- 391 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
SEN AKLIMA DÜŞÜNCE...
‘’Sen aklıma düşünce ellerim tutuşuyor ellerim
Sen aklıma düşünce yetmişinde ihtiyar
Küçük bir sokakla arkadaş, biraz daha yaşasa sanki kıyamet kopacak
Sen aklıma düşünce
Parmak izlerinden tanınıyor; parkta reddedilmiş bir âşık
Teşhis ediyorum çiziklerde o amansız veremi…’’(Alıntı)
Sebepsiz bir sonucum ben solungaçlarımın heba olduğu…
Yaralı bir tavuğum ben her kuluçkaya yattığımda canımın yandığı…
Bir tavus kuşuyum belki de kafamı gömdüğümse yalnızlığın ve meddücezri bilinmezin…
Sözcüklerim var bol keseden dağıttığım…
Kırıklarım var aldır aldır aldırmadığım bir vakitten sonrasının g/izini sürdüğüm müptelası olduğum yangınların fıtratında saklı bir kıvılcımım ben kıvanç yüklü bir sessizlik ve sol yakamın familyası gamlı notalar ve işte elimde devasa bir anahtar: adı mühim mi sahi?
Soldan sağa saydığım yenilgilerimin külünden doğan bir açmaz bir aymazlık ve işte elimdeki anahtarla açtığım kapılar nasıl ki saklı insanların sol yanında ve basite indirgediğim ne de olsa sağdıcım iken kalemim solumla yatıp kalktığım afaki bir teselli ile tecelli bulan o kapının geçtiğim eşiğinde…
Algılarım un ufak.
Ve algı eşiğim bir yanılsama ve hortlayan çocukluğum yalnızlığıma sunulan yaftalarla yerle yeksan edilmişken mabedim ve mahremiyetim.
Şimdimi tehir ettim dünümü ise gömemememin yenilgisiyle tutuştum.
İklimlerden arakladığım yapraklarım var misal içimde yeşillenen…
Tohuma kaçan hayallerim var misal baştan hayata bir-sıfır yenik başladığım…
B/atılıyım hayatın.
Bir batında doğan güneş ve ayım.
Sözüm ona bir yıldızım kuyruğu kopartılmış.
Bir iklimsem eğer ki ikilem yüklü.
Bir ikilem isem eğer ki ikilettiğim acılarım ve büyüyen o dik açısı dik başlılığımın bir sonrası diklendiğim kadar haksızlığa ve adaletsizliğe…
Diken dikenim.
Çünkü ben bir Gül’üm alabildiğine ölümlü hüzün yüklü bir minvalde öykündüğüm iken dünümde saklı gaipten gelen coşkuma zarf attığım bir posta pulu gibi gecikmeli bir mutluluğu tahsil etmenin imkânsızlığında saklı bir sır gibi içime s/akladığım kadar hayallerimi yüreğimden taşan…
İmkânsızlığın imkân dâhilinde olduğu o beti benzi atmış minvalde sekiyorum ben…
Adına ister kor de istersen kör noktası hayatın fısıltıların ayyuka çıktığı sersem sepelek yaşamanın da güftesi iken yazdığım şiirlerim ve dilaltım her biri…
Dikenlerimi seviyorum en çok da sen aklıma düştüğünde…
Dilemması varlığımın kök hücremde saklı iken kordan heceler.
İnzivada geçen ömrümden arda kalan son bir çabadır benimki bense umut dağında sığınıyorum Rabbime.
Sandığım kırık serencamım gümüş yüreğimse altın.
Sen aklıma düştüğünde kendi adımı unutuyorum ve adım adım ulaşıyorum kendime ki kendimden geçmemin bedelini ödüyorum her zaman zarfı ve her sıra sayı sıfatının eşliğinde birincil tekilden ötesine ulaşamadığım zarif ve sessiz bir yalnızlıktır benimki belki de bir yanılsama saçıma yağan karı aldatması olmasa ben hala bir çocuğum varsın olsun bin yaşımda içimde saklı kelamın ve selamın asla yetmediği tekdüze bir yenilgiden ibaret olmadığım kadar kendime ihanetin b/eşiğinde salındığım.
Sarmalında gizemin ve sarkacı özlemin…
Hiçliğime konan umut.
Yalnızlığımı iflah etmeyen bulut
Ardışık sayılardan eklediğim bir iklim bir zincir.
İzafi bir ölümse yarınlarıma mahal veren.
Tedirginliğinde yaşamın tevazu yüklü kalbimse adeta bir kabir azabını yaşatırcasına yandığım kadar yaktığım tüm gemilerin asla ulaşamayacağı bir liman olduğumu bile bile…
Bileğini bükemediğim öyküleri kaleme alıyorum ve öpüp başıma koyuyorum kalemin elini ve diğer elimde o devasa sol anahtarı ve işte yüzüme kapanan kapıların kapısını açmakla mükellef bir seyyah notayım ki: sol yanımdan sağıma uzanan bir hikâye bir yanılsamaya denk düşse de yalnızlığımla örtündüğüm siyahi gecenin önümde uzandığı ve kıblemden başka yol bilmediğim bir ayraç mahiyetinde defalarca b/ölündüğüm ve öykündüğüm dünümle iştigal…
YORUMLAR
HÜZNÜMDÜR MEYVE VEREN...
Düşümden tırnağımdan arttırdığımsın yolumu sabit kılmak adına da git gide uzaklaştığım…
Sözcükler derin soğutucuda ve adına alt bellek diyorum bilinmeze gıpta edip bilindik cümlelerden uzak duruyorum.
Uzaklık aslında pek çok kavram izafi.
Bir renge dönüşsün derken duygularım…
Varamadığım bir yükseklikte saklı iken de kayıplarım.
Ve kendimi men ettiğim yoksunluğun karekökü yazdıklarım ve evet, biliyorum ifrata kaçtığımı ama ifa etmekle mesulüm ben içimdeki yangın git gide büyürken bir kıvılcımdan doğmanın da mümkün olduğunu insanların gözüne soka soka anlatıyorum.
Issızım.
Sessiz.
Semazen yüreğim.
Ve densiz imgeler.
Ah, edepsiz cümleler.
Ah, yârim yâdım ve tek tesellim…
İklimler de izafi ve değişken hali hazırda yaşadığımız sonbaharı ipek böceğine de benzetip yalnızlığımı ufak ufak dikiyor iken de yamalarımı…
Gönlün keşişi.
Sevginin tefrişi.
Aşkın hicreti.
Ve duyguların hicvi makul olan ne varsa hizaya sokuyorum yalnızlığımı bazen bir cennet belliyorum bazen mahşeri acıların büyüsünde efsunlanmış sözcüklerden medet umuyorum.
Uykumun b/ölündüğü uzun yaz gecelerinin ardından…
Güzün ipeksi dokunuşunda uzanıyorum sere serpe dökülen yapraklara ve her biri kan ağlıyor kanattığı kadar içimi kanıyorum insanlara ve kardığım kadar önümü kayıyorum bir öykünün kuyruğuna konup kopası kıyametten nemalanıyorum ve içimdeki küçük kıyameti dillendirmek adına yazıyorum ama yetmiyor…
Tek hazinem içimde saklı.
Dış sesin tezahüratı ile kendime geliyorum ama afaki bir yanıt benimki elbet sessizliğe konuşlu ve işte verebileceğim en büyük tepki…
Ben sus payı bir söylemim gizemin ırkçılığında inat ettiğim ne varsa kapışan yüreğimin solunda yanıp sönen ışıklar ve işte devasa bir ayraç.
Hüznüm girift.
Bense bir mağara adamı gibi ağır aksak ovalıyorum toprağı bazense çözülen parçalanan bir kaya gibi kuma dönüşüp kumdan kaleler yapıyorum üstelik en ufak esintide yıkılacaklarını bilsem bile oysaki yıkılmaz olmalı benim kalelerim ve kalender kalemimle inşa ettiğim devasa maketler gibi izdihamı içinde saklı bir balon gibi ya da infilak edecek bir yanardağ yetinmiyorum içimdeki pimi çekiyorum…
Ölüm kaçınılmaz ama sonuçlanmayan bir davam var.
Yalnızlıksa mizacım ve kaderim ve kederimle sürtüşen mutluluk adaklarım ve bekleyişim.
Sonlanmayan bir eziyetse süründüğüm.
Bir sarkaç ise önümde sarkan ipin ucunda bense darağacının benim için kurulduğunun bilincinde dank etti mi kafama tokuştuğum bir duvar gibi ya da bir kadeh içindeki kâğıttan kayıkları elimle batırdığım ve yüreğin hanesi su aldıkça boğulmanın da kaçınılmaz olduğu.
Diskalifiye olmuş bir sporcu gibi ya da bir yarış atı.
Şahlanan duygulardan ördüğüm bir zincir gibi belime dolanan.
Bir öykü belki de şiirin hikâyesi ve şerit değiştiren kelimeler simyacı ruhumda saklı şiarımsa şiirlerle boy ölçüşen varlığım ve içimdeki hüznün dağarcığında gizli bir kompliman iken hayalim kulvarımda tek geçtiğim tüm rakiplerim çünkü ben hüznün duayeni bir şairim yüzüme gözüme bulaşan sözcüklerle hemhal etmekten ötesi sessizce konuşlandığım bir gizin temenni ettiği ya da ruhumun boykot ettiği müptelası umudun ve sevginin bakiyesi elbet tek ölçüt kalemim…
Hüznümdür meyve veren.
Hüznümdür adıma ihanet ettiğim.
Hüznümdür güncemde saklı ve kırık sayacı ömrün kıblemden uçtuğum göğün çağırdığı bir enlem ya da boylam kutuplardan ekvatora göç eden bir yenilgiyim belki de şiirin aşkla olan ilintisinde kök söktüren kimse içimde saklı tuttuğum yemine ve adaklar adadığım mealimle iştigal bir şiirden de ötesi yazmanın verdiği huzurun gölgesinde kan kustuğum kızılcık şerbeti içtiğim içtimada kalemle olan yolculuğuma da kimseler nazar etmesin diye saklı tuttuğum nice yazı nice şiir ve öykü yastık altı yaptığım ömrün de sonlanmamış fermanı iken yazmaktan geri duramadığım…
GÜLÜM ÇAMLISOY