- 284 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
KALBİME YASLANAN ÖLÜM-4
Satılmış’ın eski bir ciple ani gelişini duyan köylüler, bir bir Topal İhsan’ın evinin yolunu tutuyorlardı. Gelenin gidenin hesabı yoktu. Evin odası, gelen köylülerle doldu, taştı. Oturma odası, salon tıklım tıklım dolmuştu. Yün minderler yerlere serilmiş, yastıklar arkaya dayandırılmıştı. Sigara yaygın olarak içiliyordu. Odanın içi sigara dumanından gözükmüyordu. Sigara içmeyenler yine bu durumdan mustarip olmuştu. Odanın içinde kıvrılan sigara dumanları camın kıvığından dışarıya kendini zor atıyordu. Sigara dumanları bu durumdan rahatsız oluyordu da sigara içen insanlar rahatsız olmuyorlardı. Odanın duvarında ceylan figürü olan bir seccade asılıydı. Doğrusunu söylemek gerekirse odaya pek de iyi yakışmıştı. Ceylan canlı hayvan gibi gözlerini kekitmeden size bakıyordu. Odaların tabanları topraktı. Yerlere kendirden birer çul serilmişti. Odanın tabanına bile oturmuşlardı gelenler. İnsanlar en azından toprağa temas etmeden oturabiliyorlardı. Hele buna da şükürler olsun. İç ve dış duvarlar beyaz kireç badana ile boyanmıştı. Duvara yaslandığınızda üstünüz, başınız beyaz kireç badana oluyordu. Olsun önemli değildi. Sevgi ve kardeşlik hâkimdi sohbetlere, yaşamlara. Çayların bir tadı vardı. İnsanlara sıcaklığını açan, sohbeti koyulaştıran ve sohbeti demleten çaylar… Tahtalı da insanla dolup taşmıştı. Neredeyse tahtalının bükülmez genç tahtaları kırılacaktı. İnsanlar kıpraştıkça gacır gucur sesler geliyordu. Ağırlığı taşımakta zorlanıyordu. “Lütfen üzerime bu kadar binmeyin” diye yalvarıyordu. Gelin hanımın elinin çabukluğuna diyecek yoktu. Kısa sürede yemekleri hazırlamış, çayı demlemişti. Yemekler afiyetle yendi, çaylar da en deminden içildi. Sohbetin tadı yemekten de tatlıydı.
Köylüler, sadede gelmişti. Hoş beş muhabbetinden sonra Satılmış’a ardı arkası kesilmeyen sorular sormaya başladılar. Satılmış’ı âdete soru yağmuruna tuttular. “Satılmış oğlum niye geldin? Daha yeni gitmemiş miydin? Hasta mısın evladım? Yoksa sana çürük raporu mu verdiler? İzne mi geldin? Dağıtım iznine mi geldin? Sana kafa izni mi verdiler?” Sorular devam ediyordu sağanak sağanak. Satılmış geliş sebebini ilkönce açıklamadı. Ailesi ve sevdikleri üzülmesin diye sadece: “Ben İzne geldim.” Diyebildi. Şimdilik durumu böyle geçiştirdi. Bu da önemliydi. Durumunu bir çırpıda söyleyebilirdi ama bunu yapmadı. Sevdikleri üzülmesin istiyordu. Herkes gece yarısından sonra evinin yolunu tuttu. Aile baş başa kalmıştı. Köylüler, birkaç gün sonra Satılmış’ın hava değişimi ile geldiğini söylediler. Tekrar dönecekmiş dediler. Aradan birkaç ay geçtikten sonra çürük raporu aldığını, askerlikten temelli döndüğünü söylediler. Dilin kemiği yok ya! Herkes ne duyarsa onu söylüyordu. Bu söz doğru mu, yanlış mı işin aslı astarı nedir? Diye düşünen pek yoktu.
Satılmış askerdeyken koşu sırasında bayılıp düşmüş, acilen revire çıkarıp doktora götürmüşler. Yapılan muayene ve tetkikler sonucunda kalp problemi olduğu ortaya çıkmış. Kalp kapakçıklarının değişmesi gerektiği belirtilmiş. Doktor bu durumdayken askerlik yapması imkânsız demiş. Çürük raporunu verip Satılmış’ı memleketine yollamışlar. İşin ası astarı buydu...
Köy bakkalı arının oğul verdiği gibi harıl harıl çalışmaya devam ediyordu. Köy bakkalının Kooperatifçe kurulmasından beri Boz Omar çalıştırıyordu. Boz Omar Amca’nın Allah var ya bakkalda çok emeği var. Onun emeği inkâr edilemez. O, bedenen uzun boylu, ince yapılı, zarif ve avurdu içine çöküktü. Beli kamburdu. Başında bir hac takkesi bulunurdu. Elli yaşlarındaydı. Boz Omar Amca’nın çocukları büyüyüp yetişince iş aş bulmak için ilçeye göçmek zorunda kaldılar. Yoksa onun esnaflığından köylüler memnundu. Bu durumda köy bakkalı öksüz kalamazdı. Ancak onun yerini dolduracak güvenilir biri lazımdı. Köy heyeti ve kooperatif üyeleri bir araya gelerek aralarında bu durumu istişare ettiler. Üyeler: “Askerden temelli dönen kalbinden rahatsız olan Satılmış’a köy bakkalını teslim etmek en isabetli karardır.” dediler ve onu köy bakkalının başını geçirdiler.
Köy kooperatif bakkalının haricinde şahsa ait iki de özel bakkal vardı. Biri Çipikli İhsan’ın bakkalı, diğeri de Sarı İsmail’in bakkalıydı. Köyde üç bakkal da güzel çalışıyordu. Köylüler bazen bakkal bazen dükkân bazen de tüken diye söylerlerdi. “Ben Sarı İsmayılın Tükenine gidiyorum. Ben Çipiklinin tükenden şeker aldım. Ben koopariften yağ aldım…” derlerdi. Üçü de helalinden iyi kazanıyordu. İçlerinde kooperatife ait olan köy bakkalı daha dolup taşıyordu…
Köyden şehre henüz göç başlamamıştı. Köyde nüfus hayli fazlaydı. Bakkala alış veriş için girenlerin, çıkanların haddi hesabı yoktu. Sanki şehirdeki büyük alışveriş merkezi gibi harıl harıl çalışıyordu. Bakkalı bir kişinin çalıştırması gerçekten zordu. Satılmış, resmen bakkal işine başlamıştı. Okul çocukları ona bakkal amca bazen de Satılmış Amca diyorlardı. Okul öğrencileri öğle yemeği arasına çıktıklarında soluklarını Satılmış’ın bakkalda alıyorlardı. O öğrencileri evladı gibi sever, ilgi gösterirdi. Parası olamayanlara şeker, çikolata vb. vererek onların kalplerine dokunurdu. Bütün bunları severek yapardı. Yorgun düştüğünde imdadına küçük kardeş Cafer yetişiyordu ancak ücret almadan bu işi yapıyordu. Bakkalcıya köylü tek kişilik maaş veriyor, sigortasını da yatırıyordu. Bu bile köy yerinde çok güzel bir imkândı. Evine ekmeğini, aşını götürüyor, üstelik sigortası da yatıyordu. Bu zamanda köy yerinde sigorta yatırmak da ne demekti? Bu arayıp da bulunmayan bir imkândı. Köyde üç beş BAĞ-KUR’lu vardı ya da yoktu. Apığın İhsan, muhtarken sevmediği ve kendisine oy vermeyen köylüleri ceza olsun diye BAĞ-KUR’a yazdırmıştı. Satılmış dert yüklü kalbine rağmen Yüce Rabbine şükürler ediyordu. Rabbinin kendisine böyle bir iş nasip ettiği için dualar ediyordu. O, buna da razıydı. Akşam evine ve çocuklarına ekmek götürüyordu ya gerisini boş ver gitsin. Bakkal Satılmış iş yerinde çalışırken çok yorulur, evine akşam yorgun argın ve bitkin bir halde dönerdi...
Bakkal Satılmış’ın ikinci çocuğu nur topu gibi Arife kızı doğmuştu. Mübarek Arefe gününde doğduğu için bu isim konulmuştu. İslam toplumunda güzel bir haslet vardır. Yeni doğan çocuklara güzel isim koymak sünnetti. Çocukların ismi Peygamber ismi, sahabe ismi, mübarek ay ve günlerin ismi konurdu. Ayrıca Kur’an’dan güzel isimler konurdu. Çocukların doğduğu güne rastlayan mübarek aylar, günler isimlerin konmasında etkiliydi. Arefe günü doğana Arife, Ramazan ayı içinde doğana Ramazan, Muharrem ayında doğana Muharrem, Şaban ayında doğana Şaban, Berat gecesinde doğana Berat, Regaip gecesinde doğana Regaip, Kadir gecesinde doğana Kadir ve Kadriye isimleri verilirdi. Her ana baba çocuğuna güzel isim konması konusunda titiz davranırdı. Çocuklar peşe peşe doğdu. Arife’den sonra doğan erkek çocuğuna babası İhsan’ın adını koydu. En küçük kızana da Tuğba ismini koymuştu. Çocukların isimleri birbirinden güzeldi. Onların isimlerini seçerek koymuştu. O biliyordu ki bir baba çocuklarını güzel bir isim koyar, güzelce okutur, büyütür ve evlendirirdi. İslam toplumunda anne ve babanın yapması gereken en önemli vaizlerdendi bunlar…
15.09.2023
Yozgat
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.