- 336 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ŞU SANMALAR YOK MU?
Ne kadar çok şey bilmediğimi biliyorum, sözünü çok tutarım. Burada bilmek ile bildiğini sanmak arasındaki ince ve bir o kadar da hayati bir mesele, bilgelik yatmaktadır. Gerçek anlamda bilmelerin verdiği hazzı, konforu, adaleti, güvenirliliği başka ne verebilir ki?
Sanmak ve bilmek dediğimizin özünde birbirini tam karşılamasa da öğrenmek vardır. Biri tam ve teferruatlarıyla, lamı cimi olmaksızın öğrenmek, diğeri ise kulaktan dolma ve veya şurdan burdan edinilen bölük pörçük öğrenmektir bu. Aynı anda yola çıkacak ve hedefleri de aynı olan iki kişiden yol hakkındaki malumatı sanmaktan öteye geçemeyenle, yol hakkındaki tüm detaylara vakıf olanın ortaya koyacakları sonuçlar da elbette aynı olmayacaktır. Biri hedefe arzu edilen günde ve saatte varmışken, diğeri belki de bambaşka yollarda savrulup duracaktır. Birisi için hayat yeni değerlere, kazanımlara evrilirken, diğeri için bilinmezliklere, zaman ve enerji kaybına ve hatta beden sağlığının bozulmasına varıncaya değin türlü hezeyanlara doğru bir durum alacaktır.
Hayatın bir provası yok ve onu anlık yaşamak durumundayız. Bir trafik kazasında ortaya çıkan can ve mal kaybını, çizgi film karelerindeki oynamalarla yapıldığı üzere geriye alabilmek mümkün değil. Kısacası, hayat ciddi bir zemin. Bu zeminde güvenilir olmayan, doğruluğu sağlanmamış verilerle ve hele ki bilgilerle yol almanın bedeli tahminlerin üzerinde faturalarla yüzleştirebilir bizi. Kendi yükünü ve varoluşunun sorumluluğunu henüz layıkıyla taşıyamayan insanın, bir başkasına hem de kof bilgilerle kılavuz olması ne de büyük bir faciadır.
“De ki: Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Ayeti, bu anlamda n e de manidardır. Buradaki bilmekte kesinlik vardır. Yani, yarım bilmeyi, kısmen bilmeyi bilmemekle aynı safta gören bir anlayışın, düşünüşün adıdır bu. “Yarım doktor candan, yarım imam da candan edermiş.” Bu düşünüşü pekiştiren ve sıklıkla kullanılan bir cümledir. Bilmenin içindeki o değerli gizemi anlayabilmek adına, oldukça düşündürücüdür de.
Konuyu tahmin, olasılık gibi kavramlarla da işlemek mümkün elbette. Adı ister olasılık, isterse tahmin olsun, burada bir kesinleşmemiş olma hali vardır. Doğruya veya hakiki bilgiye ya da sonuca rakamsal olarak ne derece yakın olunduğundan söz edilebilir. Durumu bir örnekle açıklamak gerekirse, çok riskli bir beyin ameliyatına giren hastanın yapılacak operasyon neticesinde yaşayabilme ihtimali % 25 ise, bunu iki şekilde değerlendirmek gerekir. Demek oluyor ki, %75 nispetinde de ölebilme olasılığı vardır. Her iki durumda da kesin bir yargıya varılabilmesi mümkün değildir. Buradan çıkarımımız, hastanın yaşama dair durumunun Allah`a kaldığıdır. Elbette bu operasyonu yöneten ekibin tecrübesi, özverisi ve azmi ile operasyonda kullanılan teknoloji ve nihayetinde de hastanın yaşama tutkusu da sonuca bir şekilde yansıyacaktır. Yine de bu operasyon neticesi için kesin bir yargıya varılamaz. Böylesi durumlarda da kümülatif olarak o küçük görülen rakamların büyüsüne sarılırız. Yaşama olasılığını belirten o % 25`in % 5`ten tam 5 kat ve %1`den de 25 kat büyük olduğunu düşünür, diğer %75`in gerçekleşmemesini temenni ederiz. İnsan olarak bu yorumu yapmak veya sonucu böyle değerlendirmek daha iç açıcı gelir bize.
Hayata dair her şeyde bir kesinlik bulunabilir mi? Matematik mantığıyla konuya eğilirsek, her şeyin % 100 olasılıkla işlemesi, yürümesi mümkün müdür? Gerçeklere bakılınca, hiçbir şeyin % 100 olabileceği söylenemez. Kesin olarak söylenebilecek bazı istisnalar elbette var. Doğan her canlının % 100 öleceği gibi. İhtimallerin olumlu yönde yüksek seyretmesi her zaman ve zeminde arzu edilendir. Tatil için gereken tüm hazırlığını yapmış bir ailenin bütün titizliğine karşın istenmeyen bir trafik kazasının öznesi olması durumu da bir ihtimal olarak daima var olacaktır. Arcın bakımlarının yapılmış olması, trafiği düzenleyen levha, ışık ve görevlilerin uyarılarına uyulması ve direksiyon başındaki kişinin sağlık performansı, yol tecrübesi gibi kriterler, olası bir kaza ihtimalini de bir araç arızası olasılığını da elbette minimuma indirgeyecektir.
Bir anlık dalgınlıkla evdeki ocağın altını söndürüp söndürmediği hususunda ikileme düşülmesi durumu, yukarıdaki örneklere benzemekle beraber farklı bir yorumu da öne çıkarır. Ocağın altının söndürülmesi konusundaki zihni çalkantı, kesin olmayan veya emin olunamayan bir duygudan kaynaklanır. Bu durumda evde yangın çıkma durumu her şey kontrol altında iken % 1 ise, bu yüzde birden bire %50`lere ulaşır. Bu anlamda kilometrelerce yoldan sonra pişmanlık duyarak geri gelen ve son bir kez daha şu ocağın altını kontrol edenlerin sayısının azımsanmayacak derecede olduğunu düşünebiliriz. Araçtan inerken onu uygun vitese alan ve fakat el frenini çekmeyen bir sürücünün sonradan takıntı ettiği bir durumu da aynı şekilde düşünmek mümkündür. Zira, eğimli bir yolda park etmiş aracın el freni desteği olmaksızın orada sabit kalabilmesi daha zayıf bir olasılıktır. Bu durumda aracın park edile noktadan hareket ederek ivmelenmesi, sizi bir kişinin ölümüne sebebiyet vermeye değin giden zan altına sokabilir. N de kötü bir durum. Emin olunmayan şeylerin açabileceği çokça örnek verilebilir. En trajik örneklerden biri de yine basit bir operasyonla bademciği alınması gereken hasta için olsun. Lokal olarak anestezi uygulanması gereken hastaya acilen değişen bir durumdan ötürü, başka bir ekip müdahale etmek durumunda kaldığında, ilk ekibin anesteziyi yapıp yapmadığını bilmemek doğrusu bıçak sırtı bir durumdur. Zira, bu hastanın yaşı küçük ve veya bünyesi de zayıf ise, işlem yapılmadığı düşünülerek ikinci kere anestezi uygulanması, hastanın bir daha uyanamamasına ve basit gibi görülen bir ameliyatta yaşanan sanmaların bilgisi nedeniyle hayatına mal olabilir. Binlerce hastanın benzer durumlarla yüzleştiğini düşünmek, şu bilmek ile sanmak arasındaki ayrımın ne de ince bir çizgide durduğunu anlamamız için yeterlidir sanırım.
Kısa bir alıntı diyalog ile sanmak ile bilmek arasındaki kocaman farkın bizim nasıl algılanmamıza da yol açtığını bir görelim:
Padişah: Sokullu! sen söyle, kızıl elma neresi?
Sokullu: "Roma" olsa gerek, padişahım!
Padişah: Ne biliyorsun?
Sokullu: Öyle sanırım.
Padişah: Sanmak bilmek değildir!
İşin ilgin yanı şu ki, ünlü Arap bilgin ve filozofu İbn-i Haldun, sanmalar ve bilmelere dair bir kitap bile yazmıştır. “Sanmaların Bilgisi” adıyla geçen bu değerli eserde, sanmak ve bilmek meselesi epey derince de işlenmiştir. Bu noktada şunu söylemek gerekir ki, bu metni okuyan herbir okurun sanmak ile bilmek arasındaki farkı derinden olmasa da dikkate alır derecede anlayacaklarından eminim. Bu ifadeyi “sanıyorum” yüklemi ile bitirseydim, kendimle ve metnin ruhuyla da çelişkiye düşerdim.
Kutudaki şeyin zararsız olduğunu düşünmek, aksi uç sanılanın tam da tersine artı uçlu kablo olması, geceleri yapılan seyahatlerde de geri geri gitmekte olan öndeki aracın ileri gidiliyor sanılması veya çölde görülen su havzasının da bir halüsinasyondan ibaret oluşu da yukarıdaki ince çizgiye değen şeylerden sadece birkaçıdır. Hayat ne denli sorunlu bir yol değil mi? Emin adımlarla yürünmediği anda kabusları yaşatabiliyor size. Haberlerde sıklıkla duyduğumuz, izlediğimiz şu ateşli silah kazaları da bu trajedik zinciri düşündüren türdendir. İfadelerde klişe olarak dillendirilen “Tüfeğin boş olduğunu sanıyordum.” ifadesi, ne o tüfeğin tetiğine basan ne de tetiğe basıldıktan sonra hayatını yitirenler için bir anlam ifade etmemektedir. Hayatımızı sanmaların o bilinmezliğine bırakamayız. Bu rastgelelik anlayışı bizi istenmeyen bir hayatın içine alabilir ansızın.
Bu tür konulara oldukça ilgi duyduğunu yakından takip ettiğim bir değerli sanatkarımız da şu sözleri dile getirmiştir:
“ Öğrenmek iyidir; bildiğini sanmak kötü.
Bilmek iyidir; öğrenmeye ihtiyaç duymamak kötü.
Öğrenmek ve bilmek iyidir; kendini yeterli görmek kötü.” Uğur ışılak
Konuya bir de bilmek ve bilmemek açısından bakmadan geçilmezdi. Sanmak yerine bilmemek ideal olandır. Bilmemek yoruma kapalı tutar bizi. Böylece herhangi bir karara zorlanmaz, referans alınmayız. Oysa bildiğini sanarak yola çıkanlar için durum bambaşkadır. Bilememenin özrü vardır ve fakat sorumluluğu yoktur. Oysa, sanmanın içinde cehalet, güvensilzik, tedirginlik ve büyük facialara kapı aralayabilecek potansiyeller mevcuttur. Bilmemenin tedavisi öğrenmekle çözülürken, sanmaların yol açabileceği sonuçların tedavisi olmaya da bilir.Anlatmaya çalıştığız ve oldukça hassas olan bu noktayı ünlü düşünür Lao-Tzu şöyle ifade etmiştir:
“Bilmediğini bilmek en iyisidir. Bilmeyip de bildiğini sanmak tehlikeli bir hastalıktır.”
Bildiğimizi düşündüğümüz ve fakat yerince ehliyete haiz olmadığımız halde çokça konuda ahkam kesmek, bizi içinden çıkılmayacak çilelere sokabilir. Çevremizde her türlü konudan dem vuran ve haddi de aşarak yorumlar yapa gelen ne de insan vardır. Sağlam dayanaklara sahip olmayan bu konuşmalar bize gerçek anlamda bir şey katmazlar. Araştırma, eleştirme, mukayese etmek gibi önemli ritüelleri bir kenara bırakarak sadece okuduklarıyla, duyduklarıyla, gördükleriyle kanatlara varmaya çalışan insanların yanılgıları da doğal olarak çok olacaktır. Bilginin esrarından kaynaklanan bu durum, gerçeklikle örtüşmesine değin böyle sürüp gider. Öyle olmasaydı, bilim ve teknolojide bu ilerleme de olamazdı.
Günümüzde sığ bilgi ve deneyimleriyle binlerce kişiyi de kendilerine abone edinmiş çokça insan, her geçen gün o kof bilgilere bir yenisini daha eklemektedir. Sorgulanmayan, diğer açılardan da ele alınmayan ve sadece bir pencereden bakılarak kabullenen bilgiler, veriler oldukça yanıltıcıdır. Bilhassa da sosyal medya aracılığı ile azımsanmayacak derecedeki bir insan kitlesine binlerce bilgi, veri ve bu noksanlıklarına karşı farklı konulara dair yaptıkları yorumlarla, sadece sanmaların bilgisine hizmet vermektedirler. Gerçek anlamda ve konulara hâkim şekilde işini yapmaya çalışanlar elbette vardır. Ne yazık ki bu ehil kişilerin sayısı pek azdır.
Kontrolü elde tutmak, konuya, duruma bir kere daha bakmak, denemek, üşenmemek, dikkatli olmak ve her şeyin üzerinde de şu %100 emin olmak, tutunulacak güvenli yol galiba. Başkalarının kader çizgilerini de aniden değiştirebilir potansiyeldeki sanmaların yerine, gerçeklere bizi taşıyacak, daha konforlu bir yaşam sunacak olan öğrenmelerin geçmesi gerekiyor değil mi? Ne dersiniz?
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.