- 202 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ADANIN KUŞLARI
1964 Ağustosu Erenköy-Kıbrıs
Gece simsiyah bir kadife gibi dağların üzerinde dalgalanırken sanki elmasların ışıması gibi tüm evren yıldıza kesmişti adeta...Yıldızlar bereketli yağmur damlacıkları gibi yeryüzüne yağıyordu...Yağsa dursa, toprağa, düştüğü yerden yıldız çiçekleri fışkırsa her yer yıldıza kesse diye düşündü Nilay...
-Uyuyamadın mı ?
Barikatın arkasında gece nöbeti tutmakta olan Gün en değerli varlığı av tüfeğini kenara bırakıp yanında arkadaşına yer açtı.
-Uyku tutmadı, ne çok yıldız var bu gece değil mi?...diye mırıldandı Nilay
-Bir yanda yıldızlar, bir yanda ateş böcekleri sanki şenlik kutlar gibiler.
-Ah be Gün neyin şenliği kuzum son gecemizin mi ?
-Bu ne umutsuzluk böyle Nilayım.
Nilay başını arkadaşının omzuna dayadı.Umutlu olmak için bir sebep aradıysa da bulamadı. Cephane bitmiş, bir pişirimlik nohuttan başka erzak kalmamış ve bir avuç yorgun, perişan insanla direnmeye çalışırken bu gecenin bir başka geceye evrilemeyeceği aşikardı. Bu gece böyle yıldızları seyredecekler, yarın Erenköy düşecek ve kendileri de belki yıldızların yanına gideceklerdi.
-Yarının son sabah olacağını ikimiz de biliyoruz değil mi Gün ?
-Yarını yaşamadan kehanette bulunmayı sevmem.
Kıbrıs’ta o gece direnmeye çalışan bir avuç mücahitin içinde Gün de vardı. Mücahitleri örgütleyen vatanseverlerden Güntekin komutanın güvendiği, gurur duyduğu, endişe ettiği ama asla önünü kesmediği büyük kızıydı Gün...Küçüğü Gece...Bir oğlu olmamıştı ama tanrı ona yeri geldiğinde bir erkeğe taş çıkarır cesarete ve zekaya sahip bir kız evlat vermişti. Güntekin komutan yaşadıkları bu yangın yerinde savunmasız kalmasın diye bildiği her şeyi öğretti ona...Savaş hali bir şey olur da şehit düşerse gözü arkada kalmayacaktı.
Gün, Lefkoşa Kız Lisesini birincilikle bitirdikten sonra Ankara’ya Tıp okumaya gitmişti. Tam da cerahhi de uzmanlığa başladığında kumsal baskını olmuş, bir süre düşündükten sonra her şeyi bırakıp Kıbrıs’a dönmüştü. “Uzmanlık her zaman alınır baba ama vatan her zaman bulunmaz”.Güntekin komutanı bu sözler susturmuştu...Elinde fazla silah yoktu, av tüfeğini kızına verdi...
-İlk tanıştığımız günü hatırlar mısın ?
-Nasıl hatırlamam Nilayım ikimiz de ilkokuldaydık sen bahçede oynarken düşmüş dizini yaralamıştın.
-Sen de ağlamayayım diye bana çubuk şekerini verip sonra çantandan ufak kolonya şişesini çıkarıp dizime boca etmiştin. Eh doktor olacağın belliymiş...
-Senin de avukat olacağın belliymiş...Dünyanın lafını saydındı bana.
Gülüştüler...Gün en sevdiği arkadaşına güven verircesine sarıldı, kıvırcık kızıl buklelerini düzeltti. Gerçi Nilay da kolay korkan cinsten değildi...Ne cadıydı o.
-Bir parça ekmek alacağım sen de istermisin ?
-Onu banacak süt varsa olur.
-Ah be Gün oldu mu bu dediğin canım buz gibi köpüklü keçi sütü çekti al bakalım.
-Yarını bekle içeriz.
-Nerede öte dünyada mı ?
-Yok şu köyde...Karşıdaki Rum köyünü gösteriyordu Gün.
Dünden kalan ateşte pişmiş ekmek kuru, tatsız ve bayattı. Yine de iki parça koparabildi Nilay, miniği kendine, kocamanı Gün’e...Savaşacak olan tok kalmalıydı. Babası ve abisi Rumlar tarafından Lefkoşa’dan Limasol’a giderken öldürülünce kimsesi kalmayan Nilay tek güvendiği insanın Gün’ün yanına gelmişti. Mücahitlere yemek yapıyor, bir ihtiyaçları varsa görüyor, yaralananlara bakıyordu. Hatta sürekli bakliyat yemesinler diye ot toplamaya çıkmış, ateş hattının ortasında kalmış yaralanmıştı. Gün hem telaşlanmış, hem kızmış söylene söylene yarasına dikiş atmıştı...İnce derisine iğne batarken gıkı bile çıkmamış, mücahit kardeşlerinin takdirini kazanmıştı. Ot yemeğini yerken ona Nilay Gazi demeye başlamışlardı da Gün “şımartmayın şunu böyle giderse top tüfek savaşa girişecek” diye söylenmişti.
-Öğretmedin bana bir şu mereti kullanmayı !...
-Yok kızım senin eline silah verilmez.
-Nedenmiş o cesur değil miyim ben ?...
-Fazla cesursun Nilay Gazi, fazla cesur...Gözün öyle kara ki kendini falan unutur elinde tüfek dümdüz gidersin hesapsız plansız. Senin gibisine tencere sapı bile verilmez de düştük eline ne çare...Göz kırpıp güldü Gün ve elleriyle arkadaşının saçlarını iyice karıştırdı.
-Aaaaa sen beğeniyordun yemeğimi !...
-Mesele o değil de yemek yapacağım diye Rum mevzilerine ot yolmaya gidersin diye korkuyorum.
-Eh artık korkmazsın.
Sustular. Gecenin siyahı sabahın aydınından daha güvenli geliyordu artık...Bu hüzünlü yalnız adada bu kapkara ama şefkat dolu gece bittiğinde hangi yangın takılıp gelecekti güneşin peşine acaba...
-Nilay başını dizime koyup uyusan biraz
-Yok uyumak istemiyorum.
-Neden ki
-Uyursam gece bitecek sabah gelecek , sabahla yıkım gelecek diye içinden tamamladı.
-Korkuyor musun ?...Korkma sakın.
-Korktuğum yok Gün, sadece ah ediyorum bu muydu layığımız diye...Biz böyle mi bitecektik ?...
-Daha bitmedik dur bakalım...Öyle kolay mıdır bizi vatanımızdan söküp atmak. Susup ölecek miyiz ?...Yok Nilayım yok daha bitmedi.
Gün’ün kendisini yatıştırmaya çalıştığını biliyordu da çok sakindi aslında. Alışmışlardı ateş altında, açlık içinde yaşamaya...Sevdiklerini en acımasız biçimde kaybetmeye...Gün’ün içinde yanan alevi de biliyordu. Güntekin komutan Rumların elinde esirdi, hali niceydi Allah bilir.
-Haklısın dedi inanmayarak bitmedi. Bu sefer o Gün’ü yatıştırmak istedi Güntekin Komutan aklına gelince içi ezilmişti.
Yorgunluk, açlık, umutsuzluk daha fazla direnemedi Nilay başını arkadaşının dizine koydu ama uyumadı sadece ruhunu dinlendirmek istedi...Sanki böyle sakince dururlarsa gece de uzayacak uzayacak sabaha evrilmeyecekti. İçinden Dillirga türküsünün sözlerini geçirmeye çalıştı, zavallı anacığı ne de güzel söylerdi bu türküyü...Talihsiz Saliha anne genç yaşta kalp krizinden öldüğünde Nilay daha 15 yaşındaydı. Yarın en azından anama, babama, abime kavuşurum diye düşündü ve Gün’ün can arkadaşının kurtulmasını diledi.
Gecenin hükmü azalmaya başladığında nihayet uyuyup kalan Nilay rahat etsin diye hiç kımıldamadan nöbet tutuyordu Gün. Tüfeği yanında, gerekirse diye beline bir kama sokulu. Mücahit kardeşleriyle karar verip helalleşmişlerdi ölümüne dek savaşıp, son çare kendilerini vuracaklardı eğer hayatta kalırlarsa. Bir sürü erkeğin içinde savaşan tek kadın olsa da hiç kadın muamelesi görmemişti arkadaşlarından...Onlar için o da bir mücahit, Nilay ise onlara bakıp, besleyen bacılarıydı.Herşey kötü gittiğinde en azından Nilay’ın kurtulmasını istiyordu ona kıyamazdı...Ne yapın edin bacınızı kurtarın bana bir şey olursa dedi...Ant içtiler.
Sabahın habercisi serinlik yüzüne vurduğunda eski bir kilimi arkadaşının üstüne çekti. Uykusunda mırıldanıyordu belli belirsiz...Anne dedi ince bir sesle. Gün saçlarını, yüzünü okşadı şefkatle...Usulca “Geçecek” dedi.
Kuşlar ne de çabuk görürler günün ışımasını...Bir cıvıldama sardı ortalığı ki ne cıvıldama...Şen şakrak, kaygısız bayram yeri çocukları gibi ötüşüp dururlarken Nilay sıçrayıp uyandı, bir ara içi geçen Gün’ü de zıplattı.
-Kızım ne oluyor yahu !...
-Sabah olmuş Gün
-Eee iyi ya acıkmıştım kahvaltı ederiz, ne var elimizde.
-En tazesinden bir Rum saldırısı var yer misin?...
-Kız valla döveceğim seni anladık avukatsın da açken çekilmiyorsun be yaa...
Uyanan mücahitler gülüşürlerken Nilay yiyecek bakmaya gitti. Dünden kalan ekmek, biraz da zeytin ve çay vardı. Eh diye düşündü nohutu da haşlayım nasılsa öğleye çıkmayık.
Sanki olağan bir günde kıra eğlentiye gitmiş gibi gülüşerek yediler. Gençliğin enerjisi bitse de umudu bitmiyordu. Yediler, içtiler ve tüfeklerini alıp beklemeye başladılar, kimi dua ederek, kimi düşüncelere dalarak, kimi işi çeneye vurmuş...Nilay sessizce Gün’ün yanına gelip omzuna dokundu.
-İçeri git Nilay
-Tamam gideceğim demem o ki...
-Çabuk de
-Beni Rumların eline bırakma Gün...O an gelirse gözünü kırpma vur.
-Kızım bir sus yaa..Ağzından iyi laf çıkmaz mı senin!...
-Gün bak
-Tamam tamam
-Neye tamam
-Rumların eline düşmeyeceksin ama ölmeyeceksin de...Hadi içeri marş marş
-Gün bak
-Nilay delirtme beni allasen..
-Yok gökyüzüne bak
-Ne oldu ?
-Sanki kocaman bir kuş sürüsü geliyor buraya doğru denizden...
Hepsi elleriyle gözlerine siper edip göğe baktılar...Ses büyüyor büyüyordu.
-Aman tanrım Nilay bunlar bunlar
-Ne
-Bunlar Türk uçakları bizi kurtarmaya gelen uçaklar, kocaman kuşlar gibi bizi kanatlarının altına almaya geliyorlar.
Dağ taş mutluluk çığlıklarıyla inlerken Nilay göz yaşlarıyla yere diz çöktü ve toprağı öptü “Allahım sana şükürler olsun ki yaşayacak bir gün daha verdin bize”...Gün yanına çöküp sıkıca sarıldı arkadaşına “Sana geçecek dedim deli kız”.
Aslında her masal mutsuz bitmez, bazısı karanlığı delip gelen bir umutla aydınlanır. Gerçi bu masal daha bitmedi ama olsun aydınlığa bir çentik attı ya o da yeter...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.