Kusursuz Aşk - Bölüm 27
Bölüm 27
Her zaman bir B planımız olmalı. Hayatımızda çıkmaz sokaklar olmasın (Anonim).
Kaderimi ararken belki de bulduğum kaderimdi. Tek taraflı arzular çölde serap misali hep çift taraflı görünürdü. Senin arzuladığının arzularını önemsedin mi hiç? Ölümüne sevdiğini düşündüğün kişinin gerçek beklentilerini… dünyada senden başkası yokmuş gibi düşündüren o bencilliğini… evet, belki çok sevdin, belki de ihtirasın zirvelerine tırmandın… öyle ki gözlerin kendinin arzularından başkasına kör, kulakların kendi sözlerinden başkasına sağır, kalbin ise onun sevdasından başkasına yasaklı gibi… Müge’ye sordun mu? Evet, sordun! Ve cevabını da aldın! Peki bu kabullenemezlik de neyin nesi? Bu tek taraflı, bencil taleplerin… kız seni değil bir başkasını seçti diye düştüğün bu haller… ölümlü dünya da ölmeden ölmeler de neyin nesi? Tek yapman gereken kabullenmek ve biraz da saygı duymak başkalarının seçimlerine… yooo, hayır, sen asla kabullenemezsin değil mi? Bencilliğini kara sevda zanneden sen! Zayıflığını aşk sanan zavallı! İçindeki boşluk aşkın değil, zayıflığın boşluğu… amaçsız bir mecnun gibi, virane bir bina gibi, terkedilmişsin… işte senin kabullenemediğin bu! Terk edilmek, egonun sana dayattığı mükemmellik duygusu… oysa kimse mükemmel değildir. Sen bile!
Veysel işte böyle savaşıyordu iç benliğinde… bir tarafı kabullenmek, diğer tarafı ise isyan etmek üzerine saldırıyordu düşüncelerine… bir ara kabullenir gibi oluyor, diğer taraftan boğazına dolanan yılan misali ümüğünü sıkan o basınç ile kederin kementini söküp atamıyordu ne boğazından ne de yüreğinin üzerine çöken o gamdan…
Aslında kabullenmeyi denese her şey çok daha farklı olacaktı… ancak şeytan fısıldıyordu… vazgeçmek korkaklıktır… savaşmak cesaret ister… erkek adam savaşır, korkaklar gibi kaçıp gitmez… erkek adam ağlamaz da derler ancak Veysel çok ağlamıştı Müge’nin yokluğunda… fakat şeytan da boş durmuyordu. Tüm maharetiyle, vesveselerin tüm süslü kelimeleriyle telkin ediyordu. Veysel düşüncelerinin savaş meydanında bir o yana bir bu yana savrulurken duyuldu Mehmet’in sesi. Adamım nasıl oldun? Daha iyicesin umarım…
Şeytan bu fırsatı bekliyormuşçasına fısıldadı kulağına sol tarafından Veysel’in. İşte buradan çıkışının ve intikamını alışının bileti karşında duruyor. Sen bilmiyorsun ancak ben biliyorum. Hadi durma, ayaklan ve bir kez olsun cesur ol hayatında… intikamını ve kaybettiğini geri al düşmanından…
Manasız ancak alev saçan gözlerle baktı Mehmet’e Veysel… ne zaman çıkıyoruz buradan!? Mehmet ise anlamlandıramadığı durum karşısında bir taraftan da seviniyordu… çünkü bu deliler hastanesinden çıkmayı herkesten çok belki de o istiyordu…
Aşkın zehirlediği Veysel deliler hastanesinden çıkış için hazırlana dursun, köyde ise aşkın henüz üzmediği, tek dünyası biricik annesi olan Ela, şehirde kuracakları yeni hayatın planlarını hayal etmekteydi. Muhtar Vural Şahin ise Ela için şehirde tanıdığı birkaç hatırlı iş adamından burs sözü almış, bu küçük ancak zarif aile için şehirde konaklayacakları imkanlar üzerinde çalışmalar yürütüyordu. Her zaman kanatlarını çok sevdiği bu aile üzerinden esirgemeyen merhametli bir yürek sahibiydi Muhtar Vural. Özellikle Ela’yı kendi öz kızı gibi benimsemişti. Elinden gelenden daha fazlasıyla gayret ediyordu bu aile için. Hiçbir karşılık beklemeden hem de. Ela ise doktor olacaktı, annesinin hastalığına çare bulacaktı. Böylesi hayaller kuruyordu. Hayal değildi onun ki. Üniversiteye hazırlık sınavlarında yüksek dereceler de almıştı. Zeki ve akıllıydı. Sadece talihsizdi. Coğrafya kaderdir sözü misali, küçük bir köyde fakir bir aile de dünyaya gelmişti. Ancak fakirliği ve küçük çevresinin aksine hayalleri ve zekâsı bu sınırların çok ötesindeydi. Kaderimi ararken belki de bulduğum kaderimdi…
Kader Ela içinde bir şeyler düşünmüştü belki de. Ancak Ela’nın sorunları bu küçücük köyden şehrin ihtişamına ve korkunç kalabalığına karışmaktan ibaret değildi. Onu gözleyen bir çift kartal göz avının peşini bırakmaya hiçte niyetli değildi. Sevgiliye ulaşılamayan her geçen saniyede Veysel’in yüreğinde kocaman uçurumlar açması gibi, Saffet de bu küçük köyün muhteşem çiçeğini toprağından koparmadan geçirdiği her anın öfkesiyle bileniyordu. Bir fırsatını bulsa muhtar Vural’ı bir kaşık suda boğacak, Ela’ya uzanan tüm yardım ellerini kesecekti. Kader ağlarını örüyor, Saffet planlarını yapıyor, Veysel ise intikam için gün sayıyordu.
Mehmet güzel Sophia’sını düşünmeden bir an bile geçirmiyordu. Mehmet’inde bir sevdası vardı. Ancak onun sevdası Mehmet’e zehir değil, umut olmaktaydı. Yaşama gücü, mücadele azmi vermekteydi. Bir amaç, bir hedef göstermekteydi. Sophia’yı kurtarmak. Ve amacı olan bir insan tüm zorluklara rağmen tüm engelleri aşardı. Amaçsız insan ise düz yolda şaşardı. Tıpkı Veysel gibi ve tıpkı Saffet gibi. Mehmet ise kutsal bir hedefin peşindeydi. Elinden alınan sevdiğine kavuşmak… kaybedecek bir şeyi olmayan insan kadar tehlikeli bir rakip yoktur sözü misali Mehmet için Sophia her şeydi. Ve onu kaybetmeye hiç mi hiç niyeti yoktu. Önce şu deli Veysel meselesini halletmeli ve sonra da İtalya’ya giderek Sophia’sını hapishaneden kurtarmalıydı. Bu deliden ne hayır gelir ki diye de düşünmeden edemiyordu. Kendine bile hayrı olmayan birisinin bana nasıl hayrı dokunsun diye geçirdi içinden. Ancak gene de bir şekilde kader onları bir araya getirmişti. Biz bilemezdik hayr nerede şer nerede… kabullenirdik… oysa Veysel asla kabullenemiyordu Müge’nin yokluğunu. Saffet ise saplantı haline getirmişti Ela’yı. Mehmet günlük raporunu vermek üzere Dr. Tülay’ın odasına doğru yol alırken, Sophia da hapishanede ki koruyucusu Raphael ile buluşmaya doğru adımlıyordu. Hapishanenin bir günü bir sene gibiydi Sophia için. Sanki zamanda yolculuğa çıkmış ve başka bir gezegende gece gündüz algısı alt üst olmuştu. Zaman durmuştu gibiydi burada. Tüm gördüğü mahkum suratları sanki uzaylı yaratıklar gibi ağızlarından salyalar akan varlıklar gibiydiler. Fakat hayatın her alanında olduğu gibi burada da kader mahkumları, kötüler yanında iyilerde mevcuttu. Alışmadığı bir zindan hayatı Sophia’nın duygu dünyasını alt üst etmişti o kadar. Bu düşüncelerle boğuşurken Raphael’in sesiyle irkildi birden. Sophia, hey Sophia, buradayım. Ürkek bakışlarla, korkak adımlarla yanaştı Raphael’e. Korkma dedi Raphael. Nasılsın, iyi misin? Her şey yoluna girecek merak etme. Seni yeni arkadaşımızla tanıştıracağım. Rachael. Rachael Soft. Bundan sonra iki kişiyiz. Seni korumak için burada Rachael. Ona güvenebilirsin. Sana yakın bir hücrede olacak. Annenle de konuştu arkadaşlarımız. Başka bir hapishaneye tahliye işlemlerin bir iki haftaya tamamlanacakmış. O vakte kadar seni burada güvende tutacağız. Hiç merak etme, olur mu?
İstemsiz bir şekilde başını aşağı yukarı hareket ettirerek onayladı durumu Sophia. Başkaca da bir çaresi yok gibiydi. Çünkü sırtınızı bir yerlere dayamazsanız, bu gibi yerlerde çok fazla yaşayamazdınız. En hafif tabirle ezilirdiniz. Roma’nın azılı haydutlarının barındığı bu hapishane ise tam anlamıyla bir cehennem çukuru gibiydi. Ve Sophia’nın vakti tükenmek üzereydi.
Aynı zaman diliminde Istanbul’un bilinmeyen bir adresinde Komiser Salih Alkan ve ekibi hummalı bir çalışma yürütmekteydiler. Sorular ve cevaplar havada uçuşmaktaydı.
Evet, Harun, Sevda, günlük raporunuz.
Komiserim, ilgili şahısların fiziki takipleri gösteriyor ki, hem Acun Holding hem de bürokrasi ekseninde dönen bir iletişim mekanizması var. Bugün Acun Holding avukatları ve uluslararası şirket Star Ager firması avukatları bir dizi görüşme gerçekleştirdiler. Görünen o ki Acun Holding el değiştiriyor.
Orhan, Nalan sizlerde neler var.
Komiserim normal görüşmeler dışında tüm görüşmeler kriptolu telefonlardan yapılmakta. Bu sebeple fazla bir bilgiye erişemedik. Ancak konuyla yakından ilgileniyoruz. İlk fırsatta içeriye sızmanın bir yolunu bulma üzerinde çalışmaktayız.
Peki, arkadaşlar. Mesele önemli görünüyor. Kaynaklarımıza göre Acun Holding yakında büyük bir keşfi tüm dünyaya duyuracak. Tam da bunun arifesinde Star Ager firmasının holdinge talip olması düşündürücü. Holding Türkiye’nin en kapsamlı ilaç üretim firması ve bu başlık bile meseleye odaklanmamız için yeterli. Sizlere güveniyorum. Kolay gelsin…
Oysa bazıları için hayat hiçte kolay olmuyordu. İmtihanlar ile döşeli dikenli yollardan geçerek olgunlaşmaları isteniyordu. Acaba tüm bu yolculuklarında kim imtihanı geçebilecek, kim bu imtihandan kalacaktı. Kader ağlarını örüyordu örmesine, ancak kullar her şeyi kendi yaptı zannediyordu. Hayatta böyle olduğu için çekici değil miydi zaten? Bilinmezliğin ortasında ki bilmeceleri çözmeye çalışmak…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.