- 173 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kimsesiz Düş Yangını/Öncesi
Puslu bir sabaha uyanmıştı otobüs terminali.
Sıkıntılı, yorgun ve uykusuz bir halde indi otobüsten.
Bir saat öncesine kadar deli gibi yağan yağmurun bıraktığı, küçük su birikintisine bırakıverdi ayaklarını. Upuzun sessizlikler barındıran; avluları, çarşıları, meydanları huzur dolu, ağustosun kızgın güneşinin yakıp kavurduğu bu şirin Anadolu kentinin günler sonra yağmurla tanışması, her şeyi rahatlatmıştı sanki.
Kendisi dışında.
Yavaş ve ıslak adımlarla terminale girdi. Önce çay ocağında demli bir çay içip, bir sigara tüttürmeliydi kendine gelebilmesi için.
Kendine gelebilmesi için; aslında, Leyla’nın yüzüne bir gülümsemeyle bakması yeterli olurdu ama, artık hiç ummuyordu böyle bir şeyi.
Üniversite sınavında İstanbul’u kazanıp gidişinden bu yana yaklaşık bir yıldır uzaktan devam eden ve arada bir görüşebildikleri bu saçma ilişkiyi kaldıramamıştı artık Leyla.
Kaldıramamıştı, sadece bazı hafta sonları görüşebilmenin verdiği bu sahipsizleştiren yalnızlığı.
Sahipsiz yalnızlığı iliklerinde hisseden sadece Leyla değildi ki. Hüseyin’in pusulası olmuştu neredeyse yalnızlık. Saçma ve anlamsız insanlarla, saçma ve anlamsız anlar paylaşmak yerine, tek göz evinde kitaplara gömülmek daha iyi geliyordu. Okulda görüşüyordu zaten çoğuyla. Bu da yetiyordu.
Sıkıntılı sıkıntılı homurdanarak, bıyıklarına değen son yudum çayın ıslaklığını elinin tersiyle silerek kalktı masadan. Sigarasını dudaklarının kenarına yerleştirip, terminalden dışarı attı kendini.
…
Gece.
Yabanıl sesleri koynunda tutan itirafçı, gerzek bir ödlek edasıyla üstüne çöktü sanki. Sanki yoktu gidecek başka bir yeri. Öylesine boş ve anlamsızdı ki her şey. Neden gelmişti ki? Neyi kurtarabildi ki? Neleri kazanabildi ki? Hangi sırça anıları kavgayla yoğurup, kalbine dinletebildi ki? Niye buradaydı ki?
Amaçsızca sokaklarda yürür buldu kendini. Başıboş köpeklerin havlamaları duyuluyordu uzaklardan. Uzaklarda, yolların kenarlarına kavak ağaçlarıyla sınırlanan tarlaların koyu karanlık ürkütücülüğüne, gitgide yaklaşan ulumaların bitimsiz senfonisi de eklenmekteydi. Bir an önce yönünü değiştirip, hareketli sokakları pusula yapıp, çarşıya inmeliydi. Utandı bu halinden. Ailesine bile görünmeden belki de bir taksiye atlamalı ve…
…
Otobüs biletine baktı uzun uzun. Bakıyordu ama görmüyor gibiydi.
Terminalden çıkıp perona doğru ölgün adımlarla yürümeye başladı. Ağustos yağmurunun suları, ayaklarında dans ediyordu yürürken. Upuzun yalnızlıklar barındıran; avluları, çarşıları, meydanları kavgaya aç, martıların öptüğü iskeleleriyle bir şehr-i İstanbul vardı uzakta. Koynunu yeniden açabilirdi artık Hüseyin’e.
Böyle başlamıştı Leyla ve Hüseyin’in hikayesi.
Büyük homurtularla ve vurdumduymazca uzaklaşan otobüsün arkasına kement atan bir başkasının bakışlarının yalnızlığı, gözyaşı olarak yağmur birikintisiyle birleşti ve dalgalanan ışıltılar içinde kayboldu.
Ali Kemal Tanyıldız
Ağustos ikibinyirmiüç
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.