- 285 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HAZIR MIYIZ
HAZIR MIYIZ?
Gecenin alaca karanlığında, sıcak yatağından feragat eden fırıncı Halil Amcayı bilirsiniz. Tüm kaygısı ve derdi; sabahın ilk ışıklarıyla, insanlara günün ilk öğününde iştahla yiyecekleri nefis ekmekler yetiştirmek… Sonunda da; “Allah ne verdiyse” deyip üç beş kuruş kazanmaktan başka bir şey değildir.
Günün aydınlanmasını bile beklemeden evinden çıkan; Paçacı Yaşar amcanın da derdi aynıdır… Mideleri sıcak çorbayla buluşturup, çay ile de bayram ettirmek.
Bir gün öncesinden toptancı halinden veya Ayşe teyzeden bin bir pazarlıkla aldıklarını pazar yerine taşıyan pazarcı Süleyman abi de hep aynı telaşe içindedir. Karanlığa aldırmadan yanı başındaki arkadaşıyla gölgeliğini hazırlar… Çadırını açar; iplerini çeker , “albenisi olsun diye de” hiç üşenmeden sıra sıra dizer tezgahına satacaklarını.
Verdiğim bir kaç örnekle şöyle bir yoklamak istedim içimizden geçenleri. Bugün; hangi meslekle uğraşıyorsanız uğraşın, fark etmeyen bir şey var; hemen her gün akşamdan yatıp, zamanında uyanmamızın… Alelacele hazırlanıp işimizin yolunu tutmamızın… “Akşamına dönüp dönmeyeceğimiz” bile belli olmayan evimizle, eşimizle ve çocuklarımızla gülümseyerek vedalaşmamızın da sebebi aynısı olsa gerek … Hayatta aldığımız riskler, verdiğimiz emek, akıttığımız ter, hemen hepsini ortak bir gaye için, mesleğimizin gereğini yapmak… Kaynayan çorbada tuzumuzun olması… Çarkın dönmesinde bizimde katkımızın olması… Memlekete, karınca kararınca hizmet etmek… Ve bence en önemlisi de; “evimize helalinden bir şeyler getirmektir”…
Buraya kadar; hemen her dala atlayıp, her telden çaldık. Asıl varmayı düşündüğüm ise; uzun bir dinlenmenin ardından, “zillerin çalmasına ramak kala”, biz öğretmenlerin ne kadar hazırlandığı ve verimli olamak için hazır olduğudur.
Sorularla kafanızı şişirmek, sopa gibi kafanıza kafanıza vurmak değil asıl gayem. Fakat ne yapayım; insanoğlunu kendine getiren en güzel şeylerin, soru sormakla mümkün olduğuna inanan birisiyim. İsterseniz beraber düşünüp, beraber soralım. Soruların muhatabı da hepimiz olalım. İstersek cevap verelim, istemezsek; ya içimize atalım ya da geçiştirelim.
Tatile girerken kaç tanemiz bitkin düştü…? Kaç tanemiz gelecek yılın kaygısını içimizde hissetmeye başlamıştık? Öğrencilerden ayrılmanın sevinci ile coştuk my…? Yoksa, hüznüyle boynumuzu mu büküldü? Yıl boyu yaşadığımız ufak tefek sıkıntıları “dağ gibi yapıp” omuzlamaya mı uğraştık…? Yoksa; “işin icabıdır, olur böyle şeyler” deyip tecrübemize tecrübe mi kattık? Aklımız, hala yaşadığımız olumsuzluklarda mı kaldı…? Yoksa; “Zaman her şeyin ilacıdır” deyip unutmaya mı terkettik?
Tatil boyunca; vur patlasın çal oynasın deyip günümüzü gün etmeye mi çalıştık…? Yoksa bir sonraki yıla hazırlıkla mı geçti ? Çok merak ediyorum; “her yıl okumaktan sıkılmadığımız, her okuduğumuzda da öğrencilerimize daha faydalı olduğumuz”, kendimizi yenilememize yarayan kaç tane “başucu kitabımız” var?
“Bu güne kadar biriktirdiklerim bana yeter” mi diyoruz…? Bizim zamanımızla hiç de alakası olmayan fakat; “gelişen dünyanın uçan çocuklarına” yetişmek için kendimizi hep yenilemenin derdine mi düştük?
Okul aynı, öğrenci aynı, her şey aynı… Nasıl olsa; “yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır… Nasıl olsa kendime de, öğrencilerime de yeterim” mi diye düşünüyoruz…? Yoksa; zaman değişti, nesil değişti , çevremizdeki her şey değişti. O zaman ben de değişmeliyim” diye kaygılanıyor muyuz ?
Kısacası yazıma sığdırmaya çalıştığım; “zillerin çalmasına iki hafta kala” , sevgili meslektaşlarımı inceden inceye de olsa uyarmak … Uyandırmaya çalışmak… Mümkünse de; kendilerine getirmeye çalışmaktı… “Ya siz sevgili öğrenciler?” (Bir sonraki yazımda…)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.