 347 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
SEVGİMİN SOLMAYAN KAT İZİ...
Bilinmezin metruk hanesinde voltalar attığım yetmezmiş gibi…
Yüreğimi istimlak eden varlığın kubbesine konuşlu…
Ve sessizlik iken ziynetim zikrime denk düşen her fikrin dökülen yapraklara sitem ettiği…
Ben ki: meddücezrinde evrenin ve yakut gözlerinde sevginin aş erdiğim huzura dönük bir ç/ağrı iken kalbimin bam teline d/okunan ellerin…
Görünmezliğin mucidisin.
Sevginin amberi.
Mevsimin kaçkın zihniyetisin.
Sözcükler…
Ah, vurgun yediğim mevsim:
Sevecen bir sese muhtaçlığım…
Zifiri yalnızlığında gecenin haneme eren nefesinde zimmetli bir şiir daha dikmez miyim söyle şehrin iki ayrık yakasına…
Söyle, zemherilerde unutulmuş yüreğim: söyle:
Meali nedir bu sessizliğin ve seslere müptela her sus payı söylemde kendimi sende bulduğum aslında unutulmuşluğun güftesinde haiz olduğum o iman gücü ki: tesiri bitimsiz tasviri yalın ve bu sevgi nasıl da kibirsiz bir yasla sever seni…
Meftunuyum güneşin misal…
Yerebatan sarayında saklı bir muhafız gibi…
Yetmez!
Hicretinde dünün metruk hecelerde kaynayan özlemi şiar edindiğim her şiirde var olmakla ölmek arasında bir yerde beklerken seni semada saklı yalnızlığın kor hecelerinde ve Araf’ta dolanan melun bir yıldız misali kıblemde doğan varlığına tutkun iken nur cemailin de nasıl da yükselir sesi bilinmezin.
Ölümü irdele o zaman yetmedi…
Yalnızlığımı kükre bak da dön aynaya içinde saklı fısıltılar çıkarken ayyuka…
Ben ki: kalemin sihirli perisi…
Sen ki: siman nasıl da tanıdık gel gör ki bir kere dahi görmemişken yüzünü…
Ömrümü adadığım sevginin mizacında tutulan nutkum ve aşka adaklar adadığım kadar sızar da ruhum bedenimden.
Neşrisin sen sevdanın.
Yazdığım binlerce şiir binlerce nesir ne ki?
Nesrisin rüyalarımın dünde konuşlu bir isyan ve aldatılmışlığın tek hecelik hanesinde köpüren denizin muhtevası sandık dolusu hatıra…
Meylettiğimse hüzün elimde değil.
Meali yok iken içtiğim şerbetin her damlasında sen varsın…
Sen ki senden ırak.
Ben ki bana nasıl da t/uzak.
Sen ki bana yakın.
Ben ki sana tutsak.
Zeytin bahçelerinde volta atan ziyneti kâh aşk kâh hüsran…
Kambersiz düğün misali çatık kaşlarında aşkın nidalar sökün eden ruhumda saklı Zühre Yıldızı ve gözlerimde şakıyan o kuşu nasıl ki hadım etti şeytan…
Ve işte bilinmeze dönük bir anı.
Sözcüklerle hemhal insanlar çalarken sazı.
Her arı düşte.
Her arıtılmış izlekte.
Her yeni günde.
Hüsrana boyadığım yüreğimde zincirli çocukluğum.
Basmakalıp şiirlerden firar eden imgelerim.
Kayıt dışı bir aşk ise müptelası olduğum yalnızlığın kalbine giden yol gibi baş koyduğum kadar sözcüklerden derlediğim bir yıldız haritası yetmez…
Ay yüzünde aymazlığın haznesinde açmaz iken kalbimin kilidini…
Ve işte dolunay içtimada.
Yıldız varlığımla çiçek mizacımla aşk da kayıplarda şiir de ararken şairini…
Okuyucunun kalbine kondu mu kalem.
Kanatlarıma yağdı mı kar…
Yatıya kalan hüsran ve muadili hazan mevsimi.
Kardığım şiirlerden örgülü saçlarım ve infilak etti mi de yüreğim kimse tutamaz beni…
Al işte elimde kalem.
Al işte elim elinde.
Al işte: asla gerçek olmayacak bir hayalin peşinde.
Al işte ve bak da aldırmazlığıma.
Künyem saklı ruhumun tılsımında kanatlandı mı da sözcükler ve şerh düştüğüm binlerce cümle nasıl da kalemimi mimler.
İmgeler sağaltırken hüsranımı.
Şiirler tokuşurken.
Her kadehte saklı o iksir.
Her şiir ise kabrime giden yol…
Yoldan çıkan sözcüklerin buluştuğu bir bahçe adeta yüreğimin arkasında kayıtlı ismin azadesi dünün ve ayaklarımın altına serili binlerce yemin…
Rabbim, af eyle.
Rabbim, bencileyin bir d/okunuşta ulaşmaksa en yakınıma.
Yâdım nasıl ki bir teselli ve cereyan eden şu mevsime diktiğim kılıfı üstüme geçirdim ve zangır zangır titreyen yıldızların geride bıraktığı o işaret…
Beni benden eden.
Beni bana sunan.
Ömürlük arayışımla sözcüklerim ve kalemim, ölüme susayan.
Hicretim.
Hacizli sözcüklerim.
Haşmetli göğün ve sonsuzluğun müdavimi sevgilerden derlediğim kadar ömrümü derdimin dermanını veren Rabbime şükürler olsun ki…
Takvimin yapraklarından dökülen yaşıma ve yasımın her zerresine kefilim ki…
Muktedir olan Rabbimin Dergâhında adımladığım her mil her duygu yorgunluğumu yok saydığım kadar huzura delalet yolculuğumda hamt olsun Ulu Mevla’ma.
Aşkın endamı ve yalnızlığın sönmek bilmeyen feri.
Yakut düşlerimde saklı binlerce hatıra.
Sevgiyle eşleşen bir ruh ki benimki beni bana sunan şiirlerde saklı tuttuğum kadar öznemi ve gizimi işveli edasında renklerin ve civcivli dünyasında duyguların…
Yaza yaza ve seve seve de kendimi bulduğuma kefilim…
Yorgun bir rabıta ve atıl sevgilerde eşleşen mizacı kalemin sonsuzluk nasıl ki zuhur etti bir teselli babında kavuşmaksa kendime elbet Rabbin tecellisi sondan bir evvel arşınladığım kadar bu müstakil sevince eklediğim binlerce duygu iken sevgimin solmayan kat izinde…
YORUMLAR
Sadığım kaderime.
Saygılıyım ölüme.
Sağdıcıyım iklimin.
Solumda saklı sol anahtarı:
Yeter ki; O, ‘’ol’’ desin…
Replikler asılı ruhumda.
Reva görüldüğü üzere.
Rica edilmese de nabzını tutuyorum hayatın ve kalemin.
Tohuma kaçan bir gün yine uzağa yuvarladığım bir kaya parçası gibi dökülen ceplerimden:
Eh, ne de olsa kaya gibi sağlam harbi delikanlı kızım.
Kızdıkça yüzüm kızarıyor.
Kızağıma binip gitmek istiyorum
Kazağımsa üstüme birkaç beden bol geliyor…
Kıymete binmese de içimde saklı sevgi…
Kıyametin öncüsü iken yarılan yer yarılan gök.
Tecrit edildiğim hayatı soluyorum ve soluklanıyorum ne zamanki kalem devreye girse…
Devre arasında çıkarıyorum çoraplarımı ve yalın ayak koşuyorum sahada ama beni kimse görmüyor duymuyor.
Bu minvalde yazıyorum şiirlerimi ve yazılarımı.
Bu minvalde soluyorum çiçek gibi.
Bu minvalde bekliyorum güneşin benim için doğacağı sabahı…
Belki de her şey için çok geç ve geç kaldığım kadar geçiştiriyorum yalnızlığımı ve acılarımı içimi açmadığım bir sandık gibi yüklendiğim sırlarla ve sözcüklerle bu sefer ters lale gibi kapanıyorum.
Hayata ise bir-sıfır yenik başlamışken bir de üstüne üstük şanslı addedildiğim…
Kupa kızı gülerken bense hayallerimle ve hayatla papaz olmuşken…
Zar tutmayı öğrendiğim gün baştan yazacağım hikayeni belleğimde derlediğim o mutlu sonu da bir nokta mahiyetinde konduracakken hayat hikayeme…
EY, SEVGİLİ YALNIZLIK...
‘’Bir de sevsem şu ismimin ilk harfini
Her şey güzel olacak, her şey
Yani ben orkestradan kovulunca berbat duygulara kapılan ben
Karşılıksız mektup yazmada üstüme kimseyi tanımayan ben
İstiklal Marşı’nı iki satır önceden okuyan
İlkokul bir çocuklarının başını okşayan ben
Şimdi nereye koyayım bu heyecanlanmış gövdemi
Nereye, soğuktan üşümüş ellerimi nereye
Ah ben
Ah sen…’’(Alıntı)
Ey, sevgili sessizlik…
Senle çıktım yola bile bile racon kestiğini sesimi eksik etmedim aşkın yazı-tura oyununda üçüncü bir şıkka denk düştüm:
Açılıp da kapanmayan bir parantezim ben ve dilediğince yerleş içime.
Diktasıyım aşkın aş erdiğim mutluluğun güvesi belki de iç güveysi bir şiire namzet yakın durduğum limanlarda boykot edildiğim semt pazarlarında açamadığım hangi kapı yok ki…
Yokluğun varlığıdır beni ayakta tutan.
Varlığının da yokluğu ve siman nasıl da tanıdık, ey, sevgili yalnızlık…
Aşkın hicreti ve dokunulmazlığı özlemin kürediğim sözcükler ne ki zalim kükrerken ihaneti ve kini.
Kibirli bir yadsımazlıkla doluyum:
Yâdım.
Yâd ellerde yağdığım.
Yağdırdığım sözcüklerse yeni baştan inşa etmişken evreni…
Yanıldığım kadar yandığım.
Yakardığım kadar yağdırdığım.
Yağan rahmetin tecellisi varsa yoksa iman gücümle bulduğum huzurdan da yok iken ötesi…
Öteki beri.
Ötüşü kayıp bir kuş gibi bastığım piyanonun fildişi tuşunda yansıyan renklerin yadsıdığı bir güz akşamında.
Tansiyonu dinmeyen bir şelale adı anne olan o hane:
Derdest olmuşluğum.
Dertop yıldızların kopuk kuyruklarında unutulmuşluğum.
Yerle yeksan olmuş cihanın ayak sesi açmazında varlığımı yoklukla sınandığım değil sadece annemin sesine duyduğum özlemle at koşturduğum ve üstüme rakip tanımadığım hüzün kulvarı ve öğütülmüş hecelerimin hıçkırdığı yalnızlık bulvarı.
Cep delik cepken delik madem…
Mademki kimyam tuttu bilinmezle.
Görmeden t/av olduğum…
Aşkın kayıp aksanında tuş olduğum.
Patavatsız hayaller sokağında kaybolduğum…
İzdihamsa adam boyu.
İzbelerde saklanası gölgeler.
Aşkın hitabında değil sessizliğinde saklıyım.
Leb demeden yuvarladığım leblebi yokuş aşağı ve işte düşmez kalkmaz bir Allah.
Kanayan diz/e/lerime pansuman yaptığım duygu birikiminde dumura uğradığım kadar yaşam denen iklimde…
GÜLÜM ÇAMLISOY