- 319 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Benim hayalim2
Sabah hiç olmadığı kadar hasta hissediyordum kendimi.Açtığım gözlerim dünün verdiği aksiyon sebebiyle yanıyor, batıyordu.Ağzımda paslı bir demiri yalamışım da damağımda onun tadı kalmış gibi yüzümü ekşittim.Kemiklerim ağrıyor sanki inat ediyordu yatağa dönmem için.Sabahın ayazı geceliğimin üzerine giydiğim ince hırkayı yok sayar gibi işliyordu tenime.Avuç içime aldığım kahve fincanından bir yudum alırken kargaların oturduğum balkonun üzerinden birbirleriyle kavga edişini duyuyordum.Soğuk yalarken yüzümü ıslak bir dil misali ben acele etmeden kahve fincanını oturduğum sandalyenin önündeki çiçek desenli örtülü masaya koydum ve içeri geçip yatağımın ucundaki komidinden telefonumu aldım elime.Elime aldığım telefonla uzun süredir tuşlamadığım numarayı tuşladım.Heyecanla
’’Merhaba ben bir hafta kadar gelemeyeceğim.’’
Yok yok endişelenmeyin lütfen iyiyim sadece biraz dinlenmeye ihtiyacım var.’’
İki hafta mı?’’
’’Ah çok teşekkür ederim.’’
’’Tabi tabi siz de kendinize iyi bakın lütfen.’’diyerek kapatmıştım telefonu.İnceledim odamı sanki burada yaşamıyormuşum gibi.Öyle çok büyük değildi odam ama kutu da sayılmazdı.Yatağımın ucundan sarkan tül 36 yaşındaki bir kadına yakışmayacak kadar çocuksuydu.Aklıma gelmişken neden kaldırmamıştım onu.Üç saatlik uyku ile ya vardım ya yoktum ya uyumuştum ya da ben uyudum sanıyordum.Gözlerim kapalı da olsa peşimi bırakmayan düşüncelerim yakama yapışmış bana uykuyu çok görmüş gibi hesap soruyorlardı.’’Uyumak senin neyine be!’’dediğine bile emindim oysa ki odamdaki eşyaların canlanıp bir ara bana konuştuğuna.Karşıydı her şey bana en az kendime karşı olduğum kadar.Kabuslarıma şahit olmuş biricik yatağıma yaklaşmış kolumu yatağın üzerinden sarkan tüle uzatırken bir an durup ’’Yapamam.’’demiştim sesli şekilde.
’’Bir sebebi vardır illaki.Eğer bugüne dek kaldırmadıysam vardır sebebi.’’diye devam ettim sözlerime durgun, yorgun ve biraz da aciz.Uzun süredir aklıma gelmemişti bu aciz kelimesi.Arkamı dönüp yatağın ucundan destek alarak yavaşça bırakmıştım kendimi yatağa.Uzun zamandır sorgulamıyordum ve bir eksiklik hatta boşluk hissediyordum.Neydi bu boşluk?Kafayı yedirtir miydi insana?Dün yüzümü yolarken en az bir kişi bile yaşamamış mıdır böyle bir anı?Yoksa deli...’’edemedim sözlerime devam.Unutmaktan korktuğum bir şey varsa o da ondan da üstün olan aklımı kaybedip deli olma düşüncesiydi ve ben bununla yüzleşemeyecek kadar korkaktım.Kendimden,sorunlarımdan ve hatta unutmak istediğim duygulardan bile kaçacak kadar korkak...Şöyle bir baktım odama.Ev değil miydi insanın en rahat ettiği ve güvende hissettiği yer ama benim bu dünyada kendi evimi geçtim kendimi ait hissettiğim küçücük bir delik bile yoktu.Sadece boşluktu varlığım ve ben o belirsiz varlığımla bu dünyada sırtımda bir yük avare avare dolaşıyordum ve çoğu zaman ayağım yere düşmüş bana takılıyordu düşüyordum.Yürüdüğüm sokaklar sanki beni tükürüyor yanından geçtiğim insanlar sanki beni tanıyormuşçasına yan yan bakışlarını yakalıyordum.Yoksa onlar da mı görüyordu içimdeki o acıyı o yüzden mi acıyorlardı bana?Hayır hayır olamaz benden başka kimse bana ne dost olur ne de düşman.Bunu öğreneli ise çok olmadı.Güçlü gibi görünsem de artık rol yapamayacak kadar yorgundum ve bir o kadar da zorlanıyordum. Duygularım birinin üflemesi ile yıkılacak iskambil kağıtları gibiydi bunu kemiği olmadığı halde kırılan kalbimle hissediyordum.Basit olan yaşama amacımızı çözmüşken egolarımızın ve ona ters mütevaziğimizle verdiğimiz savaşta yaşlanmayı beklemek olduğunu bildiğim halde nedendi bu inatçılığım.Aykırılığım?Başkaldırışım?Birazcık düşündüm de bu kafayla yaşlanacak kadar şanslı olabilecek miydim?Hiç sanmıyorum.Oysa insan istemez miydi en iyisini en güzelini?Yaşadığı yeri güzelleştirmeyi.Ben dünyamı cennete çevirmek istemez miydim oysa?İstemez miydim kasvetli bir apartmanın balkonuna sevgiyle dikilen bir çiçek kadar özel olmayı?Peki elinde sadece acı olan birinin elinden tatlı bir şeyin çıkması mümkün müydü?Kafamda bitmeyen senaryolar dönüyor kulağımda hiç susmayan mırıltılar..Bir paçavra gibiyim köşeye atılmış kimsenin sevmediği varlığını hissetmediği hissetse de önemsemediği bir paçavra.En acısı da beni paçavraya dönüştüren eller benim ellerim.İçimdeki mutluluğu öldüren katil bu odada benimle yaşıyor ve ben buna razı oldum.Derin bir nefes aldım gözlerimi kapatarak.Düşüncelerime su serpmesini istediğim türden rahatlatacağını umduğum türden bir nefes.Gerçekten nefes aldım o an.Gözlerimi açtım ve odayı inceledim bir süre.Balkonda duran sıcak kahvemin üzerindeki buharın dışarıdaki havaya karışmasına bir olmasına aldırış etmiyordum.Onlar sıcak soğuk sevişirken ben yine yalnızlığımla oturmuş makyaj aynamın önünde yazmak harici bir şey yapmadığımla yüzleştim.Saçlarımı bile aynaya bakmadan tarardım ki oysa uzun sağlıklı saçlarım vardı.Belki de Masal gibi kısacık kestirmeliydim ama var mıydı ki ben de o yürek?Masal demişken iki hafta boyunca etmez miydi beni merak?Üç hafta devamlı konuştuğu kadın için ne kadar endişe edebilirdi ki hem sonuçta ben kalbini kırmıştım diğer herkes gibi.Ben de hissediyordum yüreğimde bir ateş ama yakan cinsten değil sanki soğuk buz tutmuş kalbimi ısıtan cinsten.Emin bile değildim bu duygulardan allak bullak olmuştum rafıma kaldırdığım toz tutmus eskiden hissettiğim duygularla yüzleşirken.Bir hakim olsaydı eğer, içimde verdiğim davada mahkeme salonundan beni dışarı atardı kesin.Kendime karşı yalancı şahitlik yapıyorum diye belki de elindeki dosyaları indirirdi kafama.Gözüme makyaj masamın önünde kapağı açık onun için sabahladığım yüzümü o sinirle yara bere yaptığım sebebi günlüğüme takıldı.Bir hışımla kalktım oturduğum yataktan ve makyaj masasının üstündeki açık günlüğü sert bir şekilde kapatıp attım bir köşeye.Sonra gözüm onun düştüğü yerin yanındaki tabloya takıldı, doğa manzaralı bir yağlı tabloya.Benim ilk çizdiğim tabloma.Lisede yaptığım bu tabloyu hiçbir zaman ne asmaya layık görmüştüm ne de atmaya kıyabilmiştim.Bir köşeye koymuş orada unutulmasını beklemiş gibiydim.Unutmama konusunda hassas olan ben o köşede unutmuştum tabloyu.Tabloya doğru eğildim tozlanmış çerçevesine dokundum,parmak uçlarımın toza bulanışını izledim.Üstüme sildim tozları ve köşeden iyice çıkarıp önümde tuttum ayakta dikili.Usulca sanki hırpalanmış bir sokak hayvanına güven vermek istercesine dikkatle eğildim karşısına ve izin verdim anılarımın beni avuçlarına almasına. Tek korkum ise anılarımın beni avuçlarının içinde sıkıp boğmasıydı.Tablodan destek alarak bu sefer oturdum karşısına ve uzun uzun inceledim eserimi!Ne kadar eser denilebilirse işte!Lise ikide okulun izni ile çıktığımız bir gezide öğretmenin bize yanımızda tuvallerimizi getireceğimizi ve resim dersini burada yapacağımızı söylediğini çok net hatırlıyordum.Ben çizim yaparken arkadaşlarımın fısır fısır konuştuklarını ve beni de aralarına katıp şenliklerine ortak ettiklerini hatırlıyorum.E şubesinden Özgür’ün Demet ile çıktığı dedikosunun yapıldığını ya da öğretmenin bizi konuşurken yakaladığı zaman ’’Elleriniz çalışsın elleriniz dilleriniz değil.’’dediğini hatırlıyorum.Ben çizimimi yaparken güneşin tenimi okşamasını ve rüzgarın kulağıma şarkılar çaldığını hatırlıyorum.O gün uzun zamandır tatmayı unuttuğum o duyguyu hatırlıyorum.
’’Mutlu olmayı.’’diyorum sesli şekilde kendimi mırıldanırken yakalıyorum.Önümüzde duran çınar ağacının heybetli duruşu ile çevresindeki çiçeklere babalık yaptığını hatırlıyorum.İlkbahar mevsimi olduğu için mis gibi kokan binbir çiçeğin arasında papatyalardan kızlarla kendimize taç yaptığımızı hatırlıyorum.Erdal’ın utanarak örgülü saçlarıma arkadan yaklaşıp kendi elleriyle yaptığı papatyadan tacı beceriksizce koyup kaçtığını hatırlıyorum.Kızlarla güldüğümü hatırlıyorum.Tablodaki büyük heybetli çınar ağacını binbir çiçeğin süslediği ortamı ve resmedemediğim misafirperver rüzgara bakıyorum birçok şeyi hatırlıyorum ve sonrası karanlık.Sanki tuttuğum çıkardığım tozlu raflardaki anılarım hapşırtıyor beni.Gülümseyıp yarım yamalak bırakıyorum elimdeki tabloyu kenara yine ait olduğu yere çünkü hala onu asacak cesareti bulamıyorum kendimde.Oturduğum yerden kalkıp odaya tekrar bakıyorum yine.Az eşya az insan çok huzur diyen Kafka’yı mezarından çıkarıp ’’Nerede benim huzurum?’’diye sormak istiyorum o an.Az eşyanın olduğu odada bir tane bile huzur kırıntısı arayamadan dönüyorum geri balkona.Az önce oturduğum ahşap sandalyeme geçip soğuyan kahveme bakıyorum.Üzerindeki buharı küsmüş gibi bana çoktan uçup gitmiş.Kargalar sanki miras kavgasına tutuşmuşçasına
’’O benim simitim bu senin böreğin’’der gibi cıyaklıyor.Soğuk kahvemi yudumlarken irkiliyorum bir an ve sanki içimdeki kaygı içtiğim kahvemin tadına geçmiş de zehir içmişim gibi buruşturuyorum yüzümü.Bu hayatın parçası şu hayatın cilvesi yok alınyazısı diye diye mutsuzluğumuza kulp taktığımız geliyor düşüncelerim arasından.Alınyazısı?Önceden mi yazılırdı bu yazı?Hiç bu kadar ihtiyaç duyduğumu hatırlamıyorum bir silgiye.Zaten şu hayatın bana bir güzellik yaptığını da görmedim varsa yoksa çirkinlik benim çirkinliğim kendime yetmezmiş gibi diyerek geçiriyorum içimden.Oysa kıvırcık omuzlarıma kadar uzun saçlarım,kahverengi hatta kehribara çalan gözlerim ve narin köprücük kemiklerimle hiç de değilim çirkin ama insan alıştırınca kendini bir düşünceye zamanla inanıyor gerçeği bile inkar ediyor.Belki de benim hastalığım budur.Aman Allah korusun hastalık mastalık almayım ağzıma korkularımın olduğu listede başını çekiyor.Oturduğum yerden kalkıyorum masada duran kahveyi de yanıma alıp yatağımın baş ucuna koyuyor geçiyorum yatağıma.Cenin pozisyonu almış tüm duygularım temsili misali yatıyorum öyle.Duygularımın vücuduma hücumu ile huzursuzluğun konak yaptığı kalbimin yer yer sıkışmasıyla uzanıyorum sadece.Küçük bir çocuk misali o an içimden birisi başımı okşasa keşke diye geçiriyorum o çocuksu şımarıklığımla.Yılların bana kattığı inat,huysuzluk ve çirkinlik bunu yatağa geçince daha derin hissediyorum.Hüzünlü gemilerim kalkıyor içimden limanlar boşalıyor insanlar ağlıyor giden sevdiklerinin arkasından ve ben orada bile yalnız tek başımayım.’’Yapayalnız.’’ diyebiliyorum yine sesli.Dağlanan kalbime kızgın demirler ile vursalar da ruhumu küçük daracık bir odaya sokup işkence de etseler susuyorum.Ben düşünürken balkonun açık camına bir karga konmuş bakıyor içeri ’’Ne yapıyor bu?’’der gibi.Karga bile halime acıyor diyip yattığım yerden doğrulup sırtımı balkondan gelen soğuğa veriyorum.Benim kalbim mi daha soğuk yoksa sırtıma vuran soğuk mu?İkisi savaş verirken uykuya dalmak istiyorum sonucu merak etmeden.
*********** ************ **************** *************** *************
Gözlerim yarı uykulu, mahmur yattığım yerden doğrulurken sırtıma yediğim soğuğun sırtımı kaskatı yapması ile tutuyorum sırtımı.Kütük gibi olmuş sırtıma biri içeri girip sopa ile vursa sopa kırılacak neredeyse.Sırtımı tutmuş yatakta doğrulurken açık balkon kapısına bakıyorum ovuşturduğum gözlerle.Kızıla çalan gökyüzü akşam saatinin geçtiğinin habercisi.Kızılcıklar kadar parlak ve keskin bir kırmızı bu.Çıplak ayak uçlarımla basıyorum soğuğu emen yere.Üzerime yatağımın sağındaki dolaptan daha kalın bir hırka geçiriyorum.Günün sevdiğim saatlerine bile düşman kesildim bir günde.Rutinimden şaşan ben ne yapabilirim diye düşünürken yine acizsin sözleri yankılanıyor beynimde, adeta çınlıyor.Balkona çıkıp bu doğa harikasını tablolarımdan birinde ölümsüzleştirmek geliyor aklımdan.Hem anı ölümsüzleştirir hem beni üzen düşüncelerden uzaklaştırır kısa bir süre de olsa edasıyla bilgiçlik taslıyorum kendime.Bir taşla iki kuş vurmak bu olsa gerek diyemeden yağlı boyalarımın yerini bulamadığım için yine sinir krizlerinden birini yaşıyorum.Yerini bir türlü hatırlayamıyorum paletin boyalarını ya da resim önlüğümün yerini...Elime ne geçtiyse odada atıyorum kenara yorulmuyorum attıkça atasım kırdıkça kırasım geliyor.Hızımı alamayıp bu sefer makyaj masamın çekmecesinden büyük bir makası geçiriyorum elime.Bakmak istemediğim düşman olduğum saçlarımı kesiyorum sanki yılların yaşanmışlığı yokmuş gibi saçlarımda.Gözyaşlarımla düşüyor yere kesilen saçlarım ve bir yere bakıyorum ayak uçlarıma düşmüş saçlara bir de aynaya bakıyorum orantısız kesilmiş kimisi uzun kimisi kısa saçlara.Elimdeki makası fırlatıyorum aynaya.Görmek istemiyorum kendi görüntümü şuan görmek isteyeceğim son kişiyim.
********** ****************** *******************
Evdeki her aynanın üstünü kapattım örtü ile tahammülüm kalmadı kendi görüntümü görmeye.Ne zaman yemek yedim hatırlamıyorum bile.Başıma geçirdiğim bandanayla sanki on gün önce saçımı kesmemişim gibi dolaşıyorum evde pişkin pişkin.Cansız ruhsuz.Yemek yesem bile yediklerim tuzsuz.Eskiden içimde bitmek bilmeyen eğlence cümbüşlerinin yerini cenaze törenleri almış gibi.Yokuş çıkmışım gibi bazen soluğum hızlı hızlı hırıltılı...Bakışlarımda büyük bir ağırlık var kirpiklerimin bile isyan ettiği...Sessizliğin verdiği gürültüye kalmadı tahammülüm.Yüzümdeki yaralar yavaş yavaş geçmiş ufak tefek morluklar kalmış kan oturmuş yerlerin yerine.
***************** ******************* **************
Sabahın 9’u ben yine metrodayım.Ceketimin iç cebi boş bu sefer.Kimsenin öyküsü ile ilgilenmiyor kendime verdiğim sözü tutmaya çalışıyorum.Farklı yüzler arayan gözlerim kaçıyor biri ile göz teması kurmaktan o kadar korkuyorum.Yanıma biri oturuyor cam kenarında bakıyorum usulca.Söze girişiyor heyecanla
’’Uzun süredir bekledim seni.Neredeydin abla?Yeni bir imaj mı deniyorsun bandana yakışmış.’’diyor şen sesiyle.
Ona çevrilen bakışlarımdan sonra yüzü asılıyor enerjisi düşüyor.Yüzümü inceliyor hüzünlü gözlerle.Bakışlarımı çeviriyorum öte yana.
’’Biraz yoğundum.’’diyebiliyorum sadece.
’’Yüzüne ne oldu?’’diyor cesaretini toplamış ama bir o kadar ürkek sesiyle.Susuyorum.Susuyoruz karşılıklı ve o an konuştuğumuz anlardan bile daha verimli geçiyor konuşmayışımız.Ayağa kalkıp inmem gereken yerde inerken Masal’a dönüyorum.
’’Gelmeyecek misin?’’
Masal benim sözümle kalkıyor yerinden ve o birkaç santim mesafe arkamda ,yürüyoruz birlikte.Ağaçlar sanki kollarını açmış yol gösteriyor bize.Biraz yürüdükten sonra aile çay bahçesi gibi bir yerde duruyorum.
’’Gel.’’diyorum gülümseyerek.Güneşi nefes aldığımızı bilmek istercesine kafenin bahçesine yerleşip iki çay istiyoruz.
’’Kaza olmadan önce, yani bir zamanlar ben de normal bir hayat yaşarken buraya gelirdik ablamla.Onu toprağa vereli üç sene oldu ben öleli daha fazla ve sanki tekrar uzaktan el sallayıp koşar adımlarla gelecek de ben de ’’Aman abla çocuk gibisin az ağırbaşlı ol’’diye onu azarlayacakmışım gibi bekler dururum.Ama ne o gelir ne de ben vazgeçerim onun buraya gelmeyeceğini kabullenmeyi.Acılardı hani bizi biz yapan,hani daha güçlü olurduk bu sınavlarla? diye düşünür dururum işte burada.’’
Bu sefer ben konuşuyorum Masal dinliyor beni ama benim ona baktığım gibi hayranlıkla değil dolu gözlerle.
’’Uzun süredir hatırlayamadığım bazı şeyler var.İlk önceleri tarih atmayı günlük tutmayı unutuyordum sonraları yatmadan önce süt içmeyi ya da ilk önce süt içmeyi unuttum bilmiyorum.’’diyordum karışmış kafamla.’’Yemek yemeyi unutmaya başlar oldum ve unutmaktan korkan benin unutmadığı tek şey acılarım.Üç sene önce ailemi ablamın nişanına giderken kontrolünü kaybeden kamyonun birinin arabamıza girmesi ile kaybettim.Paramparça olmuştu onlara her gün sarıldığım vücutları benim duygularım gibi parça parça.Cenazeyi yıkamak istediğimde ise aklımı kaybedip cinnet geçirecek noktaya gelince beni o gün sakinleştiriciler ile tuttular ayakta ve ben bir sene hastanede yatmak zorunda kaldım.Aklım yerinde değildi,ruh halim ise ondan da içler acısı ve benim kendime sormaktan bıkmadığım bir soru var devamlı.Hastanede yatarken de devamlı düşündüğüm ve düşünmekten bıkmadığım bir soru.Ben o gün onlara erken gidin hazırlıklar var ben sonra geleceğim diye göndermeseydim yaşayacaklar mıydı?Ben zamanı ayarlayamamış bir şımarık değil miydim o an?İşte şimdi bu acıyı tek başıma yaşıyorum.Ağırlığı o kadar fazla ki bazen nefes almak bile onların bana bıraktığı borçmuş gibi geliyor.Ve ben annemin yüzünü hatırlayamıyorum,ablamın gülüşünün sesini babamın kokusunu unuttum.Acılarının yasını tutmayı unutamadım ama onların varlıklarının yavaş yavaş hafızamdan silinişe izin veriyorum.Hangisi daha korkunç ve acımasız ona bile karar veremiyorum.Kabullenemiyorum öldüklerini.Yakıştıramıyorum ölümü aileme.O gündensonra karar verdim.Hiçbir şeyi unutmayacaktım ve yazacaktım günlüklerimi, notlarımı.Hatıralarımda yaşayan ailemi unutarak yine öldüremezdim değil mi?’’
Gözlerimi yakan gözyaşlarımın çenemden akmasına müsaade etmişken söyleyeceğim sözcüklerin de dilimden su misali akmasını arzulamışken duraksıyorum. Masal başını önüne eğmiş akan burnunu çekip başını sağa sola sallıyor o an nasıl tepki vereceğini bilmeyerek ve devam ediyorum sözlerime.
’’Eğer o gün gelir ve beni etmezlerse aralarına dahil onlara hiç kızmayacağım.Zaten kızmak ne haddime.Mezarlarına ziyaret etmeye korktuğum ailemde her zaman korkak olan bendim.Tek bir farkı var eskiden yaşayan bir korkaktım şimdi ise ölü bir korkak.’’ Acı gülümsememe artık dolu gözlerinden akan gözyaşları eşlik ediyor.Konuşacak gibi olurken yutkunuyor boğazına bir şey takılmış da su içse geçecekmiş gibi.
’’Ben varım.’’diyebiliyor sadece.Teselli cümlelerinin en tutması zor olduğu kadar en güçlüsünü söyleyerek ve tekrarlıyor.
’’Ben varım.’’
*************** **************** **************
‘’Sence de bugün hava güzel değil mi abla?Ah canım ablacığım hadi ama yüzünü asıyorsun görebiliyorum.Biliyorsun ben sınavlarımı geçtim seninle rahat rahat gezebiliriz.Bu arada evine davet etmeyecek misin beni?’’
Masal heyecanlı konuşurken ben başımı ondan yana çevirmiş bir kulağım onda yüreğim başka tınıda sessiz duruyorum.Oturduğumuz bankta yan yana oturmuş ama sanki o benden yana yabancıymış gibi uzağım ona.Başını omzuma koyup oturduğumuz bankta parmağı ile yukarıyı işaret ediyor.
’’Kuşların derdi var mıdır sence?’’
Bu garip soru karşısında kaşlarımı havaya kaldırıp dönüyorum koyduğu başını rahatsız etmeden.
’’Kuşlar?’’
’’Onlara baksana ne güzel uçuyorlar sanki hiç dertleri yokmuşcasına.Süzülüyorlar havada ve bazen yarışırcasına birbirlerine ötüyorlar.Ürkekler,bir yabancı yanına yaklaştıklarında hemen uçup gidiyorlar.Ah be abla!’’
Bana dönerek bir iç çekiyor.
’’Ne şanslı bu kuşlar.’’
’’Öyle mi dersin?’’diyebiliyorum biraz cılız ama yine biraz kırıntısı kalmış yaşama sevincimle
’’Yani isterdim bir kuş olmayı.İstediğin yere bedava seyahat ediyorsun.’’
Gülüyorum son cümlesine
’’Senin istediğin başka şehirlere gitmek mi yoksa sevmediğin birinin yanından açıklama yapmadan uçup gitmek mi?’’
Parmaklarını çenesine yerleştirmiş bir çocuk misali
’’İkisi de o kadar güzel iki seçenek ki karar veremiyorum bir türlü.’’Yine gülüyorum bu neşeli tavırlarına.Biliyorum amacı yüzümü biraz olsun gülümsetebilmek ve bunu kim bilir ne dertleri varken yapıyor.Düşünüyorum kısa da olsa o an ve geçiriyorum içimden nankör olabilir miydim ben?Bencil?Bu kadar uğraş vermesine rağmen ben niye inat ediyorum mutsuzluğu seçmeye?.Bu çabaya karşılık vermem gerektiğini biliyorum biliyorum da bilmeme rağmen yapmam gerekeni yapamadığım için bir de üstüne nefret ekiyorum mutsuzluk dolu bahçeme.Gözyaşlarım ile suluyorum acı meyveleri ve hiç korkmuyorum onların büyümesinden.İçimde filizlenen acılarımın olgunlaşmış meyvelerini elime alırken.
’’Bildiğim kadarıyla kuş olsaydın balerin olma şansın hiç olmazdı.’’
’’Sanki şimdi olabileceğim.’’diyor bu sefer kendiyle alay edercesine
‘’Neden olamazsın?Sen demedin mi bana geçende ‘’Kestirip atıyorsun sana çok uzak gelen oluru olmaz seçenekleri en basitinden indiriyorsun imkansıza.İşte biz insanoğlunun en büyük eksikliklerinden biri.Sana imkansız gibi gözüken bir başkasının yaşama amacı olabilir.’’
Gülümsüyor.
‘’Unutuyorum diyorsun ama söylediklerimi ben hatırlamazken sen harfi harfine hatırlıyorsun.’’
‘’Olamam işte.’’
Bir süre sustuktan sonra dönüyor büyüyen gözleriyle
‘’Ben eski ben değilim.’’
‘’Eski sen nasıldı?’’
‘’Güzeldi.Annesi vardı en önemlisi.Belki de onu güzel yapan annesiydi.Birlikte en sevdiğimiz şey balerinleri izlemekti televizyonda.Öyle hayran bakardı ki o balerinlere kıskanırdım tanımadığım o insanları.Bir gün annem sanki hislerimi hissetmişçesine bana dönerek’’
Benim kızım da böyle.Prensesler gibi narin,güzel,zarif..demişti açıklama gereği duyarcasına.O öldü, benim prenses olduğum hayalim de onunla birlikte öldü.Ben onunlayken prenses gibi hissederken o yokken bir türlü yakıştıramadım kendime.O yüzden prenses olmanın sayfalarını annem benden gittiği gün yaktım ve hatta düşman oldum masallardaki prenseslere bile.’’
Başını omzuma dayamış ağlarken gözyaşları o gün giydiği çiçekli kırmızı hafif diz üstü elbisesinin ucunu ıslatıyordu.
’’Onun sevdiği nahif kız gitmiş kaba saba biri gelmiş o nahif kızla kavga edip kazanmıştı kavgayı.Kızın yüzündeki yaralar morluklar neyse de kalbinde hissettiği o koca boşluk yıkmıştı sermişti yere onu.Kaba saba bir kız...’’diye mırıldandı.
‘’Sen’’dedi
‘’Hiç hissettin mi yürüdüğün her sokağın çıkmaza çıktığını?’’
‘’Kimisinin çıkış yolu benim için arka sokaktaki çıkmaz yolmuş gibi hissediyorum.Annemi kaybettiğimde böyle hissetmiştim işte.Sanki her yolun sonu bitmiyor bitse de çıkmaz bir sokağa çıkıyor orada kapana kısılıyorum.Bazen de bir labirentte dolaşıyor gibi hissediyorum kendimi.Ama bu sefer minik fareye verilecek ödül peyniri bile yok ucunda sadece acı.’’Dolu gözlerine titreyen sesi eşlik ederken o an ilk defa bana kendi hakkında bir şeyler anlattığını farkettim.
’’Duvarları yıkmak zordur hele ki hemen arkasında sayısı belirsiz duvarlar olduğunu bildiğinde.’’
’’Sen de mi böyle hissettin ablacığım?’’dedi sevgi dolu ince bir tınıyla
’’Ben o duvarların üstüme yıkıldığını hissettim.Ufacıktım karşısında sanki bacak boyunda minnacık bir şeydim.Güçsüzdüm.Başımı her yukarıya kaldırıp baktığımda tırmanırsam belki atlarım oradan arkasında olanı görürüm diye düşünürdüm.Yıkıldı o an o duvar başıma ve ben o harabenin içinde en harap olan parçaydım.Hiçbiri benim kadar kırılmamıştı, parçalanmamıştı.’’
’’İşte.dedim
’’Benim hissettiğim buydu.’’
‘’Ne tuhaf değil mi?’’
‘’Tuhaf olan şey ne abla?’’
‘’Sence boşluk doldurur mu boşluğu.’’
Bu sefer gözyaşlarını kolunun tersiyle silmiş merakla dönmüştü bana
’’Sanmıyorum bu matematik değil eksi ile eksinin çarpımı artı olsun.’’
’’Ama hayatlarımız bir matematik değil mi? ’’
’’Boşluk nasıl boşluğu doldurabilir ki?İki boşluğun birleşimi daha büyük bir boşluk oluşturur.’’
’’İşte bu yüzeysel bir bakış.Senin, benim boşluğum dediğin bir başkasının boşluğunu doldurabilir.Onun boşluğu da senin boşluğuna ilaç olabilir.’’
Mırıldanıyor sözlerimi anlamaya çalışırken başını eğdiği yerden kaldırmadan
’’Bir yapboz gibi mi?Boşluk boşluğu doldurabilir ya ikisi de dolu bulmazsa kendilerine o boşluğu?
’O zaman çekip giderler hiç arkalarına bakmadanPeki sen hissediyor musun?Hissettiğim boşluğa iyi geldiğini. Peki ya ben?İyi geliyor muyum sana bu en depresif halimle’’
‘’Hiç sahip olmadığım ablam gibisin tabi ki geliyor.’’
‘’Ya ama bir gün birimiz giderse?Ne olur o boşluğa?Başkası mı doldurur?’’
‘’Kimse kimsenin boşluğunu dolduramaz ancak o izin verdiği kadar yerleşir bir başka boşluğa ama o boşluk daima boş kalır o giden kişi ile birlikte.’’
‘’Kaybettiğimiz insanların bizde yarattığı boşluk gibi.’’diye mırıldanıyor
‘’Doldurulamayan boşluklar’’
‘’Bir de kendime derim çok farklı bir bakış açım var diye.Senin bakış açını hiç tanımamışım meğer.’’
‘’Bakış açısı çok değişkendir değiştirilmesi de zor.Kim çok kolay şekilde değiştirebilir ki alışkanlıklarını?Yeri gelince tereddüt etmiyor muyuz ya da yeni şeyler denemekten düşünmekten korkmuyor çekinmiyor muyuz evde her zaman yeri değişmeyen koltuğun yerini değiştirirken bile?’’
Ağzımdan çıkan sözlere karşılık geçen gece tül perdeyi dolaba kaldıramayan ben geliyor aklıma gülümsüyorumDoğru doğru olmasına da cümlelerim, dediğim her cümlenin her noktası harfi ama neden söylediklerimle yaptıklarım çelişiyor?Hayatın gizemini çözmüş olmama rağmen yeniliklere kapalı bir zihniyete sahip olduğum için mi korkuyorum?Bu cümleler ona cesaret versin diye ağzımdan çıkarken bile ürperiyorum oysa…Herkese cesaret dağıtan ben sıra kendime gelince ya evde yokum ya da elimin tersiyle itiyorum’’Bu benim’diyerek.Küçük anlamsız gibi görünen düşüncelerin altında yatan derinlikte kaybolurum sonra kendimi bulamam korkusunu yaşamak istemeyen biri olduğumu kabulleneli çok oldu...Konuyu değiştiriyorum onu daha da üzmemek beni de daha da düşündürmemek için.
’’Sen gelmiş beni neşelendiriyorsun ben ise seni ağlatıyorum.’
‘’Ağlayınca yaşadığımı hissediyorum.’’
Bu sefer bana dönerek çatık kaşları ile toparlıyor kendini.O an yüzüne sinirden çok sevimlilik katan kaşlara gülümserken buluyorum kendimi
’’Ben senin kafanı şişiriyor muyum yoksa?’’
’’Ne münasabet küçükhanım bilhassa neşeme neşesiniz ama ben denizine kimsenin istemediği dalgayım.’’
’’Edebi yönün olduğunu bilmiyordum abla.Hem güzel felsefe yapıyor hem de şiirsel konuşuyorsun benimle’’diyor heyecanla
’’Eskiden birkaç kompozisyon deneme yazmışlığım var ve bir de günlüklerim.Derece alan da oldu beğenmeyip köşeye attığım da.’’
’’Eğer yazmaya devam ediyorsan okumak isterim.Çizimlerin kadar güzeldir eminim yazdıkların.
Şaşırıyorum.
’’Çizimlerim?Ah karalamlarım...’’
’’Karalamalar mı onlar birer emek.’’
’’Boş zamanın meyvesi demek daha doğru o kadar özenmedim onlara. Ama sen nerden biliyorsun benim çizimlerimi?’’
’’Ah bilmiyor musun?Birgün metro çok kalabalıktı ve ben senin arka koltuğuna yerleşmiştim.O zaman sen genç bir kadının resmini çiziyordun amatörce de değildi.O kadını kısa sürede nasıl hızlı ve detaylı çizebilmiştin bilmiyorum ama o zamanlarda beri sana hayranım aslında.Küçük bir sapık gibi gözükmüyorum değil mi?’’demişti gülerek.Kahkaha attığımı görünce onun içine serpilen suyun sesini de duymuştum gürültülü kahkahalarımın arasından.
’’Kabul etmek gerekirse hayatımda tanıdığım en ilginç kızsın ama sapık asla. Sana bir sır verebilir miyim?’’
Yan yana oturduğumuz bankta kendini bana dönerek bacaklarını katlıyor ve iri gözlerle ellerini katladığı bacaklarının arasına koyuyor.
’’Sırları çok severim.’
Gülümseyerek ben de ona dönüyorum onun gibi bacaklarımı içe doğru katlayarak
’’Ben her metroya bindiğimde insanların öyküsünü tahmin ederim.’’
’’Nasıl biri olduğunu mu?’’
’’Kişiliğinden ziyade neler yaşadığını.’’
’’Hımm’’
’’Düşünürüm mesleği ne olabilir.Evli mi?Çocuğu varsa tahminen kaç tanedir?Onu özel yapan bir özelliği var mı?O gün yaşadığı duygularının asıl kaynağı ne olabilir?’’
’’Yaşını etmez misin tahmin?’’
’’Sayılarla değil benim işim olsa bile hayatlarının denklemi ve sonucu olabilir?’’
’’Hayat amacı gibi mi?Bunu ben de çok merak etmişimdir biliyor musun abla?Bizlerin asıl amacı ne diye sorar dururum kendime ama hiç senin gibi başkalarınınkini tahmin etmedim.Sanırım o da benim tek algı üzerinden gitmemden dolayı.Tek seçenek üzerinde duruyorum çünkü kendiminkini bulamamışken başkasının amacını bulmaya cesaret edemiyor olabilirim.Tek seçenek bana ağır gelmişken çoklu denkleme çeviremiyorum durumu’’
’’Peki abla sen dedin ya boşluk boşluğu doldurabilir diye.Boşluk başkasının boşluğunda çoğalabilir de haksız mıyım?Hiç böyle bir kişi ile karşılaştın mı?’’
’’İki kişinin acı çekmesinin nedenlerinden biridir işte bu.Evlilikleri bitirir o boşluklar,birbirine aşık sevgilileri birbirine düşman edebilir ya da en ilginci bu duyguya kapılıp kabullenip devam da edebilir o boşluğun içinde yarattığı duygu karmaşasına hayranlık duyanlar.Hiçbir şey kesin değildir insan yaşamında.Bir bakmışsın başkasının boşluğu senin boşluğunun önüne geçmiş kendini avutmuşsun ya da tam tersi o boşluk da benimkinin yanında dert mi demişsin.Duygularından emin olan bir kişi ile bile karşılaşmadım şuana kadar.Sanırım hamurumuza katılırken malzemeler arasına bol bol emin olamama duygusu da karışmış.Sankiler belkiler sanırımlar galibalar doğmuş tertemiz nur topu gibi hayatımızın merkezine.’’
Sadece beni dinliyor hayranlıkla ve sözümü hiç kesmeden.Sanki en sevdiği yazarla söyleyişiye katılmış da o anın tadını çıkarıyormuşcasına
’’Tabi.’’dedim duraksayarak cümleme sağ elimi sallayarak eşlik ediyorum.
’’Bunlar benim kuruntularım ya da gözlemlerim işte ben insanlarda bunları merak eder ve durumlarına göre hikayeler yazarım.Kimisi doğru çıkar kimisi yanından bile geçemez.Ama zamanla farkettim ki insanların beden dili bir türlü ayak uyduramaz onların zorla yaptırmak istediklerine.İnatçıdırlar direnirler.Tereddüt eden eller saklanırlar kimse onu görmesin diye.Dil sarhoş olduğunda beceremez yalan söylemeyi.Ayaklar sallanırlar heyecanını gizleyemezler ama aralarından en inatçısı da gözlerdir onlar yalanı beceremezler.Tabi görene...’’
’’Bence William Shakespeare olsa ben bile bu kadar çözemedim gözlerin gizemini derdi. Her ne kadar ’’Gözler ruhun aynasıdır.’’demesine rağmen.’’
O kadar sesli gülüyorum ki oturduğumuz bankın biraz ötesinde oturan yaşlı bir kadının iğneleyici bakışları ile karşılaşsam dahi etmiyorum sorun.Oysa çok dikkat ederim toplum içinde hareketlerime.Hatta bazen o kadar görünmezmişim gibi davranırım ki buna,başkalarını bile inandırır çoğu kez başkalarının ben orda yokmuşumcasına bana çarpmasına ya da sırada önüme geçmesine izin veririm.Ama bugün burada görünmez olmak istemiyorum.Herkesin anlık mutluluğuma şahit olmasına orada bu durumu tasdiklemesini istiyorum.İkimizin gülüşüne karışmış gizli mutsuzluk harici...
************** ************** ***************
Geçendeki gibi sırtıma vuran soğukluktan ziyade bu sefer bir sıcaklık vurmuştu balkona dönük sırtıma.İnsan pozitif olunca sırtını verdiği yer bile sıcak oluyormuş meğer.İçimden yazın sıcağına iyi gelen serin tatlı bir meltem esiyordu sanki.Uğursuzluğumun yerini beş yapraklı bir yonca bulmuşum da şansım dönmüş gibi yatağın üzerine çıkıp zıpladım çocuk misali.Ama unuttuğum, aklımdan çıkan bir şey vardı. Ayakta dikiliyken hemen zıpladım yatağın dışına ve telefona sarıldım.Sanki telefonda konuştuğum kişi beni görecekmiş gibi üzerimdeki saten pijamayı düzelttim.Açık başıma yatağımın yanında duran bandanayı geçirdim.Son arananlardaki tek numarayı çevirdim.
’’Ah çok özür dilerim Asude Hanım sizi aramak aklımdan çıkmış lütfen bu saygısızlığımı mazur görün.’’
’’Haklısınız sizi aramam gerekiyordu haklısınız.’’
’’Yarın mı?Tabi ki uygunum.’’
’’Müşterinin özel bir isteği var mı peki?Özel bir tema?’’
’’Tamamen benim ruh halime mi bağlı?’’
’’Tamam o zaman sıcaklık kokan bir tablo çizeceğim aklınızda kalmasın.’’demiştim kulaklarıma kadar varan gülüşümle balkonun demirlerine vuran güneş ışığına bakarak.
Büyük bir heyecanla kalkmıştım oturduğum yerden ve odanın ortasında kollarımı açmış etrafımda dört dönüyordum.Uzun zamandan sonra içimde uyanan bir duyguyu hissediyordum tekrar.Yaşama amacı...Koşar adımlarla küçük mutfağıma yönelmiştim.Mutfak biraz dağılmıştı.Metal lavabonun içinde kirli seramik tabaklar,çöptesi olması gereken plastik bardaklar,çatal bıçak,kaşık.Sanki haftalardır girmiyordum.Yok artık haftalarca olamaz.Kaşlarımı çatmış mutfağa ne zaman girdiğimi düşünürken başıma vuran ağrıyla olduğum yere çökmüştüm.Başımı iki elimin arasında tutarken bununla savaşmalısın diye geçirdim içimden.Kalkmalıyım.Savaşmazsam Masal çok üzülür hem de o kadar uğraştan sonra.Yapamam dedim bunu ona.Kendime yapabilirim ama ona asla.Başıma saplanan ağrıyı biraz olsun hafifletmek istercesine daha sıkı bastırıyordum iki elimle deli gibi atan damarlarıma.Gözlerimi kapattım.Masal’ın gülüşünü getirdim aklıma.Pozitiflik eğer ilaçsa benim ilacım Masal’ın şen şakrak hayat dolu gülüşüydü.Kapattım gözlerimi.Ağrıyan başımın ağrısını umursamayarak gülümseyerek düşünüyordum o gülüşü.Gülen tek şey yüzü değil gözleri de gülerdi Masal’ın.Kaşları eşlik ederdi kimi zaman kahkasına ve o aydınlık yüzü en neşeli orkestranın şefi olurdu.Ben sussam bile konuşmaya devam eder sessizlikle heba etmezdi sohbetimizi.Çoğu zaman o konuşurdu.Ben daha çok dinleyiciydim.İç sesim gibi çelişkili konuşurdu kimi zaman sanırım yaşından dolayı daha oturmayan düşüncelerdi bunlar ama severdim ben o çelişkiyi ve anlamsız gibi görünen derin anlamlı felsefe kokan cümlelerini.Ne de güzel de o gülüşü.Kulaklarımı doldurdu o an gülüşü.Sanki bir yerden tanıdık geliyordu bu sıcak gülüş ama düşünemezdim bunu yoksa çömeldiğim yerde baş ağrıma inat gülümseyerek durmam boşa zaman kaybından başka bir şey olamazdı.Soru yok sorgulamak yok sadece tek odak noktası olmalıydı olmalıydı ki hafifleyen baş ağrısını farkedemeyecek kadar mutlu olmalıydım.Gözlerimi birden açıp Masal’ın da karşımda benim gibi çömelmiş ellerimin olduğu yerde onun elleriyle bastığını gördüm.Gözlerimi kapattığımdaki gibi gülümsüyordu bana.Yanımda değildi belki ama bir somut örneğiydi şuan onun verdiği enerji.Yine kapattım gözlerimi gülümseyerek gitsin ki gözümün önünden ben de bugun yine parkta aynı bankta onunla buluşabileyim.
********* ************** *****************
’’Bugün hava çok güzel değil mi?
‘’Yeni bir bahara uyanıyormuşuz gibi.
İkimiz de parkın geniş alanında çimlerde koşturup gülen çocukları izliyorduk.Kimisi elinde kürek kova toprakla oynuyordu kimisi ise kovalambaç.Bir tanesi çekti dikkatimi o an.Durmuş bakıyordu çocuklara uzaktan.Gözlerinden belliydi oynamak istiyordu ama yanlarına gidecek cesareti yoktu.Annesi geldi bir süre sonra yanına.Annesinin gelişi ile dört yaşında olduğunu düşündüğüm çocuk kendini toparlayıp gülümsemişti.Bir şeyler söyledi annesine ve kollarını uzattı.Annesinin dolan gözlerini o kadar net görmüştüm ki aklımdan çıkmayacaktı uzun bir süre.Kızını kollarına aldı ve yanında getirdiği bebek arabasına koydu kızı.Çıkardığı ayakkabılarını yalın ayaklarına giydirdi çorap giydirmeyi unutarak.Gözleri hala nemli bakışları hala yoğundu.’’
‘’Annesi ne kadar da seviyor olmalı kızını.’’dedi Masal beni düşüncelerimden uyandırıken
‘’Her anne sevmez mi çocuğunu?’’
‘’Bilmem.’’demişti omuz silkerek
‘’İllaki vardır çocuğunu istemeyen bir anne baba ama ben hiç denk gelmedim.İstemiyorum da zaten.Kötü olan bu dünyada yeterince gördüğüm kötülüğün yanına bir de bir çocuğun mutsuzluğunu ekleyemem.’’
Bakışlarımız bebek arabasını süren annendeydi.Omuzları düşüktü sanki haddinden fazla ağır bir yük varmış gibi omuzlarında.Daha sonra gökyüzünü süsleyen uçurtmaları gördük.Babasının elinden uçurtmayı almak isteyen şen şakrak kahkahaları ile parkı güzelleştiren 10 yaşlarında sarışın bir çocuğun babasının arkasından koşturduğunu.Sanki çocuk değil babası eğleniyordu, yaşıyordu çocukluğunu.
‘’Keşke.’’dedi Masal bana dönerek
‘’Senin gibi bir yeteneğim olsa da onların bu mutluluğunu çizebilsem.’’
‘’İstersen seni çizerim.’’
Buruk gülümsemesini o kadar net hissetmiştim ki bir şeylerin içimde devrilip kalbime battığına emindim.
‘’Bir prenses olarak hem de.’’
‘’Prenses?’’
’’Sence kısa saçlı prensesler var mıdır?Ben hiç kısa saçlı prenses görmedim.Hepsinin saçları uzun ipek gibi...Ayrıca benim gibi kaba da değil görünüşleri.’’
Sustu bir süre baktı önüne kilitlenmiş ellerine. Parmaklarım yavaşça bandanama gidiyordu o sırada bakıyordu kızarmış burnu ve ıslanmış kirpikleriyle.Yutkunarak cesaretimi topladım.Bandanamın düğümünü çözüp önümde ellerimin arasında tuttum.Bakamadım Masal’a ama dolan gözlerinden akan gözyaşlarını hissedebiliyordum.
’’Sanırım prenses olma şansımı ben de senin gibi kaybettim.’’diyebildim donuk ruhsuz gözlerle
Bana birden sarıldı sanki her an oradan uzaklaşacak arkama bakmadan kaçacakmışım gibi sarmaladı beni.Ellerini orantısız kestiğim düzeltmeyi düşünmediğim örtülü aynaların örtüsünü kaldırıp nasıl göründüğümü merak etmediğim ve bunu düşünmeden günlerce gezdiğim saçlarımın arasında gezdiriyordu.Okşuyordu.O an farkettim ki gözyaşlarım çoktan teslim olmuş bana ben kollarımı kıpırdatmasam da bedenim donuk olsa da gözyaşlarım inat ediyordu duygusuzluğuma.Birden sarılmayı bırakıp bana baktı.
’’Bilseydim ben de senin modelinden keserdim.dedi burnunu çekerken.
Gülümsedim ve birden ayağa kalktım.
’’Gel hadi!’’ diye bağırdım ondan koşar adımlarla uzaklaşırken
’’Nereye?’’dedi şaşkın biraz neşeli ve yaşlı gözlerine tekrar umut dolarak.Oturduğu yerden koşarak geliyordu yanıma.Az önce çıkardığım bandanayı sağ elime alıp sol elimle de yanıma gelen Masal’ın elini tutarak tekrar koşuyordum
’’Lunaparka’’dedim bağırarak yüksek sesle.Bize bakan meraklı gözleri ve birbirlerinin kulaklarına eğilip fısıldaşan insanları görmezden gelerek bir yandan sağ elimdeki bandanayı sallıyor diğer yandan koşuyordum Masal ile.Çocuk gibi.Ablamla yarıştığım zamanlar geliyor aklıma.Okul çıkışı beni alır yürüdüğümüz yolun yokuşunu koşarak çıkar nefes nefese kalır o yarım kalan nefesimize kahkahalarımızı eklerdik.
’’Mirasını devam ettirıyorum abla.’’diye mırıldanıyorum içimden rüzgarın içine karışan ıslak gözyaşlarımla.Rüzgarın şefkatli esmesiyle izin veriyorum silmesine gözyaşlarımı,az önce yaşadığım o mutsuzluğu.
*************** **************** ******************** *****************
’’Abla bekler misin artık?Tamam tamam sen kazandın.’’dedi Asya nefes nefese.Yokuşu çıkarken ellerini dizine koymuş eğilerek kesik kesik nefes alıyordu.
’’Amma mızıkçı çıktın be kardeşim.Bu kadar çabuk pes edersen yolun yarısında durursan nasıl ilerleyebilirsin söylesene.’’
Yine kesik kesik nefes alıyordu Asya az önce tüm enerjisini koşmaya verdiği kızarmış yüzüyle
’’Ama abla sen benden daha büyüksün.Ben senin gibi büyük olsaydım seni geçerdim.’’
’’Küçük ve kısa boylular daha hızlı koşar bilmez misin akıllım?’’dedi ablası yanına gelerek
bilmiş tavırlarıyla dudak bükmüş ellerini beline koymuştu.Aralarında on metre kadar vardı ve ablası konuşmaya devam ediyordu
’’Şimdi ben neredeyim?’’
Asya doğrularak cevap verdi.
’’Yukarıda.’’
’’Sen neredesin?’’demişti parmakla kardeşini göstererek
’’Aşağıda’’
’’Yanıma koşarsan nerede olursun peki?’’
’’Seninle aynı yerde.’’
’’O zaman beni hep takip et et ki kaybetme izimi hep aynı mesafede olalım.Ne sen aşağıda ol ne ben yukarıda.’’
Asya daha 9 yaşındaydı ama iyi anlamıştı ablasının dediğini.Aralarında dört yaş vardı ve ablası onun sadece ablası değil aynı zamanda yarışlarda hep ona kaybettiği rakibi,acıktığında cebinde haftalarca biriktirdiği parayla ona açma aldığı biricik annesi,ağladığı zaman omzunu hiç sorgulamada uzattığı dağ gibi kapısı..Kısacası her şeyiydi ablası onun.O gece Asya rüyasında ablasının gülüşünü unuttuğu biricik ablasının gülüşünü hatırlamıştı.Yattığı yerden kalkarak bacaklarını dizine kadar çekip ağlıyordu sesli,yeni uyanmasına aldırış etmeden.
’’Hatırladım abla.Hatırladım gülüşünü.Hani unutmuştum ya hatırladım bana hayat veren o gülüşünü.Abla hatırladım.’’sayıklamalarının arasına hıçkırıklarından ekliyordu.
’’Özür dilerim abla sana söz vermiştim ne sen yukarıda olacaktın ne ben aşağıda.Ne sen önde olacaktın ne ben önde.Ama ben aptal ben.’’o an kafasına vurmustu yumruk yaptığı sağ eliyle
’’Ah aptal kafam sana verdiğim sözü tutamadım ben o gün sen önden gittin ben ise arkandan.Oysa söz vermiştim sana artık hep aynı hizada olacaktık.’’ağlıyor dövünüyor boş duvarların attığı çığlıkları kendi aralarında sır olarak saklamalarına izin veriyordu.Tuttuğu dizlerini sarmalayarak ileri geri sallanıyor bağırıyordu kendine.
’’Lanet olsun ki bana bir sözü tutmaktan aciz bu kafa.Lanet olsun ki bana artık senin yanında olmayacak kadar sözünün arkasında durmayı bile başaramayan bir aciz bir zavallı ben.Ah abla benim yüzümden oldu o kaza her şey benim yüzümden.Ne olur geri gelin geri dönün bana.’’
Ayağa kalktı Asya saten pijamasını yırtarcasına çekiştiriyor dövünüyor bağırıyordu.Sinir krizi o kadar şiddetlenmişti ki gözü o an sadece hatasından başka bir şeyi görmüyordu.O an verselerdi eline bir ip hiç düşünmeden geçirirdi boynuna.
’’Ah’’diye mırıldandı.
’’Hatırladım.’’diye gülümsedi korkutucu bir yüzle.Yatağa yöneldi ve bir çekişle indirdi yatağının başındaki tülü.
’’Birgün pişmanlık beni ederse deli buna müsaade etmeden geleceğim diye yanınıza bu yüzden bunu hiç çıkarmadım.Benim kurtuluşum da bu tül perde olacaktı.’’dedi Asya.Elinde kalan tül perdeye baktı ve aradı odaları hangi odada kendine idam hükmü vereceğine karar veriyordu.Koştu az önce çekiştirdiği yer yer yırtılan pijamasıyla.Kalorifer peteğine ilişti gözleri.
’’Evet’’diye mırıldandı.Bu oda olacaktı tanık ölümüne.Sonra bağırdı.
’’Yapamam’’dedi.Elindeki tülü yere fırlatıp az önce koştuğu bacaklarda güç bulamayarak bıraktı kendini yere.
’’Ben hiçbir zaman senin kadar cesur olamadım.Sen sözlerini tutarken ben tutamayan oldum..Berbatım.Nefret ediyorum kendimden.Daha kötüsünü hakediyorum.’’
Yere bıraktığı tülü tekrar eline alıp parmaklarında duruşuna baktı.
************** *********************** **********************************
’’Abla ne kadar da güzelsin.’’dedi Asya kapının girişine dayanmış hayranlıkla bakıyordu ablasına ve gelinliğine.Yerinden doğrulup ablasının çevresinde dönüyordu.
’’Ne kadar da güzelsin prensesler gibi.Ah abla ne de güzel yakışmış beyazlar sana.’’
Ablası aynanın önünde gelinliğinin kabarık eteklerini düzeltmeye çalışıyor bir yandan kız kardeşinin sözlerine gülümserken makyajı bozulur mu diye de düşünüyordu tabi bu düşüncesine bir saniye öncesine kadar yenik düşmüştü.Ellerini saçlarına götürüp
’’Prenseslerin saçları benim kadar kısa değil diye düşünüyorum.Kırıklar gitsen diye o kadar uğraş verdim ama bak sanki keloğlana döndüm.’’Asya gülmüştü.
’’Yapma abla biliyorsun ki çok güzelsin.Hem saçların omuzlarına kadar kısacık değil ki.Şöyle düşün kısa saçlı prenseslerin ilki olacaksın.’’
’’Öyle mi dersin?’’demişti ablası ellerini kuaförde saatlerce uğraştırdığı topuz yapılmış saçlarına götürerek.İkisi de aynadan hayranlıkla gelinliğe bakıyordu.
’’Annemin prensesi her zaman sen oldun ben daha çok erkek fatmaydım.Biliyorum ki o gün gelince en çok sana yakışacak.’’Asya ablasının omzundaki açık duvağı kaldırıp ablasının yüzünü örtmüştü omuzlarının üstünden.
’’Hiçbir zaman bu kadar güzel olamayacağım.’’
’’Olamadım abla.Hiçbir zaman ne senin kadar güzel oldum ne de senin gibi prenses ve masal mutlu sonla bitmeyecek kadar haksızlık yapmıştı bana.’’
Asya elindeki tüle dalmış unutmak istemediği halde unuttuğu anılarını getirmişti aklına.
’’Sahi neden kaldırmadım bu tülü onca zaman.Bana seni hatırlatacaktı sözde ama şimdi oturmus sinir krizi ile aklıma geliyorsun hem de intihar edecekken.Bak yaşamadığın halde yine kurtardın beni hem de kendi ellerimden’’
************************** ************************* ********************
Asya sabahın soğuğuna aldırış etmeden yalın ayaklarıyla balkonda durmuş resim çiziyordu.Sanki hayali değilmişcesine karşısında ulu bir çınar ağacı varmışcasına oturduğu binanın karşısındaki hapşırsa toz olacak kadar hürmet edilesi yaşlılıktaki binayı görmezden gelerek çiziyordu.Ara sıra önlüğünün cebindeki telefonunun ekranını kontrol ediyor sanki arama bekliyorcasına heyecanlı düzensiz nefes alışverişine bir iç cekiş ekliyordu.Dün gece sinir krizi geçirmemişcesine bugün resim çiziyordu ve anlamsız mutluydu.İçinde çalan cenaze müziğinin yerini davullar zurnaların çaldığı bir düğün almıştı sanki.Hoplayarak zıplayarak odasına geçip anılara daldığı amatörce çizilmiş tabloyu kaldırıp şövalyedeki tuvalle yan yana getirip karşılastırdı.Yüzü asılmıştı.
’’Resim aynı hatta daha iyisi ama duygular...O günkü duyguları ve bana hissettirdiklerini hissedemiyorum.’’
Omuzları düştü ve cebinden telefonu çıkarıp farklı bir numara çevirdi bu sefer.
’’Beni aramanı bekliyordum.’’
’’Meşgul olmalısın.Daha önce merak etmiştin ya bugün sana resmimi göstereceğim evime gelir misin?’’
’’Sana adresi mesaj atacağım sadece hazırlan senin için birçok şey yaptım.’’
Asya heyecanla dört köşe etrafında dönüyordu.
’’O geliyor.’’diye bağırıyordu.
’’Masal!’’
**************** ********************** ******************************
’’Resimlerini beğeneceğimi biliyordum abla.Peki ya yazdıkların?’’
’’Onlar karalamalardan ibaret’’
’’Hani karalamalar diye hitap ettiğin ve evde bana gösterdiğin muhteşem resmin gibi mi?Yapma abla’’diye gülmüştü Masal ayaklarını her zaman oturdukları bankta sallayarak
’’Bir zamanlar ablam beni çizmişti ama pek benimki gibi olmamıştı.Sonuçta onun ilgi alanıydı farklıydı benim farklı.’’
’’Ne çizmiştiniz ablanla?’’
’’Bilmiyorum onu hatırlamıyorum.’’
Başıma saplanan ağrının sağ gözüme vurmasıyla gözlerime inen perdenin kulaklarıma dolan çınlama sesiyle alkışlarla kapanan bir oyun sahnesini yaşıyormuşcasına kaybettim kendimi.Görebildiğim Masal’ın korkan gözleri ve
‘’Abla iyi misin sözleriydi.’’
******************** ************************* ************************
Bedenimi ele geçirmiş yorgunluğumla yattığım yerden doğrulurken soğuk bir örtünün çıplak kollarıma temasını hissettim.Gözlerimi hafifçe araladığımda başımda kimse yoktu.Duvarları bebe mavisi bir odada uyanmıştım.Başımı sağa çevirdiğimde karşıma tanıdık bir manzara gelmişti.Aynısıydı.Balkonda çizmeye çalıştığım ama aynı duyguları hissedemediğim manzarayı şimdi karşımda görüyordum.Aynı tanıdık manzara.Hafızama kazınan bu manzaranın toz olup uçuşuna izin de versem kalan tozların tekrar gelip aynı bütünlüğü oluşturuşuna şahit oluyordum sanki.Kalkıp o manzaraya yöneldim sanki pencerenin kenarlarını yıkıp karşımda duracakmış gibi canlıydı.Gözlerime dolan gözyaşının beni uyarmasıyla irkilmiş kalkmış omuzlarımın düşüşünü hissettim.Parmaklarımı gözlerime götürüp sanki bu ilk ağlayışımmış gibi az önce yaklaştığım pencerenin camına gözyaşlarımla ıslanmış parmaklarımla dokunuyordum.Tanıdık bir ses ile irkildim.
’’Hoşgeldin Asya.’’
Arkamı döndüğümde tıknaz orta boylu al yanaklı sevimli bir yüzle karşılaştım.Güzel bir kadındı ama tanıdık bir şey vardı onda.İsmimi sanki kayıtlara bakarak değil de beni önceden tanıyormuş gibi çıkmıştı.Gözlerini indirdi o neşe dolan bakışları söndü.Yatağa oturup arkası dönük konuştu.
’’En son ne zaman yemek yedin?’’
’’Bu sabah.’’
Arkası hala dönüktü.Bildiğim kadarıyla doktorlar bu kadar gizemli durmazdı birkaç tahlil yapar hastayı salardı.Ona yaklaştım ve karşısında dikildim.Kaşlarımı çatarak
’’Neden buradayım?Bana bir şey anlatmayacak mısınız?’’
Belki de o da benim gibi buraya gelen bir hastaydı ve benimle doktorculuk oynuyordu diye geçirdim içimden.
‘’Doktor olduğunuza emin misiniz?Yahu böyle şaka mı olurmuş.Doktor nerede?’’
Gülümsedi kadın
‘’Aynı espriler farklı zamanlar ve farklı bir sen.’’
Ne dediğini idrak etmeye çalışıyordum ama bir türlü akıl sır erdiremiyordum bu sözlere.Ayakta dikilmiş sadece kadından bir açıklama bekliyordum.
‘’Buraya geldiğinde bayılmıştın.Kan şekerin düşmüş.Kendinde değildin.İki genç getirmiş seni.İki delikanlı.’’
Ayağa kalktı ve pencereye yöneldi.
‘’Gel hadi.’’Dedi arkası dönük
Yanına gittiğimde kalbim sıkışıyor daha hızlı atıyordu ve ben sebebini bile bilmiyordum.
‘’Bu manzara.’’demişti cevaplayan bekleyen gözlerle bana bakarken
‘’Sana bir şeyi çağrıştırıyor mu?’’
Başımın şiddetlenen ağrısı ile gözüm seğiriyordu.Ellerimle deli gibi atan damarlarımı o an koparıp atmak istedim.
‘’Bilmiyorum.’’demiştim cılız bir sesle
‘’Hatırlamıyorum.’’
Sonra dönüp kızdım doktora
‘’Masal nerede?Beni burada tutuyorsunuz ama o hassas bir kız.Sahi o da geldi mi hastaneye?İki delikanlı dediniz ama yanıldınız herhalde.Unuttunuz.’’
‘’Var mı Masal’ın numarası telefonda?’’
‘’Evet var.Kayıtlı değil numarası ama arananlar listesinde var.’’
Doktor beyaz önlüğünün cebinden sıkıca tuttuğu telefonumu çıkardı.
‘’Ara o halde.’’
‘’Telefonumun sizde ne işi var?’’
Cevabını beklemeden elinden aldım telefonu.Sonra sanki bir şey beni engelliyormuş gibi durdum ve tekrar baktım o manzaraya bir şeyler anımsamaya çalışır gibi.Ellerimin titrediğini ise rehberi açmaya çalışırken farkettim sanki o rehberi açmamam gerekiyormuş gibi.Ekranı açtım ve arananlara baktım.
‘’Tek bir numara.’’dedi doktor.
‘’Sadece tek bir numara.’’
Ben ekrana kilitlenmiş mesajları da kontrol ederken bomboş bir sayfa ile karşılaşmıştım.
‘’Bayıldığın zaman birilerini aramaları gerektiklerini düşündüklerinde sadece bir numara varmış telefonunda ve ona ulaşmışlar.Telefon geldiğinde şaşırmış ve de korkmuştum çünkü seninle bir seneden fazla konuşmuyorduk.Buradan iyi ayrılmıştın.’’dedi
Konuşmamızı stajyer olduğunu düşündüğüm bir kız ve yanında orta yaşlarda bir adamın odaya girişi ile bölünmüştü.
‘’Hasta uyandı mı Zelih Hanım?’’
‘’Zelih.’’diye fısıldadım
Bana baktı karşımdaki kadın gülümseyerek
‘’Hoşgeldin.’’
Daha da şiddetlenen baş ağrımla baş edemiyordum.Yere çömelmiş uğultu gibi gelen seslere odaklanmaya çalışıyordum.O kalabalık seslerin arasında ayırt ettiğim bir cümle vardı sadece.O iyi olacak mı?
******************* ******************** ***************************
’’Sence de çok güzel olmadı mı Asude?’’dedi Zelih elleri doktor önlüğünün cebinde
Hayran gözleriyle bakmıştı karşısında durduğu tabloya
’’Benim Asya ablam yapar da güzel olmaz mı hiç ne de güzel olmuş.Sanki gerçekmişcesine rüzgarı bile resmetmiş gizli.’’
Asya Asude’ye dönük son rütuşları yapmanın verdiği haz ile gururla döndü arkasını verdiği Asude’ye ’’Beni şımartmayı kendine amaç edinmişsin gibi geliyor kulağa.’’diye gülümsemişti.
Asude sarı sırma saçlarını parmaklarıyla tararken çekinerek baktı tekrar tabloya.Ne zaman utansa bu hareketi yapardı.Güzel bir genç kızdı Asude.Bu hastanede de babasının ölümüne tanık olduğu halde öldüğünü kabul etmediği için yatıyordu.Asya sağına bakınca bahçede ona ve tablosuna hayranlıkla bakan gözlerle karşılaştı.Kimisinin aklı bazen geliyordu kimisinin çoktan yolcu olmuştu bile bedenlerinden.
’’Bana da özel bir tablo yapar mısın abla?’’dedi Asude.Asya tekrar bakışlarını kıza çevirip gülümseyerek karşılık verdi.
’’Senin için bir tane yapacağım.Hem de sıcaklık kokan...’’
******************** ************************** ************************************
Asya uyanmış yattığı yatağa bakmıştı bir süre ve gözlerine hücüm eden gözyaşlarına hakim olamamıştı
’’Anlamıyorum.’’diye iç çekti
’’Hatırlayamıyorum.Ben anlamıyorum’’
Yanında kollarını bağlamış oturan Zelih Asya’nın uyanışı ile hareketlendi
‘’ Kendine zaman vermelisin.’’
‘’Hiçbir şey anlamıyorum.’’
‘Biraz sakin olmalısın.’’
‘’Baş ağrın?O nasıl?’’
Asya hafifleyen baş ağrısını kontrol etmek ister gibi elleriyle başını tuttu.
‘’Biraz dinlen sana her şeyi anlatacağım.’’
‘’Tekrar.’’
Ve Asya tekrar koydu yatağa başını.Gözleri kapalı ağlıyordu.
************************ *************************** **********************
Zelih küçük odaları geziyordu mutfağa geldiğinde ise gözyaşlarına hakim olamadı.Her yer dağınıktı kirli tabaklarla bardaklarla doluydu.Yemek masasına ve üzerinde duran hiç dokunulmamış yemeklere gözleri takıldı.Böyle tam altı tabak vardı ve mendili çatalı tertemiz duruyordu yanında.Asya yemeği koymuş ama yemeden kalkmıştı masadan.Zelih derin bir nefes alıp toparladı kendini. Asya kendi odasında tül sarkılı yatağında oturmuş Zelih’i bekliyordu elinde bir defterle.Günlüğü ile.Okunması gereken satırlar açılması gereken sayfalar olduğunu biliyordu.Zelih’in yaklaşan ayak sesleriyle oturduğu yerden doğruldu kalkmadan.Çökmüş omuzlarını kaldırıp elindeki defteri uzattı Zelih’e.
’’Benim için okur musun?’’
Zelih gülümseyip Asya’nın elinden aldı defteri ve yanına oturdu.Derin bir nefes almıştı ikisi de ve Zelih ilk sayfayı açtı.
’’Merhaba.Bugün çok keyifli hissediyorum kendimi.Yine aynı metrobüs ve ben yine aynı koltuktayım.’’
’’Sabah 12.34.Bugün bindiğim metroda biri ile tanıştım.Aldığı telefonla yıkılmıştı kadın ama neden üzüldüğünü anlayamıyordum.Bana dönmeden konuştu.Boşanıyorum.Yürütemedik.Düşünsenize bir bahçeyi düzenli suluyorsunuz ama o bitkiler böcekleniyor sonra her şey çürüyor ne varsa.En tatlı meyvelerin bozulduğuna şahit oluyorsunuz.Nedeni bir böcek oldu bizim boşanmamızın.’’demişti kadın ve indi metrodan.O gün bir kadının acılarına şahit oldum ama yaralarına vereceğim bir merhemim yoktu yanımda.’’
Zelih susmuş Asya’ya bakıyordu göz ucuyla çaktırmadan.Asya ise onu pür dikkat tepkisiz dinliyordu.
’’7 Kasım.Bugün iki genç liseli bindi metroya.İkisinin birbirlerine aşk dolu bakışlarını görünce içime bir huzur doldu.Hiç bilmediğim bir duyguyu başkalarının yaşayışına şahit oldum ve bundan mutluydum.’’
‘’Mayıs 17.Bugün altı yaşındaki bir çocuk ile sohbet ettim.Annesine yönelttiği soruyu bana sordu.Piranalar mı daha tehlikeli yoksa köpek balıkları mı?Büyük olduğu için köpekbalığı dedim ama bence en korkuncu seçenekler arasında olmayan insandı.’’
’’19 Haziran.Hiç olmadığı kadar sıcaktı.Bugün bir kız bindi metroya.Güzel genç bir kız ama hiç konuşmadık.O gün nedense yanıma oturdu ve elindeki ilaç poşetlerine gözüm takılınca başlattı anlatmaya.Bir annesi varmış hastaymış.Onun içinmiş bu koşturmaca.Çok akıllı ve sevecen bir kızdı.Balerin olma hikayesini anlattı bana.Kursa bile başlamış.O gün Melis ‘i büyük bir mutlulukla dinledim.’’
Zelih okumaya devam ediyordu.
’’O gün o kızı son görüşümdü belki de annesi iyileşmişti taşınmışlardı hep yakındığı bu şehirden bilmiyorum.’’
Zelih günlüğü okumaya devam ederken Asya daldı uzaklara.Hiç girmediği sularda boğulan Asya şuan yalnızlık çektiği bu odada yalnız değildi.Göğüs kafesini kıran acı kalbini ederken paramparça o dalmış Masal’ın yüzünü düşünüyordu.Ona gülümsemesini,sarılışının sıcaklığını. Tutarsızdı düşünceleri Masal’ın konuşmaları gibi çelişkiliydi.
Asya durdu sustu baktı ve doldu gözleri.Sakindi ilk başları ve artık ağlıyordu korkmadan birinin onu yargılayacağını düşünmeden.
’’Hala anlayamıyorum.Günlükten Melis’den bahsettim ama Masal çok başka biriydi.Görünüşü bile başka…İki farklı kişi ve ben Masaldan söz etmemişim.’’
’’Nasıldı bu Masal?’’
Asya söze girişmeden önce elinde tuttuğu defterin sayfalarının arasından bir fotoğraf çıkararak gösterdi kadına
’’Bu genç kıza benziyor muydu?’’
Asya’nın gözleri parlamıştı.Heyecanla döndü Zelih’e
‘’Evet Zelih bu kız Masal ama hiç hatırlamıyorum onun fotoğrafını çektiğini.’’dedi kafası karışık
‘’Evde hiç ailenin fotoğraflarını göremedim.’’
‘’Kaldırdım hepsini.Eğer devam etseydim görmeye belki de delirirdim.’’Gülmüştü Asya ve dolmuştu gözleri Zelih’in
**************** ******************** *************************************
Güneşli bir hava ve ben hiç olmadığım kadar kendimi iyi hissediyorum.Siyah bulutlarım gitti yerini gökkuşağı aldı hissediyorum.İçimde esen ürperti rüzgarlarını hayır hayır kasırgaları beni eline almış sonsuz bir döngü ile bir o yana bir bu yana sürüklerken şimdi seninle bir baharın müjdeli gelişiyle yeniden uyanıyorum doğa ana misali.Bahar sabahı gibi temiz,taze…Hissetmeyi özlemişim.Belki de yakın zamanda çıkarım bu hastaneden ve devamlı baktığım bu manzaradan farklı bir manzara görme fırsatını yakalarım.Hasta olduğumu iddia ediyorlar oysa ben şüpheliyim.Ablam yakın zamanda beni alacağını söyledi Zelih’e ve ben onu bekleyeceğim.Ona verdiğim sözü tutacağım bu sefer.
Asya sağına dönüp ona biraz uzak hastane bahçesindeki bankta oturan Zelih’e gülümsedi kadın ise ona acıyla karışık şefkatli bakışlarla verdi karşılık.Bahçenin karşısından Zelih’in meslektaşlarından bir adam geldi yanına elinde iki kahve ile.Gülümsedi elindeki kahveyi Zelih’e uzatırken.
‘’O iyi olacak mı?’’dedi genç adam.Bu hastaneye geldiği zaman Zelih ile Asya’nın konuşmasını bölen doktordan başkası değildi.Kendi elindeki kahveyi yudumladı ve oturdu arkadaşının yanına.Zelih Asya’ya baktı ve başını ondan çevirmeden
‘’Asya benim eski hastalarımdan.O kadar neşeli bir yapısı vardı ki o hasta haline rağmen.Sadece ruhu ve aklı hırpalanmıştı biraz buradan gittikten sonra daha da hasar vermiş kendine meğer.Masal diye biri ile tanışmış ve almış onu hayatına ama haberi yok o kişinin ölen ablasının suretini taşıyan bir hayalden ibaret olduğuna.Devamlı bindiği metrobüste tanıştığı kişinin öyküsü ile birleştirip hayatına Masal’ı doğurdunu bilmiyor.Ya da bilmek istemiyor.Hayatı o kadar içinden çıkılamaz bir vaziyet almış ki o da bir düş kurmuş hayatının merkezine.Masalları bilirsin seni içine çekip alır ve bittiğinde bir boşlukta hissedersin.Asya bu masalın sonunu hiç getirmedi getirmek de istemedi.Çünkü biliyordu ki uyanırsa ona huzur veren bu düş koca bir boşluğa dönüşecek ve yutacak onu.Siyahın yerini pembe almalıydı.O yüzden bu yalnızlığa pembe senaryolarak yazarak şımarttı kendini ve şimdi ne mi oldu?Başa döndük bu sefer sefer ve Asya masalından ayrılmayacak kadar inatçı.
‘’İlk zamanlar çok iyi olduğunu ve durumu kabullendiğini söylemiştin.’’
.Zelih gülümsedi alay eder gibi
‘’İlk geldiğinde de öyleydi.Kendini kandırma konusunda ustalaşmış birinin seni kandıramaması pek zor değildir.Amaben vazgeçmedim ondan her ne kadar her şeyin ondan vazgeçtiğini düşünse de..İnanıyorum ona.’’
Zelih iç çekerken arkadaşı kahvesini yudumluyordu.Asya ile yine göz göze geldiler birbirlerine gülümsediler ve tekrar soluna döndü Asya.
’’Onlar seni göremiyor sence deliler mi?’’
Masal güldü.
’’En az bizim kadar.’’