- 162 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
RÜZGAR NEYİ FISILDAR
1956 yılında Ankara’da Nisan ayında öğleden sonra bir kadın balkona çamaşır asmak için çıktı. Yazdan kalma dedikleri cinsten sıcak ve aydınlık bir gündü, hafiften esen rüzgar kesilmiş çimen ve toprak kokusunu taşıyordu. Aslında çamaşır asacak bir ev kadını için fazla şık giyinmiş olduğunu düşündü çok çok sonraları karşıda dükkanın kapısına oturup çay içmekte olan bakkal…Gerçekten de minik pembe çiçekli, dönemin modasına uygun kabarık etekli beyaz elbise ve sarının çeşitli tonlarını barındıran kuaförden çıkmış gibi düzenli saçlarıyla kadıncağız belki bir kabul gününe gitmek üzereydi ve “hadi şu çamaşırları da asıvereyim” diye işe girişmişti. “Titiz, temiz bir ev kadınına benziyordu” dedi sonraları bakkalın dükkan komşusu manav…Çünkü çamaşırları özenle, yavaş yavaş ipe dizmiş düzgün şekilde tahta mandallarla tutturmuş, durup durup eliyle beğenmediği yerleri düzeltmişti. Sonunda Bembeyaz, pırıl pırıl çamaşırlar ipte düz bir hat oluşturmuş hafif rüzgarda kurumaya hazır hale gelmiş olmalılar ki genç kadın bir an gökyüzüne bakıp parmaklarını saçlarından geçirdi ve o hiç beklenmedik şeyi yaptı…İlginç olan müşterisi gelen bakkal da manav da içeri girmişlerdi, öğle saatiydi ezan okunuyordu ve sokaklar boştu…Sadece kadının okuldan dönmekte olan kızı köşeyi dönmüş ağır ağır eve doğru yürüyordu. Kadın balkon demirine yaklaştırdığı tabureye çıkıp aşağı atladı ve hemen oracıkta düştüğü yerde öldü. O zamanlar yüksek apartmanlar olmadığını düşünürsek ölmeyebilirdi ama kadın öyle ustaca ayarlamıştı ki sivri bahçe demirlerinin üstüne atlayarak kesin ama çok kanlı bir son hazırlamıştı kendine…Göğsüne saplanıp arkaya geçen demirlere takılıp kalan kadının beyaz elbisesi akan kanın yoğunluğundan kıpkırmızı olmuştu. Bütün her şeyi gören tek kişi okuldan dönen 14 yaşındaki kız çocuğu donmuş halde bahçe demirlerine bakıyordu…
Mutlu bahçedeki kümeslere gidip yumurtaları aldıktan sonra Anneannesi Hilmiye Hanım’a götürdü öğle yemeği için…Hilmiye Hanım komşularla oturmuş dantel örüyordu yine…
-Geldin mi Mutlu ?...Aaaa yumurtlamışlar mı yine !...Neyse dolaba koy kızım ocakta yemek hazır çorba makarna yaptım.
Kahve fincanları önlerinde, elişi yaparak sohbet eden kadınlara anlatmaya devam etti Hilmiye Hanım;
- Ne diyordum bu kız olmasa halim haraptı, bana hem evlat oldu hem can yoldaşı…Nebahatim öldükten sonra ben de ölüp gitmediysem sebep Mutludur.
- Ya nur içinde yatsın rahmetli balkondan düştüydü değil mi ?...
- Evet çok titizdi Nebahatim altın toplantısına gitmeden çamaşırları asayım diye balkona çıkmış, ayağında topuklu terlik yerler de ıslak kay sen…Ay içim kaldırmıyor.
Annesinin bilerek kendini attığını gören ve bunu hiç kimseye söylememiş olan Mutlu konuşmaları duyuyordu elbette ama alıştığı üzere susmaya devam ediyordu. Artık büyümüştü, üniversitede Hukuk okuyordu, aslında mezun olmak üzereydi Anneannesinin hayal ettiği gibi Hakim değil de Avukat olmaya karar vermişti. Savunulması gereken çok fazla sayıda arkadaşı vardı ve suçlayan, mahkum eden el olmak değil de, koruyan, kurtaran, destek olan el olmak istiyordu. Çorbasını içip makarnasını yedikten sonra Anneannesinin yanına gidip yanağına güçlü ve sesli bir öpücük kondurduktan sonra demli çaydan alıp odasına gitti.
-Hilmiyeciğim nasıl boylu poslu dalyan gibi oldu bu kız!...Rahmetli Nebahat ufak tefekti değil mi ?...
-Öyleydi Sevalciğim , damat da kısaydı, Mutlu dedesine çekmiş. Aklı fikri de ona çekmiş, Biliyorsun bizim Bey Milletvekilliği yaptıydı bir dönem…Mutlu’da meyilli bu konulara…
-Aman olaylara karışmasın !...
-Yok akıllıdır benim kızım.
Mutlu’nun babası Adil Bey ilk eşinin ölümünden bir yıl sonra mesai arkadaşı banka memuresi Suzan Hanım ile evlenmiş ve ikiz oğlan babası olmuştu. Balkondan düşen duygusal, sık sık sinir hezeyanları geçiren Nebahat’in aksine Suzan ona aradığı dingin limanı sunmuştu…Nebahat’i hiç düşünmezdi dersek yalan olur, hele de eşyalarını kaldırırken tuvalet masasının çekmecesinde bulduğu tuhaf defteri okumaya çalıştığında daha fazla düşünmeye başlamıştı. Sonunda defteri sobada yakıp bu anlamsız düşüncelerden kurtuldu ve Suzan ile olan dengeli hayatına döndü.
Yıllar geçtikten sonra bir gün Adil Bey tesadüf bu ya bankaya gelen bir müşteriyi o adama benzetip peşine düştü, hatta bir hayli de takip etti…Sıcak yaz günü tanımadığı birinin ardında terleye terleye dolanan Adil Bey neredeyse kalp krizi geçirecekti yorgunluktan. Sonunda adam bir apartmana girdi de kurtuldu. Çiftlik dondurması ve şişe suyu alıp banka oturup soluklanırken adamın sarı saçlı genç bir kızla çıkıp gittiğini gördü.
Adil Bey’in nefes nefese takip ettiği Kenan Bey tekstil işiyle uğraşan bir iş adamıydı, hadi o zamanın tabiriyle diyelim kumaş tüccarıydı. Yanındaki sarışın kız ise sahip olduğu tek çocuğu Lale idi. İnce, narin pek güzel bir kızdı Lale ama ne yazık ki epilepsi hastasıydı, bu yüzden Kenan Bey kızını yalnız bırakmaktan çekinirdi.
Olay gününe dönersek Nebahat kocasını gönderdikten sonra evi toparlamış, çamaşırları yıkamış sonra banyo yapıp güzelce süslenmişti. Altın toplantısı vardı ve sonrasında annesine gidilecekti , Hilmiye Hanım Mutlu’yu özlemişti. Yıllar geçtiği halde kimsenin aklına gelmeyen bir detaydı aslında çok titiz bir kadın olan Nebahat ayaklarında ince topuklu ayakkabılarla neden çamaşır asmaya çıkmıştı hem de yatak odasının kapısından…Evde yoğun bir tütün kolonyası kokusu ve ipi koptuğundan yere dağılıp gitmiş bir kolyeye ait inciler vardı…Kimsenin üzerinde konuşmadığı bu ölüm hakkında Mutlu yıllardır araştırma yapıyordu. Aslında annesi olmayan ve kendisini evlatlık aldığını öğrendiği kadını sevse mi kızsa mı bilemese de bir hukukçu merakıyla araştırıp duruyordu. Tabii cami avlusunda bulunmuş olduğu düşünülürse Adil Bey de babası değildi ve Hilmiye Hanım ise onu torunu sanıyordu çünkü söylenmemişti.
Anne profili olarak çok parlak olmasa da idare eder buluyordu Mutlu Nebahati…
-Anne adım neden Mutlu ?...
-Çünkü doğduğunda rüzgar kulağıma fısıldadı.
-Anne okulda kavga ettiğimi kim söyledi ?
-Kimse Mutlucuğum rüzgar fısıldadı.
-Çikolataları ben bitirmedim!...
-Ama rüzgar öyle demiyor…
Mutlu yıllarca rüzgarı dinleyip fısıltıları yakalamaya çalıştıysa da makine gibi tıkır tıkır işleyen aklı uçuk kaçık şeylere kapılmasına engel oluyordu…Şimdi açıkça hatırladığı gerçeklik Nebahatin sakin sakin kendini balkondan atarken aslında atmadan 2 saniye öncesinde Mutlu ile göz göze gelip gülümsediğiydi…Başını havaya kaldırmış, kollarını iki yana açmış ve uçmaya hazırlanan bir kuş gibi boşluğa atlamıştı…O anda her nedense perdenin kıpırdadığını gördü Mutlu, ya da gördüğünü sandı…
Adil Bey defteri yakmasa belki her şeyi daha net anlayabilirdik ama ne yazık ki artık mümkün değildi…
Hastane odasının steril beyazlığındaki yatağında geçirdiği son epilepsi atağının etkisinde kurtulmaya çalışan Lale pencereye dayanmış ilgiyle kendisini seyreden Mutlu’yu şaşırarak dinliyordu. Sonra uzattığı siyah beyaz resimden tatlı ama soğuk bir gülümsemeyle bakan kadını inceledi ve iri mavi gözlerini Mutlu’nun neredeyse simsiyah gözlerine çevirip;
“Anneme benziyormuşum” dedi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.