- 347 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
Kısa Saç 7. Bölüm
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
GAZETE GÜVERCİN
20 Temmuz 2000 Perşembe Arka Sayfa Haberlerinden Bir Kesit
1999 EGM Ulusal Mecmua Sisteminden alıntı
Bilim bizlere, yani bilinmeyeninin peşinden koşanlara, sadece ışık tutar. Bu ışık gücünü, yüzlerce yıllık insanlığa mal olmuş bilgi birikiminden alır. Ne yazık ki, bazen gerçekler bazı toplumlarda veya bazı insan kitlelerinde kabul görmüyor.
Tıpkı Aslan Aslan vakasının gerçeklerinin toplum tarafından kabul edilememesi gibi. Her ne olursa olsun sırf kafanız kuma gömülü diye gerçeğin varlığını yok edemezsiniz.
Şüphesiz gazeteciler arasında ve bilim adamlarının hassas terazisinde bu konunun yarattığı şüphe, dehşet, korku ve öfkeyi anlamak hiçte zor değildir. Bu durumun toplum üzerindeki etkisi ise çok daha vahim. Bilimselliğin ve bilimin kabul görmediği bir toplumda muskaları, hocaları ve daha nice saçmalıkları kendisine rehber edenlerin bu olay karşısındaki düşündükleri şeyleri hayal bile edemeyiz.
Aslan Aslan ve yaptıklarının açıklanmasında bilimin ışığının yeterli olup olmayacağını, bize yine bilim gösterecek. Alışık olduğumuz fizik yasalarını açıklayan kavramlar ve kurallar bütünü bugün itibari ile müthiş derecede sarsılmış, yer yer de bir daha inşa edilemeyecek şekilde yıkılmıştır. Eğer Aslan Aslan olayı gerçek ise fizik kurallarının gerçekliğini bir kenara mı koymamız gerekecek? Newton’u, Arşiment’i, Einstein’i, Hawking’i tekrar mı tartışmamız gerekecek?
***
Aslan televizyonun olduğu odada oturmuş ‘Karışık İlahiler’ yazılı bir kasetteki ilahileri dinliyordu. Bu kasetler amcasınındı. Zarar görmediği sürece bir tehlike yoktu. Aslan, kaset çaların başında ilahinin ritmine göre başını sallarken, Annesi mekik dokuyor, yengesi ise oğlu İhsan için kışın üşütmesin diye alt kazağı örüyor ve ayağına geçirdiği ev terliğini sallıyordu. Hacı Kerim uzun zamandır yeni kaset çektirmemişti. Dinledikleri ilahiyi en az bin kere dinlemişlerdi ama bin kere daha dinleyebilirlerdi. Yengesine göre bu ilahiler ne kadar dinlenirse sevap melekleri insana o kadar sevap yazıyordu. İlahi dinleyen bütün insanlardan bu inanış vardı.
Aslan, ilahi dinlerken gözlerini kapattı ve bir şeyler düşünmeye başladı. Ara ara kafası önüne düşüyor ve dalıyordu. Odadaki loş lamba sarı bir ışık yayıyor karşısındaki duvara silik gölgeler düşürüyordu; yüzleri olmayan silik şekiller ara ara keskin hatlarla duvarda büyüyorlardı.
Son derece silik bir karaktere sahip olan annesi bir şey sorulmadan konuşmazdı. Son birkaç aydır müthiş baş ağrıları çekiyordu. Başında kenarları el oyası olan siyah ve çiçek desenli bir yazma vardı. Bu yazma ona çok yakışıyordu. En azından Aslan öyle düşünüyordu. Fermuarı bozulmuş çantasını uzun zamandır kullanıyordu. Yine o çantanın içerisinde bozuk paralar koyduğu küçük bir cüzdanı vardı. Ve tabi annesinin yanından ayırmadığı avuç içi kadar olan Yasin vardı.
Aslan annesi ve babasının o doğmadan önce bir inanç karşıtlığı yaşadığını duymuştu. Babasının içki içtiğini ve bunun dinde yeri olmadığını biliyordu. Aksine annesi dini bütün bir yapıdaydı. Eşinin böyle günahlara bulaşmasına ses çıkardığı yoktu. Ama yine de eşine nispet eder gibi sürekli ibadet ederdi.
İlahi bitmişti ve kaset çaların düğmesi bir müddet sonra kendiliğinden kapanmıştı. Annesi ve yengesi bir zikir ayininden uyanmış gibi olmuştu. Sonra yengesiyle göz göze geldi. Bir süre iki düşman gibi birbirlerine bakındılar. Özünde kısa olan bu an Aslan’a çok uzun gibi gelmişti. Ama gözlerini ilk çeviren de o olmamıştı.
Yengesini yenmiş miydi? Yoksa, yengesi ondan korkuyor muydu?
Yengesi, eltisine doğru başını uzatmış bir yandan da kazağı örüyordu. ‘Artık bir iş bulsa iyi olur.’ Dedi fısıltılı bir sesle.
Zavallı annesi ne diyeceğini şaşırmış bir haldeydi. Yüzünün gerildiğini ve üzüldüğünü Aslan’a belli etmek istemediği her halinden belli oluyordu.
Aslan, yengesine ‘Neden bana söylemiyorsun?’ diye haykırdı.
Yengesi dokuduğu kazağı somyaya sert bir şekilde fırlattı. Aslan’a doğru yaklaştı ve tüm gücüyle suratına tokadı yapıştırdı. Aslan düşmedi ama bir iki adım geri gitti. Az daha amcasının çok sevdiği kaset çaları düşürecekti. Hıçkırarak ağlamaya başladı.
‘Yiyip, içip yatmaktan başka ne işe yarıyorsun?’ diye haykırdı yengesi. Gözleri büyümüş, kan çanağına dönüşmüştü. Ayağındaki terliği eline alarak Aslan’a fırlattı. O sırada Hayriye Hanım ne yapacağını şaşırmış bir halde ortamın sakinleşmesini bekliyordu. İçinde kopan fırtınaları dindiriyor, eltisi Zarife Hanıma bir şey dememek için zor duruyordu.
Aslan hala ağlıyor ve maruz kaldığı durum karşısında çaresizce annesine bakıyordu. Aslan yüzünü yere indirdi. İç çekiyordu. Başını kaldırmak ve annesinin üzüntüsünü görmek istemiyordu. Şu an sadece annesi üzüldüğü için kendisini çaresiz hissediyordu. Boyaları kabarmış duvarda asılı olan, işlemeli ipekle kaplanmış olan bir Kur’an vardı. Onun hemen üzerinde Ayetel Kürsi’nin yazılı olduğu bir çerçeve bulunuyordu. Yengesinin siniri hala geçmemişti. ‘Allah’a dua et.
Şükür et. Aç kalmadığın için, burada barınabildiğin için. Seni kapı dışarı etmediğimiz için.’
‘Anne.’ Diye yalvarır bir sesle bağırdı Aslan. ‘Benim günahım neydi?’
Hayriye Aslan, çaresizlikten bir şey yapamıyordu. O sırada ses ve şamatayı duyan Ümmühan odaya girdi. Hayriye Hanım zihinsel engelli kızı Ümmühan’ı görünce kendisini tümden çaresiz hissetti. Başını alıp gideceği bir yer olsa bir dakika katlanmazdı. Çocuklarını da yanına alır giderdi. Ama böyle bir yer ve biri yoktu. Hayriye Hanım, derin bir iç çekti. Öyle ki odadaki tüm havayı içine çekmişti sanki. Aslan’a hitaben ‘Yengen kötü bir şey söylemek istemedi. Çalışmak kötü bir şey değil hem.’ Dedi ve kucağına gelen Ümmühan’a sarıldı. Ağlamamak için kendisini tuttu. Ama Aslan annesinin
içten içe ağladığını hissedebiliyordu.
Gece olup odalarına çekildiklerinde içlerindeki acı iyice gün yüzüne çıkmıştı. Aslan karanlık odayı aydınlatan boynu bükük sokak lambasının ışığına bakıyordu. ‘Benim bir suçum yoktu.’ Dedi kısık bir sesle.
‘Dua et oğlum.’ Dedi annesi. Yine derin bir iç çekmişti. Ümmühan ‘Dua, dua.’ Diye tekrarladı. Ümmühan annesiyle aynı yatakta yatıyordu. Elini annesinin boynunun altına aldı ve ona sarıldı. Annesinin üzüldüğünü hissedebiliyordu. Ümmühan’ın bu hareketi annesinin göz yaşı dökmesine sebep oldu. Hayriye Hanım gecenin karanlığında akıttığı göz yaşlarını çocuklarından gizlemek için elinden geleni yapıyordu.
Aslan da ağlıyordu. Ana oğul ağladıklarını birbirlerine belli etmemek için ellerinden geleni yapıyordu. Aslan akan burnunu belli etmede elini tersiyle sildi.
Hayriye Hanım kendini daha iyi hissedince. ‘Allah’ım bizlere hayırlı bir yuva nasip et. Çocuklarıma bakabileceğim bir iş bulmamı sen ban nasip eyle.’ Diye dua etti.
Bu duaya Ümmühan ‘Amihh.’ Diye iştirak ederken Aslan hiçbir şekilde âmin demedi. İşlerin bu şekilde yürümediğini düşünüyordu. Ama bu düşüncesini henüz kimseye anlatmamıştı. Hele amcası bu düşündüğü şeyleri bir duysa. Onu dayaktan gebertirdi.
Aslan yorganı başına kadar çekti. Kimsenin ağladığını gömesini istemiyordu. İçinde büyüyen acıyı, nefreti, utancı bastırabileceği hiçbir şeyi yoktu. Hayatının şimdi olduğu gibi acıyla ve utançla geçeceği düşüncesi ona korkunç geliyordu.
Her şeyden nefret eder bir hale gelmişti. Düşüncelerini toparlayamıyor, yorganın altında kendiyle mücadele veriyordu. ‘Ah keşke annem ve kız kardeşim hiç olmasaydı.’ Diye düşündü. ‘İşte o zaman yan odada uyuyan amcasına ve yengesine neler yapmazdı ki!’ Tabi bir de o piç kurusu kuzeni vardı. İhsan, evin şımarık sakiniydi. Kimse ona ilişmezdi. Her zaman o haklıydı. İşte bundan da bıkmıştı. ‘Belki o piçi de öldürürdüm.’ Diye geçirdi içinden. Ama amcasına özel bir kini ve nefreti vardı.
Bir keresinde onu kömürlükte tam bir gün kilitlemişti. Hepsi o bunamış kadın yüzündendi. Komşusu Ayşe Hanım’ı seviyordu ama kaynanası Sevgi’yi hiç sevmiyordu. Kokuşmuş karının bahçesi onun kafa dinlediği bir yerdi. Sessiz ve sakindi. Sevgi nenenin bahçesine izinsiz girdiği için o karanlık bodrumda aç ve susuz bir gün geçirmişti. Açlık, korku ve susuzluktan bayılmıştı. Ama her şeye rağmen kız kardeşi ve annesi için o gün yaptığı gibi ne amcasına ne de yengesine karşı çıkmamıştı.
O günü düşünmesi içinde müthiş bir enerjinin birikmesine neden olmuştu. Yorganı başının üzerinden attı. Annesi ve zihinsel engelli kız kardeşi uyumuşlardı bile. Ellerini yumruk yaptı. Hızlıca solumaya başladı. Birdenbire odadaki kaset çalar çalışmaya başladı. Bin defa dinlediği ilahi gecenin karanlığında aniden beliren bir ışık gibi etrafa yayılmaya başladı. Yan odadan kapının gıcırtılı sesi duyuldu. Aslan hemen yorganı başına çekti ve uyuyor numarası yaptı. Kaset çalar şimdi susmuştu. Amcası içeri girmedi ama camdan yansıyan ve bir canavarı andıran gölgesi kapının altından görünüyordu.
O kaset çaları amcasının başına sert bir şekilde, kafasını patlatacak bir hızda geçirebilirdi. Bunu hissedebiliyordu. Damarlarında akan kan bunu başarabileceğini ona güçlü bir komutan gibi haykırıyordu. Ama yapmadı. Annesi ve melekler gibi uyuyan kız kardeşini düşündü. Nefes alışverişi normale bindi. Yan odanın kapısı kapandı. Amcası gitmişti.
Odanın loş ışığında asılı duran Kur’an’ı Kerim’e bakarak sakinleşti ve uyudu.