- 496 Okunma
- 4 Yorum
- 3 Beğeni
-MARJİNALİTENİN KISKACINDA ÖZGÜRLÜK-
19’uncu asrın meşhur bestecilerinden Çaykovski’nin ölüm sebebi çok yerde kolera olarak geçer. Yanlışta değildir hani. Koleradan hayata veda ettiği muhakkaktır. Ne ki, tetikleyici etmenler farklıdır. Bir iç katmanda intihar ettiği dile getirilir. Daha iç bir katmanda ise devlet eliyle intihara teşvik edilecektir. Koleranın kol gezdiği bir dönemde bir bardak kaynamamış suyu dikecektir tepesine.
Ünlü müzik dehası eşcinseldir açıkçası. E Çarlık Rusya’sı dönem. İki yüz elli yılı bulan tarihiyle Bolşoy bale ve tiyatro topluluğu geleneği göz önüne alınırsa aristokrasi son derece sanatsever halbuki. Öyle ki, gençliğinde Çarlığa karşı Petraşevski hareketine karışan ünlü yazar Dostoyevski, önce yakalanıp idama mahkum edilecektir. Ve fakat Çar tarafından diğer grup üyeleriyle birlikte affa uğrayacaktır. Cezalarıysa kürek mahkumiyetine çevrilecektir. Oysa eşcinsellik böyle karşılanmıyor. Sözüme mim koyun lütfen! Devlete karşı işlenen suçta dahi sanatçıya tanınan tolerans bir başka sanatçıya homoseksüellik üzerinden tanınmıyorsa kökü çok daha derinlerdedir konunun. Demem şu ki, hadisenin zamanına takılmamak gerekir fazla.
Evet, günlüklerinde şöyle yazdığından söz edilmektedir üstadın:
“Bugün Z bana alabildiğince acı veriyor. Tanrım, nasıl da acı çekiyorum. Z’nin verdiği duygudan değil ama daha çok onun içimde varlığını sürdürmesi gerçeği yüzünden.” "Z" harfiyle dile getirmek istediği, çaresizce gizlemeye çalıştığı, homoseksüellik dürtüsüdür. Kalbi, ilk piyano eserlerinden ikisini ithaf ettiği öğrencisi Vladimir Şilovski gibi genç erkeklere aittir. Yakınlık gösterdiği oğlanların arasında, bir prensin yeğeni de vardır. Genç, Çaykovski’yi bir dilekçeyle Çar’a şikâyet eder. Çar bu utanç verici olayı Başsavcı Yakobi’ye iletir.”
E sonrasının anlaşılmaz bir yanı olmasa gerek. Yeni bir eser üzerinde çalışırken niçin apansız canına kıyacaktır? Enteresandır üstat toplumda rengini belli etmemek, kamufle olmak adına bir izdivaç dahi yapar.
Kuşkusuz özgürlük temel insan değerlerinden biri. Hava gibi, su gibi. Yokluğunda kıymetine varılır hani. Özgürlük sorumluluk münasebeti madalyonun diğer yüzü olsa da, yaşama hakkının kutsiyetinden başlayarak ve halka halka genişleyerek varlığını duyurur bizlere. Oysa bazı konuların kapsam alanına girmesi hiçbir yeryüzü köşesinde kolay değil. Özgürleşmenin güçlüğü kadar ilgili alanda mevcudiyeti de, mevcudatın bir parçası olup olmadığı da tartışmalıdır. Bizde, eller aya giderken biz nelerle uğraşıyoruz söylemleriyle süslemeli olarak, batı ülkelerinde bu konuların çağdaş değerler üzerinden özgürleştiği sanısı hatta kanısı uyandırılır da meşhur deyişle kazın ayağı öyle değildir pek.
Daha günümüze yakın bir anekdot spor dünyasından. İsmi İngiltere’de eşcinsel olduğunu açıklayan ilk futbolcu olarak geçen Justin Fashanu’nun hazin olduğu kadar ibretlik öyküsüdür bu. Önceleri istikbal vaat eden genç bir yıldız forvet iken eşcinsel olduğunu fark eden hocasıyla yaşadığı problemler ve takımdan kesilmesiyle birlikte verimsiz bir oyuncuya dönüşecektir Justin. Gün gelir “gey” olduğunu ilan eder açıkça. Ve tabi yalnız arkadaş çevresinde değil ailesi tarafından da dışlanır. Bin dokuz yüz doksanlı yılların batı toplumsal ortamında kabul görmeyen bir durumdan söz ediyoruz açıktır ki. Ve nihayet bin dokuz yüz doksan sekizde intihar edecektir Fashanu.
İntihar notunda “Suçlu olduğumu sanıyorum. Arkadaşlarımı ve ailemi daha çok utandırmak istemiyorum. Umut ediyorum ki çok sevdiğim İsa Mesih beni nezaketle karşılar, nihayet huzur bulurum." Demektedir. Hiç şüpheniz olmasın bu not ailesi için tükenmez bir hüzün kaynağıdır.
Çok yıllar önce bir tartışma kimilerinin hatırındadır. Bir spor programında bir devrin ünlü futbol yıldızlarından Tanju Çolak hiç eşcinsel futbolcuya rastlamadığını belirtirken, her şeyden önce ağır antrenman ve kondisyon yükünü yumuşak insanın kaldıramayacağına vurgu yapıyordu. Gerçeklik yönü kuvvetlidir de imkânsız kılmaz. “Maskülen” karakterde bir spor olması, anlaşıldığında kişinin dışlanmasına müsait atmosfer karşısında en azından eğilimli kişi bu yönünü bastıracaktır. Ne var ki, hiç olmaz demek oldukça zor.
Şu kadar ki, sanat dalları bu eğilimin palazlanmasına daha ziyade imkan verebilir de. Dünya çapında sanat edebiyat insanlarının içinde eşcinsel olanlar az da değildir. Sanatın doğası bunu ziyadesiyle mümkün kılabilir de. “Santimantalist” tabir edilen "Aşırı duygululuk, davranışlarına duygularıyla yön veren kimsenin durumu." Şeklinde tanımlanan hal sanatçının üretkenliğini kamçılayabilir de. Met cezir manzaralarıyla sanatsal verimlilik at başı gider dersek bilmem ki mübalağa mı ederiz. Her ne kadar toplumsal kültürel zeminde istendik bir durum olmasa da, eşcinsellik sanatçının alanında tavan yapmasına olanak sağlayabilir de.
Son yıllarda hayata veda eden, Frank Sinatra’nın bir dönem “yeteneğine sahip çık, onu büyüt” dediği George Michael böyledir örneğin. Romantizmin ince dokunuşlarıyla bezeli kadife gibi bir sese sahip olması eşcinsel kimliğinden bağımsız mı? Gerçek dışı bir yaklaşım olur buna inanmak. Birbirini besleyen destekleyen bir yanı muhakkak var.
Yine söz gelimi bir başka İngiliz şarkıcı Simon Le Bon’u alalım. Ünlü modellerden Yasmin Le Bon ile kırk yılı bulan bir evlilik hayatı bulunuyor. Wham ve Duran Duran grupları ya da George Michael ve Simon Le Bon’un müziğinin farklılığında benlikleri, yaşamı karşılayış biçimleri hepsi var. Hatta Michael’in seksenlerde Wham grubundaki ortağı Andrew Ridgeley müzik dünyasında silinip gider sonraları. Eşcinsel değil kendisi. Bananarama grubundan Keren Woodward ile evlilik yaşamı bulunmakta dahası. Demem o ki, eşcinsellikle sanat arasında kısmi bir bağ kurulabilir de. Sanatın bizatihi kendisini değil de tarzı, stili tayin eden bir dokunuştan söz ediyorum. Lokal bir hale bağlıdır açıkçası. George Michael’in One More Try, Kissing A Fool, Last Christmas gibi parçalarıyla Duran Duran’ın The Wild Boys, Notorious, The Reflex gibi şarkılarını mukayese etmekte fikir verebilir zannımca.
Oysa spor bambaşka bir tabiata sahip. Fiziki aktivitelerin en üst seviyede sergilendiği profesyonel spor ortamları bu tip gelgitli, zikzaklı insan tipini kaldırmayacağı gibi, özellikle takım sporlarında daha farklı bir nedenle namüsait bir temelde seyredecektir.
Mesela İngiliz futbolcu Fashanu olayında antrenör onu dışlamakta, takımdan kesmekte haksız mı? İlk bakışta hoca faşizan bir tavır sergilemekte. Demokrat bir anlayışla o onun özel yaşantısı, ben oyuncunun performansına bakarım dese ya. İlk bakışta bu düşünce doğru görünebilir de. Gerçek bunun tam tersi olmasın sakın!
Bir kere takımda oluşacak huzursuzluğu, ikilik ortamını düşünün. Öyle ya, futbolcu hemcinslerine alaka duymakta. Öyleyse arkadaşlarına hangi gözle bakacak, dahası bakıyor? Antrenman ya da maç sonrası birlikte duş aldığı yüzü gözü sabunlu arkadaşına bakarken içi titriyorsa. Öyle ki, bir de vücut diline yansıdığında o ortam o oyuncuyu barındırır mı? Barındırmalı mı?
Durumu fark eden ikinci bir sporcunun hop ne yapıyorsun lan sen, nasıl bakıyorsun Paul’e öyle, evet baktığını gördüm demesini takiben sabunlu gözlerini sıkarak Paul’ün n’oluyor ulan burada demesiyle tekme yumruk birbirine girmez mi insanlar? Malzeme çantasını da eline verip çırılçıplak dışarı atarlar maazallah. İşte oyuncuyu takımdan kesen antrenör bunu görüyor, kestiriyor gerçekte.
Elbette bireyselde ister fizyolojik, hormonal çizgide okuyun isterse tedavi görülmesi gereken bir rahatsızlık hali alın, eşcinsel bir insanın ötekileştirilmesi, tüm toplumsal alanlardan tecrit edilmesi, düşmanlık beslenmesi ona kabul edilemez de direkt temas halinde bulunduğu mikro çevrede özelle genel, kişisel ile toplumsalın iç içe geçmesi, örtüşmesi kaçınılmazdır kanımca.
Hani derim ki, zannedildiğinden çok daha karmaşık, derinlikli bir konu bu. Canım efendim! Kişinin özeli, kime ne? Üretimine baksanıza siz onun tarzı söylemler gönlü okşar ancak, gerçekliği ortaya koymaz.
-LT-
YORUMLAR
Metninizi anladım. Bu metin, voleybol, spor, toplumsal cinsiyet, siyaset ve ideoloji gibi birçok önemli konuyu ele alıyor. İşte bu metni edebi bir dille eleştirel bir yaklaşımla yorumlayabiliriz:
Metinde voleybolun toplumsal bir fenomen olarak ele alınışı oldukça dikkat çekici. Eczacıbaşı'nın başarılarından bahsederken, voleybolun Türkiye'deki gelişimine ve Cengiz Göllü gibi önemli figürlere vurgu yapılıyor. Ancak metin, bu başarıların bazen milliyetçi bir anlam taşıdığını ve sporun politika ve ideoloji ile nasıl iç içe geçebildiğini sorguluyor.
Metin, "sultanlar" teriminin voleybol dünyasında kadın sporcuları diğer kadınlardan ayıran bir ayrıcalık yarattığına dikkat çekiyor. Bu terimin kadınlar arasında ayrımcılık yarattığına ve uluslararası arenada kullanılmadığına vurgu yaparak, Türkiye'deki spor dilinin eleştiriyor.
Ayrıca, Atatürk'ün kızları tabiri ve lider kültü ile sporun nasıl ilişkilendirildiğine de değiniyor. Bu bağlamda, sporun milliyetçilik ve siyaset aracı olarak kullanılmasının eleştiriliyor.
Metin aynı zamanda İslami kesimlerin sporu ve kadınları nasıl algıladığına dikkat çekiyor. Bu noktada, İslamcı yaklaşımların kadınların rolünü sınırlayabileceği ve ideolojik etkilerinin toplum üzerindeki etkilerini tartışıyor.
Son olarak, metin kapitalizmin ve modernitenin etkisi altında olan bir toplumun nasıl şekillendiğine ve bu etkilerin spor ve toplumsal cinsiyet üzerinde nasıl bir etki yarattığına odaklanıyor. Bu eleştiri, toplumun çeşitli yönlerini sorgulayan bir bakış açısı sunuyor.
Genel olarak, metin çok sayıda karmaşık konuyu ele almış ve bu konuları edebi bir dil kullanarak eleştirel bir şekilde yorumlamış. Bu tür analitik düşünce ve eleştirel yaklaşım, toplumsal meseleleri anlama ve tartışma açısından önemli bir rol oynar.
levent taner
Etkili yorum butonunun tekliği yine bir sorun teşkil etmekte
Gördüğüm kadarıyla bu yazıyla birlikte "Marjinalitenin Kıskacında Kadın Voleybolunu Okumak (1)" başlıklı yazımı da okumuşsunuz
Felsefi bir tavır ve çizgide yorumladığınızı görüyorum yine
Parçalarına ayırıp yazıyı sonrasında tüme varmışsınız tekrardan
Tümdengelimle tümevarım arasında ince bir çizgide yürümüşsünüz
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Anlamlı ve emek dolu çabanızı kutlarım
Çalışmalarınızda başarılar dilerim
Selam ve saygılarımla benim hocam.
MÜSLÜM BAYRAM
yazıyı yazan dan da güzel özetlemiş dersem yalan olmaz;))yazının adeta sözlüğünü yapmış yorum
lakin benim yine de önerim, bu türden edebi yazıların halkın net anlayacağı dili kullanarak cesaretli yazmak lazım.
Cesaretiniz yoksa eğer, kaleminizin derinliği topluma sığ kalır.
örneğin rahmetli Uğur MUMCU gerçek bir vatanperver, gerçek bir halk adamı olmasına rağmen, alçakça katledilmiştir.
demem o ki: bu türden yazıları bu defter de dahi kaç kişi anladığı bilinmezken
bir de toplumun genelini düşünürsek vay halimize;))
levent taner
Anlamlı ve özlü yorumunuz için teşekkür ederim
Makelove hocamın yorumu konusunda yaptığınız yorum bağlamında diyorum hani
Gerçekten bazı yorumlar özlü ve çerçeveli yapısıyla az sözle çok şey anlatıyor
Bizim toplumumuz gibi çok okumayan toplumsal yapı karşısında kısa, pratik anlatım elbet değerlidir
Ne ki cesaret bazında sıkıntılı olmadığımı söylemek isterim naçizane
Daha ziyade ülkemiz toplumsal yapısı ve sosyal psikolojiyi göz önüne almaktayım
Kaldı ki, tamamlanmadığını da özellikle vurguladım
Kuşkusuz bu yazıyı okuyanın bir sonraki halkayı okuyacağının garantisi yok
Seri yazıların böyle bir handikabı var elbette
Rahmetli Uğur Mumcu konusunda ise yerden göğe haklısınız kuşkusuz
Ölüme meydan okuyan, şer güçlerinin üstüne giden güzel insan, kıymetli kalem, ah neredesin! O mertebe beni şahsen fersah fersah aşar
Kendisini saygı ve rahmetle anıyorum
Size de sağlık, mutluluk dolu bir yaşam bütünlüğü diliyorum
Selam ve saygılarımla birlikte hoşça kalın.
Hocam bir önceki yazınızın başlığı, bu yazınız da ki içeriği çok karşılamıyor gibi geldi bana.
örneklemeleri dünyanın dört bir yanından vererek açıklamanız kendi çöplüğümüzün üstünü kapatmaz sanırım;))
gün olmuyor ki cemaatler deki bu tür sapıklıkların haberleriyle çalkalanmasın.
MALUM İSMAİL SAYMAZIN KONU İLE İLGİLİ BİR DE KİTABI ÇIKTI.(ŞEHVETİYE TARİKATI)
Hürriyet yazarı ERTUĞRUL ÖZKÖKÜN yazısın da anlattıklarıyla bilgi sahibi oldum.
MİDENİZ BULANMAZSA OKUYUN DERİM.
Bu bir sapıklıktan doğan sorun ise Kİ ÖYLE GİBİ DURUYOR,
O HALDE MADEM ÇOK DUYARLIYIZ KAYNAĞINI BULUP KURUTMANIZ LAZIM GELİR.
E TABİ GÜCÜNÜZ YETERSE BUYURUN TÜM CEMAT, TARİKAT VS VS HER ŞEYLERİNİ KAPATIN DA GÖRELİM
HODRİ MEYDAN!
GERÇEKLER NE ACI DEMİ?
NİCE SAYGILARIMLA...
levent taner
Haklısınız sevgili hocam
Bir alttaki yorumda tabir ettiğim algıda seçicilik önüme geldi sanırım uygulamalı biçimde
Algı böyledir elbette, şakası olmaz
Latife yapıyorum da benim hocam, zaten o yazının birebir devamı olmayıp yardımcı hüviyette bugünkü yazı, o yüzden buna aynı başlığı atıp (2) demedim
Hani eskiden evlerde soba kurulumlarını bilirsiniz
Boruların hepsi birbirini tamamlamaz, iki boru arasına bir dirsek gerekir bazen
İşte bu yazı o dirsek kısım
Demem o ki, arkadan bir yazı daha gelecek ve o yazı evvelsi günün tamamlayıcısı olacak dilerim
Cemaat, tarikat tipli ortamlar dediğiniz gibi bu tip problemlere açıktır
Yurtlar ona keza, hatta dini okullar bile yerine göre
E Stalin ve Hitler'in erken gençlik döneminde din okuluna devam ettiği de akla gelebilir
Kapalı devre, fasit daire çizen ortamlarda sapkınlıklar yeşerebilir maalesef
Bastırılmış cinsel duygular ve bunun yaptığı tazyikler misali
Şu kadar ki, özgürlük baskının alternatifi de hocam, marjinal özgürlükçülüğün alternatifi de öz disiplin olmalı
Hani derim ki, mahalle baskısı değil de, öz bilinç ki, bu da sanırım eğitim kültür alanındaki gelişme çizgisine bağlı daha ziyade, tabi biz gibi ülkelerde siyaset meydan verirse
Nihayet hocam
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Selam ve saygılarımla.
levent hocam müsait olduğunda ünlüler, sporcular, gazeticiler, şeyhler, reisler,siyasetçiler ve borsa diye bir yazı ekleyebilir misin? hiç ekonomi yazına rastlamadım sanki. mümkünse, kim neye yatırım yapmış, kim nereden voleyi vurmuş... ? mesela; rte ve bahçelinin hissesi var mı, yatırımı nereye yapmışlar veya diğer liderler?? bilgiyi nereden alabiliriz bu konuda? veya peygamberler günümüzde olsa borsadan hesap açsa hangi hisseyi alır gibi? bu sorum kalsın,
*
sonuçta toplum veya dünya; tanrıya özenecek mutlaka. tanrının cinsi yok, robotlara erkeklik dişilik veya lgbt programı yüklenmeyecek. oysa cennet tasvirleri, cinsellik üzerine kurulu. dünyada krallara, peygamberlere, reislere vb vs sunulan en değerli hediyeler; altın ve bakirelik.
bir çok düşünür perhize girer, hristiyanlıkta da islamiyette de budizmde de cinsel perhiz ve toplumdan uzaklaşma en ileri düşün seviyesi değil mi?
lakin dinler insanların afedersin etinden öteye pek geçemez, geçtiklerinde de o kafir vur kellesini al malını mülkünü, allahın dini büyüktür, isa bizi göklerde bekliyor ey tanrının arslanları vurun kırın şu kafirleri, köleleştirin.
saraylarda da özel olarak harem ağaları atarlar, bakire kızların oğlanların başına, sultanın işi çok devlet yönetiyor, canı ne çekerse halktan gizli işini görsün, rahatlasın... eski çağ filmlerinde de öyle, savaşçılara sunulan en büyük hediye kadın, kaplıcalarda buhur etkisinde biraz da haşhaş veya zihni kafatasında kemiklere vurduran iksirler vb.
sanırım bir filmde, dondurulmuş bir polis, 50 veya 100 yıl sonra eritilir, zaman dönmüştür, velhasılı; insanlar artık sıvı transferiyle değil,, kafalarına taktıkları bir aletle cinsel doyuma ulaşıyorlardır.
rahmetli kemal sunalın bir filminde 80 lik babasının; kulak kepçelerine vurarak ben karı isterem demesi unutulmaz sanırım görsel hafızalarda.
*
hayatımda ekranlar harici belki de bi defa bile karşılaşmadığım erkek veya kadın harici farklı cinslerin; durmadan manşetlerde veya kimi dönem dizi ve filmlerinde veya safları sık tutmak üzere toplumu sürü gibi gütmek için yönlendirilmesi, sanırım gerçek yaşam ve insanların zorluklarını göz önüne getirmeden günü kurtarmaya çalışmak için siyasilerin veya onları destekleyen marjinal dini ve ideolojik grupların toplum ve millet üzerindeki bir sopası olsa gerek.
coğrafyamız nezdinde dinist taifenin, ahlak üzerinden toplumu gerçek sorunları göstermemek için ellerine aldıkları bir çoban sopasıyla (marjinal konularla) milleti aynı koyun güder gibi yönlerdimeleri bu çağda daha iş yapar mı bilemiyorum. bu tür konuların çok sık dile gelmesi ve yine yanlışım yoksa toplumu kendi sorunlarını düşünmesini engellemek için olabilir mi?
peki toplumumuzun gerçek sorunu nedir? fakirlik mi, zorbalık mı, inanç mı, eğitim mi, iklimin değişmesi mi, ağalık marabalık düzeni mi, marjinal konuların manşetlere verilerek insanların doğumdan itibaren ciplenmesi, fişlenmesi ve kişinin kaderinin güçlüler eliyle takdiri mi, kişilere cinsiyet aşılamak mı, kuraklığın artarak devam etmesi mi, gece ve gündüz sıcaklık farklarının artarak ülkemizin çölleşmeye durması mı?
sıfır karbon salınımı bizim nesli kurtarır mı yoksa bahsedilen kavimler göçüne bizler de yakalanır mıyız? nereye gideriz ki? kuzeye mi?
hocam, değerli yazılarınızı okuyorum lakin bu aralar gelip gidici bir zihnim beni rahat bırakmıyor pek:) umarım konuyu ıskalamamışımdır, sürçi lisanım olduysa affediniz.
en sevdiğinize emanet olun.
saygılarımla.
levent taner
Söylediklerinizi yabana atmak mümkün değil
Algı yönetimi, gündem oluşturma, manipülasyon gibi kavramlar günümüzün vazgeçilmezleri
Mesela bir buçuk yıldır zam furyası derken, fiyatlar uçup gitti
Ekonomi siyasal toplumsal yaşamın barometresidir elbette
Haliyle alttan alttan topluma sohbet, muhabbet konuları verilir de
Ancak ben naçizane yazımda, önceki iki yazımla birlikte ülkemizdeki sosyokültürel yapılanmanın çalkantılarından ilham aldım ve kavramla bireyi muhakkak surette ayırmaktan yanayım
Kavramlar, olgular üzerinden gitmekten, bireyseli ötekileştirmemekten yana bir çizgide ilerliyorum vesselam
Halbuki toplum, medya ve siyaset katmanlarında da tam tersi isim üzerinden linçe dönüşür konuların değerlendirilmesi sıkça
Bu açıdan aldığımızda ihtiyaç ve zaruret olduğu kanaatindeyim
Nihayet hocam
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Sevgiyle kalın, hoşça kalın
Selam ve saygılarımla
Allah lanetlemişse orada konu kapanır.
Yayılırsa umumi felaketler beklensin.
Banane diyen de aynı günaha ortaktır.
Hatta ne olacak tercihi diyen dinden bile çıkabilir. Allah bilir elbette.
Elif_V_Mim
Bazı psikologlar hormonal değil psikolojik rahatsızlık görüyor bunu.
levent taner
Teşekkür ederim kıymetli hocam
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Kuşkusuz Kur'an-ı Kerim'in anlattığı kavimlerin halleri başımızın tacı anekdotlardır
Ancak konunun detaylandırılması, gerek tıbbi gerek sosyolojik gerek dini, an'anevi çizgide ele alınması doğaldır
Şu kadar ki, sizin bu yanınızı seviyorum, hilafsız doğrultuda sözü söylemeniz harika, tertemiz bir tabiatınız olduğunu bana duyurmakta, dürüst, açık net, az söz çok icraat
İlk anda yorumunuzdaki banane ile benim naçizane yazımdaki Bananarama'nın birbirine karıştığını düşünüp abooo! Demedim değil hani
Ne ki, "Elif V Mim" imzası hiç bir kuşkuya, tereddüte mahal bırakmamakta
Tekrar teşekkür ederim
Katılım ve katkınız dolayısıyla şükran duydum
Selam ve saygılarımla.
Elif_V_Mim
Ancak zaten kadın veya erkek yaratılan cinsi meylim var diyemez.
Çocuklukta tacize uğrayanlarda meyli sapmalar bulunabiliyor.
Veya erkeklerden baskı gören kadınlar psikolojik sapmalara yönelebiliyor.
Hormonal bir yapı saptanamamış.
Bu nedenle psikolojik bir tedavi, belki dini bir eğitimle düzelebileceği için, tövbesi olan bir günah sayılmış.
Tarzım için takdirinize teşekkür ederim.
Bazen alınsalar da fıkha göre konuşmayı tercih ederim.
Toplumda karşılaşınca belki daha ılımlı davranılıyor.
Bizler Allah'ın kanunlarına öncelik vererek davranmalıyız.
Birileri alınacak diye hakikatler, hükümler örtülemez, görmezden de gelinemez.
Hükğm ne ise ona uymakla mükellefiz.
Özgür müyüz?
Hayır!
Neden değiliz?
Birinin özgürlüğü başkasının özgürlüğünü gasp ediyorsa o özgürlük değildir.
Yazınızda da belirttiğiniz gibi, bir kadının bana bakıp etkilenmesi beni rahatsız eder.
Hatta bir hatıra vardır bununla ilgili.
Arapça öğrendiğim, sadece kadınların katıldığı kursda, bayan kurs hocası sürekli bize "kapalısınız kursda da örtünmenize dikkat edin" derdi. Sebebi anlamazdık.
Sonra bir öğrencisinin gelmediği bir gün dert yandı bize.
O kadın öğrencisinin lezbiyen olduğunu, sürekli kendisine aşık olduğunu söylediğini, numarasını evini değiştirdiği halde sürekli hocayı takip ettiğini, kapısında onu beklediğini, artık ne yapacağını bilemediğini, kadının saplantılı olduğunu anlattı.
Bizden akıl istedi.
Bizler kursiyerlerin isteği üzerine imza toplayıp kursdan attırdık. Ancak hayattan attırmak mümkün değil.
Bu kişi kendisi yanlışını görüp tedavi olması gerekir.
Benim kızım var. Okulda böyle bir şeyle muhatap kalmasını istemem doğrusu.
Allah herkese iman ve akıl versin.