- 319 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
"Yeşil Gece" Üzerine
Karşımda pembe kaşıkçı kuşları. Odamda süzülüp duruyorlar.Hayatları ne kadar da renkli. Ne kadar da tasasız.Tek dertleri uçmak, süzülmek.Belki birkaç tane balık yakalayıp karınlarını doyurmak ve öylece günü geçirmek.
Elbette kendilerince onların da derdi ,tasası vardır. Ama en azından tabloda onlar görünmüyor. Tablo realiteden uzak. Sadece bir hayali yansıtıyor belli ki. Keşke her şey resimlerde göründüğü kadar güzel olsa.
Bu koltuğa oturalı kaç saat geçti habersizim. Zamandan azadeyim. Bütün gün evde pinekleyip durmaktan başka yapacak daha iyi bir iş bulamadım.Yaz günü beni eve kapatmak durumunda olan sebeplerim var.
Dışarıda sağanak yağışlı bir hava, midemde kaynağı belli belirsiz ağrı ve sızılar, cebimde harcamaya değer bulmadığım liralar, insanların çevremden cam kırıkları gibi dağılmış; dağılırken de canımızı yakmış olmalarından dolayı pek de ziyaret heveslisi olmayışım, hep aynı manzarayı görmenin verdiği can sıkıntısı vs. vs.
Yeni bir kitaba başlamamış olmakta koltukta boş boş oturma süremi uzatan vesilelerden biri. Hala dün bitirdiğim kitabın sayfaları arasında zihnimi dolaştırıyorum.
Dün elimde Reşat Nuri Güntekin’in Yeşil Gece adlı romanı vardı. Epeyce bir zamandır elimdeydi. Nihayet bitirmek nasip oldu.
Romanın baş karakteri Ali Şahin adında idealist , inkılap heveslisi bir öğretmen. Ali Şahin’in yolu medreselerden geçiyor ama medreselerdeki insanlarda ümit ettiğini bulamıyor. Romanda mollaların söyledikleriyle fiiliyata döktükleri arasındaki çelişkiye dikkat çekiyor.
Özellikle din adamı sıfatı taşıyan insanlarda bu davranışın olması onun medreselerden uzaklaşmasında çok önemli bir rol oynuyor.
Romanda mantar gibi her ılık ortama hemen uyum sağlayan, nerede olsa neminden faydalanmaya meyilli Hoca Eyüp gibi tiplemeler vardı. Zannımca yazarın en çok ürktüğü tipler bunlardı. Hakkını teslim etmek lazım. Böyle tiplerden kim ürkmez ki?
Şekilden şekile giren ne olduğu belirsiz bir maddeyle kim baş edebilir?
Nitekim yazarı, inkılap yapıldıktan sonra da her zeminde kendine yer bulan bu tipleri yeniden karşısında görmek inkisara uğratmış.
Roman yazılalı neredeyse bir asır olmuş. Reşat Nuri’nin bugünleri göremediğine şükretmesi gerek. En nihayetinde inkısarının artacağına şüphe yoktu. Her yer Hoca Eyüp’lerle doldu da taşıyor bile.
Reşat Nuri bugün yaşıyor olsaydı benim mahalleme de dönüp son bir bakış atarken aynı cümleyi kurmak zorunda kalacaktı.
Gerçi yine yazarın kendi ağzından ;
"Büsbütün değişmek kendi kuruntunuz gibi bir şeydir." cümlesini de okuyoruz ama büsbütün değişmeyi ümit eden de kim? Azıcık değişeydik bize yeterdi.
Şüphesiz Ali Şahin hoca Kur’an’ı uygulayanlara bakmak yerine Kur’an’ın kendine daha iyi eğilip bakabilseydi orada da bu tip insanlardan hiç hazedilmediğini görecekti.
Reşat Nuri’nin maskelerin ardından görünen korkunç yüzler dediği bu mahluklara , kendi
yaratıcılarının dahi tiksinerek baktığını, onlara biçtiği cezanın en ağır olmasından anlayacaktı.
Belki de Ali Şahin hoca bu incelikleri kaçırdığı için inkisara uğruyordu. Yoksa insan bildiği şey için neden hayal kırıklığı yaşasın.
Romanda görünmez bir varlık olarak kadın denilen varlıkların gücünden de bahsediliyor.
Konuya girişi de oldukça duygusal ve tesirli.
Şöyle diyor Reşat Nuri yeşil Gece’de:
"Kadın, memleket nüfusunun belki de yarıdan fazlasını meydana getiren o meçhul ve mağdur alemi niçin o zamana kadar aklına getirmemişti. Kadın çok büyük bir kuvvet. Kadını hiç tanımamış bir adamım. İhtiyar ve alil bir ananın tesirinden kendimi yıllarca kurtaramamıştım. Bugünkü felaketimizde kadını ihmal etmemizin, cahil bırakmamızın, ezmemizin görmemiş olmamızın çok büyük etkisi var. Belki ilimce hepimizden, o alayı teşkil eden bütün erkeklerden daha cahil. Fakat bizim Bulanık aklımızdan şüpheli ilmimizden bir türlü anlayamadığımız hakikati o dertle ana yüreği ile bulup çıkardı ve katiller diye bağırdı."
Bu cümleleri okuyunca konunun etraflıca ele alınacağını düşünmüştüm.Kadınlarla beraber aşılacak yollar inşa edecek sanmıştım. Ama roman beklediğim şekilde ilerlemedi.
Katil diye bağıran o cesur ananın ağzından bir kaç cılız cümleden başka hiç bir ses duyulmadı. Roman boyunca bu ses hep sustu, konuşamadı. Konuşturamadı Reşat Nuri bu anayı bir daha.
Romanda bu konuyu ele alışını oldukça zayıf buldum. Sadece söylemde bırakıp bir kaç paragrafla bu iş geciştirilmiş.
Kadını kitabın sonraki sayfalarında fitne işlerinde kullanılırken görüyoruz.
Hâlbuki Reşat Nuri gibi zeki ve çok iyi bir romancının bu konu üzerinde kalemini daha fazla konuşturmuş olmasını beklerdim.
Ve bir kadın olarak da bundan emsalsiz bir lezzet duyardım.
Romanda beni en etkileyen bölüm ve en çok düşündüren bölüm komiser Kazım Efendi’nin başına gelenler oldu. Roma’nın hangi bölümünü okusam sanki Reşat Nuri bugün yaşıyormuş gibi hissettim.
Komiser Kazım efendi kuvayi milliye birliklerine katılmış ama sonunda Yunan askeri tarafından öldürülmüş birisi. Köy Yunan kuvvetlerinin eline geçiyor.
Şöyle diyor Kazım efendi ile ilgili bölümde: "komiser Kazım efendi çok kötü bir şekilde öldü. Kazım Efendi’nin evi koleralı gibiydi halk yardım etmiyordu.12 yaşındaki oğluna bakkal parayla bile ekmek vermiyordu."
Kazım efendi gibi nice yiğitler vatanı, milleti uğruna canını verirken; vatanın en sıkıntılı zamanlarında görevden kaçan Cabir Bey, Eyüp Hoca, Hacı Emin gibi insanlar her düzende kendilerine yer bulabiliyorlar.
Romanın sonunda Şahin bey yıllarca öğretmenlik yaptığı Sarıovadan ayrılırken ardına bakarak şöyle diyor:
"Çok doğru söylemişler... İnkılap dediğin şey bir günde olmuyor."
Ne kadar güzel bir cümleydi o. Sanki bütün kitap sırf bu cümleyi söylemek için yazılmıştı.
Reşat Nuri’nin kitaplarında işte bu cümle kitabın cümlesi dediğiniz cümleler var.
"Korkarım ki memleket daha birkaç yüz sene bu yobazların elinden kurtulamayacak."
"Böyle işlerde kemiyetin ehemmiyeti yoktur."
"Hak ve hakikatten kuvvet alan şuurlu tek bir insan bir sürüyü kendine ram edebilir."
Velhasıl yeşil gece romanı toplumsal gerçeklikler üzerine yazılmış iyi bir roman bence. İnsan karakterlerini iyi çözümlemiş yazar. Yani insanımızı çözmüş.
Reşat Nuri bu günde gelseydi yeniden Yeşil Gece romanını yazacak materyaller bulacak, yine aynı eseri meydana getirecekti.
Çünkü zaman hep aynı yere doğru akıp durmuş memleketimde...
Cemile Ülkü