- 227 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ABRAHAM'IN ÜÇ YÜZÜ
Bildiğimiz kadarıyla Abraham’ın üç farklı hayatı oldu. Üçü de çok farklı yüzyıllarda ama kısmen birbirine yakın coğrafyalarda vuku bulmuştu. Evrensel kurallara göre Abraham’ın bir türlü baş edemediği bir derdi veya üstesinden gelemediği bir sınavı olması gerekirdi ki böyle gidip gelip dursun…Üstelik bilinenlerin dışında başka hayatlar da yaşamış olabilirdi ki bu işleri daha da karmaşıklaştırıyordu. Sonuçta bir insanın tüm hayatları bilinecek diye bir durum söz konusu değildi ve Abraham üçten fazla yaşamış olduğu konusunda şüphelere sahipti. Çoklu hayat yaşayan her ruh gibi haliyle sebebi belirsiz yorgunlukları, isteksizlikleri ve kesif bir aidiyetsizlik duygusu bulunuyordu. Bu duygu azizleri saran kutsal mandorla gibi etrafında kümelenmiş olup her boyuta onunla birlikte geliyordu…
Abraham’ın yüklerinden kurtulması belki de bu bilinen üç hayatının doğru çözümlenmesiyle ilintiliydi. İllaki kesiştikleri bir nokta, iç içe geçtikleri süreçler vardı…Ve Abraham hepsinde de bir sebepten ötürü (belki de aynı sebepti bu) mutsuz olmalıydı zira mutlu insanların gelgitleri olmazdı. Veya olurdu da hatırlanmazdı bu konu hala tam bilinen bir şey değildir. Yine de iyi bilinen bir gerçeklik vardı ki o da her şeyin ilk hayat ile ilgili olduğu idi…
Abraham’ın 1. Hayatı
Hayat döngüsüne başlangıcı tuhaftır ama İsa’nın yaşadığı varsayılan yıllarda Kudüs’de olmuştu. 6 çocuklu bir Yahudi ailesinin en küçük evladıydı ve dini bütün bir haham ile hayatı çocuk doğurup bakmakla geçen Mısır kökenli bir kadının birleşmesiyle oluşmuştu. Babası, annesi veya kardeşlerinin isimleri veya kim olduklarıyla zaman kaybetmeyeceğiz çünkü Abraham’ın hayatında pek bir önemleri olmamıştı.
Roma’nın tanrılarına veya Yahudi tanrısına inanmayan ama bütün iyi niyetiyle inanmak isteyen genç Abraham için İsa’nın ortaya çıkışı adeta kurtarıcı bir mucize olmuştu. Böylece her şeyi terk edip İsa’nın yanına koştu ve takipçilerine katıldı. Nasıralı’nın oluşturduğu o mistik aura öylesine etkiliydi ki genç adam ebedi huzura vardığını bile düşünmeye başlamıştı. Ağaçların gölgesinde veya su kenarlarının dinginliğinde tefekküre dalıyor tanrının ışığının içindeki boşluğu doldurmasını bekliyordu sabırla…İçine hareketli ince kum taneleri gibi bazı şeyler tatlı tatlı akıyorsa da inancın bundan daha büyük ve daha güçlü bir duygu olması gerekiyordu ona göre…Aslında Abraham’ın aradığı bir tür esrime haliydi ve bu ne yazık ki ruhundaki ipleri bu kadar sıkı tutan kişilere pek olmazdı. Yine de vaftiz oldu, kardeşlerim dediği yeni inananlarla elele tutuşup acıya ve sevince katıldı. İnanmış bir Hristiyan olamadıysa da inanmak için ölümüne çabalamış bir eski Yahudi olarak bir hayli başarılıydı.
İsa ile Kudüs’e geldi, Golgotha tepesine yürüdü ve o babası ile buluştuğunda buna şahit oldu. Kan, toz, acı ve ter ile yoğruldu…Saçlarını koparıp giysilerini parçaladı çok sevilen bir dostu uğurlar gibi uğurladı İsa’yı…Sonrasında ailesinin yanına dönüp ne Hristiyan ne de Yahudi gibi, belki de hepsinden biraz karıştırıp sentezleyerek yaşamaya çalıştı…Olmadı…
Bir gün Roma’ya gidecek olan bir yük gemisine bindi ve ne yazık ki Kıbrıs açıklarında bir fırtına da batan gemi ile sulara gömüldü…İşte böyle bitti Abraham’ın 1. Yaşamı.
Abraham’ın 2. Hayatı
Abraham gözünü ikinci kez aynı coğrafyanın farklı bir köşesinde Osmanlı idaresinde ki Beyrut’da 1890 yılında açtı. Tabii ismi çok farklıydı ama biz karışıklık olmasın diye ona Abraham demeye devam edeceğiz. Bu sefer bir Maronit ailesinde dünyaya gelmişti ve Katolik olarak vaftiz edilmişti. Hali vakti yerinde bir tüccar olan babası, aslında Antakyalı olan annesi ve iki kız kardeşi ile güzel deniz görür bahçeli bir evde yaşıyorlardı. Herhalde mutlu bir çocuk olmalıydı ki günlerini sarı taşlı üç katlı evde, yeşil bitkiler ve ağaçlarla dolu bahçede veya kilise okulunda geçiriyordu. Her şeyi dengede , anne babanın, çocuğun, kadının ve erkeğin görevlerinin belirli olduğu, sınırları bilinen, duyusal anlamda nispeten daha güvenli zamanlardı.
Beyrut güzel ve değişken bir şehirdi oysa…Rüzgar bir oradan bir buradan eser, haklıyı haksızı, iyiyi kötüyü birbirine karıştırırdı. Dürziler, Maronitler, Rumlar, Ermeniler, Araplar, Osmanlılar karmakarışık bir yığın halinde iç içe geçmiş halde yaşarlardı. Birbirlerini sevmezlerdi bu kesin ama işte iyi kötü yaşamanın bir yolunu bulmuşlardı. Her şeyin süt liman olduğunu söylemiyoruz tabii ki bu arada…
Çocuk Abraham için ise çok tuhaf ve anlaşılmaz bir eşitlik ve aynılık söz konusuydu. Herkesin evi, adetleri, inançları çok çok farklı olsa da o asla bu farkı göremezdi. Gökyüzünün değişmez maviliği gibi güvenli ve tanıdıktı Beyrut’ta hayat…Çarşının seslerine karışan ezanın ve çanın, konuşulan onca farklı lisanın bile aynı olduğuna yemin edebilirdi…İşin tuhaf tarafı ise farklı lisanları doğru anlama yeteneği idi…Onun için dahi denebilirdi belki günümüzde de böyle olsaydı…Ancak zaman içinde Abraham büyüdükçe mükemmel lisan öğrenme yeteneğine karşılık algısında büyük yanlışlıklar olduğu anlaşıldı. Bu durum o yıllarda yaşayan biri için gerçekten çok üzücüydü.
Abraham’ın algı yanlışları ;
1- Mevsimler değişmiyor zaman geçmiyordu her şey aynıydı…Soğuk, sıcak, yağmur, fırtına birbirini kovalayan mevsimsel değişikliklerle değil aynı kaptaki suda oluşan farklı hareketler gibi dış etkenlerin etkisiyle oluyordu.
2- Sıcak ve soğuk, iyi ve kötü birbirinin zıttı değildi sadece çeşitli durumlardı. Zıtlık diye bir şey yoktu.
3- Kilise, cami ve havra aynıydı, ibadetler arasında hiçbir fark yoktu, sadece farklı mimari zevkler vardı.
4- Tanrı tek ise ona giden yol da tekti, dolayısıyla Abraham için farklı dinler, mezhepler, tarikatlar yoktu…
5- Sahip olma hissi onda yoktu bu yüzden daha çok eşyaya ve paraya sahip olanın neden daha az olandan mutlu olması gerektiğini anlayamıyordu.
İşte bu listeyi uzatmak mümkündü Abraham için…Öte yandan anlaşılacağı üzere çocukken sevimli görünen bu temel yanılgılar büyüdükçe sinir bozucu bir sorun haline geldi. Ailesi ruhsal bir bozuklukla doğduğuna inanmaya başlamıştı ve bu yüzden ondan fazla bir şey beklememeyi tercih ettiler.
Abraham için geçmeyen ama herkes için geçen zamanda ailenin reisi öldü, kız kardeşler evlenip gittiler, ev mülk tek erkek evlat olarak Abraham’a kaldı. Bu sorumluluk altında iyice ezilerek yolunu şaşıran orta yaşlı adam giderek kuruyup giden bakımsız bahçenin ortasında ki bir zamanlar çok güzel olan eski harap evde yitip gidenlerin acısıyla anlaşılmaz acılar içinde öldü.
Abraham’ın 3. Hayatı
Artık ismi Abraham olmayan o mutsuz kişi 3. Kez günümüzde Ankara’da dünyaya geldikten sonra son derece yalnız bir çocuk olarak büyümek zorunda kaldı. Mutsuz anne babanın tek çocuğu olmak gibi son derece ağır bir yükü vardı ve cılız bacaklarıyla bunu taşımak çok acı verici olmuştu. Herkesi mutlu etmek istiyordu aslında…Zor doğumunda ebe mutlu olsun diye doğum kanalına girmek için o kadar çaba harcamıştı ki sonunda doğduğunda ağlayacak mecali kalmamış ve annesini istemeyerek mutsuz etmişti. Meraklı bir bebekken ve bir çok şey öğrenmek isterken annesi yorulup üzülmesin diye sessizliği tercih etmiş ve tüm konuşmalarını kendi içinde yapar olmuştu.
Bütün çocuklar gibi okula götürüldüğünde çok ama çok korkmuş yine de okulu çok sevmiş gibi gülümsemeyi başarmıştı. Ders çalışmamanın ailesi için ne kadar dert olabileceğini görünce bütün benliğini çalışmaya, öğrenmeye vermişti. Arkadaşlardan kötü huylar edinilebileceği endişesi Anneanneye aitti…Bu yüzden Abraham yalnız olmayı tercih edip kendi kendini oyalamanın yollarında ustalaştı. Baban ile ilgilen, onu dinle, ona arkadaşlık et telkinleri yüzünden yalnız ve alkolik babasının sofra arkadaşı olmuş, vaktinden önce bilgeleşip hayat ile arasına duvar örmeyi başarmıştı.
Abraham bir yetişkin olduğunda iki şeyden kesinlikle uzak durdu; Alkol ve insanlar…Böylece bildiği, tanıdığı aile çevresinin insanları doğal süreçte ölüp gittikçe anılarla dolu bir evin soğuk duvarları arasında kaldı…Albümler, anı eşyaları, çerçeveli fotoğraflar, eski taş plaklar arasında çaresizce otururken Abraham bir gün Tanrının sesini duydu…
“Tanrım lütfen başka hayat başka yanılgı ve başka acı olmasın”
Ve Tanrı Abraham’ı duydu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.