- 185 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kısa Saç 4. Bölüm
***
GAZETE GÜVERCİN
13 Temmuz 2000 Perşembe Arka Sayfa Haberlerinden Bir Kesit
Ayşe KOCASAKAL: Aslan Aslan’ın Annesinin komşusu ve arkadaşı.
10 Temmuz’da Araştırmalarımı derinleştirmek adına Erzurum’a yorucu bir yolculuğun ardından varabildim. Beni mahallenin muhtarı Atıf Kaya karşıladı. Bana karşı nazik ve son derece misafirperver bir tutum sergiledi.
Araştırmalarım için Ayşe Kocasakal ile görüşmem gerekiyordu. Atıf Bey bana eşlik etti ve Ayşe Hanım’ın evine kadar götürdü.
Ayşe Kocasakal, ömrünün tamamını Erzurum’da Şehitler Mahallesinde geçirmiş. Dış görünüş itibariyle tipik bir Erzurum kadınına benziyordu. Çiçek desenli entarisi, kolormatik gözlükleri ve başını bağladığı mor yazması vardı. Sağlık Bakanlığından iğne yapabilmek için aldığı bir belge ve ilk yardım sertifikası gibi bir belgesinin olduğunu söyledi. Fakat o belgeyi bana gösteremedi. ‘Sanırım yıllar içerisinde oradan oraya giderken kayboldu.’ Dedi.
Aslan Aslan’ın yaşadığı evin bitişiğindeki evde, iki çocuğu ve kocasıyla yaşayan, Şehitler Mahallesinin sakinlerinden biriydi. Ayşe Hanım mahalledeki azgın çocukların korkulu rüyasıymış. Ayşe Hanım’ın komşuları çocuklarını ‘Seni iğneciye götürürüm.’ Diyerek korkutuyormuş. Özünde ise ne korkulacak ne de korkutucu biri gibi görünmüyor. Aksine sevimli ve güleç yüzü ile insana enerji veren bir kişiliğe sahipti. Çocukların isminin verilerek korkutulmasından hiç hoşlanmadığından ve çocuklara karşı son derece merhametli davrandığından bahsetti.
Bu durum bile bizlere hayatın nasıl çelişkilerle dolu olduğunu gösteriyor.
Sözü Aslan Aslan’a getirdiğimde az önce belirttiğim sevimli ve güleç yüzü korkmuş, düşünceli bir ifadeye bıraktı.
‘Sadece korkunçtu.’ Diye bildi. Gözlüğünü düzeltti ve ‘O evde yaşayanlara herkes acırdı. Hacı Kerim Aslan zalim biriydi. Yeğenlerini döverdi. Özellikle Aslan’a acımasız davranırdı.’
‘Hacı Kerim’in pek kimseyle muhabbeti yoktu. Eskiden muska yazdığını duymuştum. Mahallede de cinci hoca diye bilinirdi. Saçları beyazlaşmasına rağmen dökülmemişti. Yüzü sert, bakışları donuktu. Görüntü itibari ile ne tekinsiz birisine ne de güvenilir birisine benzerdi. Tuhaftı biriydi. Sanırım yazdığı muskalar ve uğraştığı iş yüzünden öyle bir mizacı vardı.’
Ayşe Kocasakal gözlüğünü tekrar düzeltti. Bu durum ondan bir tik haline gelmiş gibiydi. Belki de geçmişi düşünürken istemeden yaptığı bir hareketti.
Ayşe Hanım hala Şehitler Mahallesindeki evinde oturuyor. Bir ara üniversite sınavına girip hemşirelik okumak için çabalamış ama bunu başaramamış. ‘Mahallenin iğnecisiydim. Hastalara, doğum yapacak kadınlara yardım ederdim.’ Diye anlatmaya devam ediyordu. Geçmişi net şekilde hatırlıyor olmasına şaşırdığımı belirtmeliyim. Özellikle bir kış günü lapa lapa kar yağarken Hacı Kerim’in evine yağan yağmuru iyi hatırlıyordu. ‘O gün… Gözlerimin önünden hiç gitmiyor.’ Dedi. ‘Hayriye Hanım’ın doğum sancılarını duymuştuk ve hemen yardıma koşmuştuk.’ Derin bir nefes aldıktan sonra o güne dair anımsadıklarını anlatmaya devam etti. ‘Bahti Hanım da benimle birlikte yardıma gelmişti. İçeriye girebilmek için pencerenin demir korkuluğunu kırmak zorunda kalmıştık. O soğukta hem de…’ Yüzüme bakarak anlatmaya devam etti.
‘Henüz 2 yaşında bile değildi.’ Aslan’ın zihinsel engelli kardeşinden bahsediyordu. ‘İçeri girdiğimizde her şey birbirine girmiş gibiydi. Ümmühan…’ dedi ve derin bir iç daha çekti. ‘O çocuk ağlamaktan bitap düşmüş bir haldeydi ve çıplaktı.’ Bakışlarını gözlerime dikerek anlatmaya devam etti. ‘Düşüne biliyor musun o soğuk evde soba yanmıyordu. Zavallı çocuğu Bahti Hanım sarıp sarmaladı ve kucağında ısıttı.’
Ayşe Kocasakal yaşadığı bu anı üzülerek anlattı.
Sonra sözü kayınvalidesi Sevgi Kocasakal’a getirdi. ‘Kaynanam biraz suratsız biriydi. Çocuklardan pek hoşlandığı da söylenemezdi. O bahçeye gözü gibi bakardı. Bir gün…’ dedi ve yine gözlüğünü düzeltme ihtiyacı duydu. ‘İkindiye doğruydu sanırım. Ben bahçeye inmiştim. Bahçemizde domates, salatalık, tere ve çilekler yetiştirirdik. İşte akşam yemeğinde salata yapmak için bir iki domates, salatalık koparmam gerekiyordu. Ben işe koyulmuştum. Kızarmış domatesleri, olgunlaşmış salatalıkları bulmaya çalışıyordum. Neyse ben eğilmiş akşam yemeği için sebze ararken bir anda yanı başımda Aslan Aslan’ı gördüm.’
Ayşe Hanım’ın gözlüklerinin ardında gözlerini kıstığını görebiliyordum. Düşündüklerini netleştirmeye çalıştığını tahmin edebiliyordum.
‘Aslan henüz beş yaşında ya vardı ya yoktu. Onu fark edince ister istemez biraz korktuğumu itiraf etmeliyim. Gülümseyerek ondan korktuğumu beli etmemeye çalıştım. Ona ‘Merhaba,’ dedim. Üzerinde temiz ama eskimiş bir tişört vardı.
‘Bunlar ne?’ diye sordu. Sanki ömründe hiç domates, salatalık görmemiş gibiydi.
‘Bunlar salatalık ve domates.’ Dedim. Elimde olan bir salatalığı ona uzattım. Almak istemedi. ‘Sen hiç salatalık yemedin mi?’ diye sordum. Donuk bakışlarla bana bakıyor, sorduğum soruya cevap vermiyordu. O an Aslan’ın henüz salatalık ya da domates yemediğini anladım ve çok üzüldüm.
‘Bunları almanı istiyorum.’ Dedim ve akşam yemeği için topladığım sebzeleri ona verdim.
‘Amcam kızar.’ Dedi. İnanın ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Çünkü o mırdar adam, Aslan’ı kulaklarından tutup havaya kaldırır ve döverdi. Aç bıraktığını da duymuştum. Ama elden bir şey gelmiyor.
Söyleyecek bir şey bulamıyordum. Bir müddet birbirimize baktık. O an onu alıp bakmayı, büyütmeyi çok istemiştim. Bunu içtenlikle söylüyorum.
Ben, Aslan ile ilgili düşüncelere dalmıştım ki Hacı Kerim’in davudi sesi duyuldu.
Aslan, amcasının sesini duyunca bir anda irkildi. Elindeki sebzeler yere düştü. Ona korkmamasını söyledim. Ama bunun bir etkisi olmadı. Çocuk bahçeden koşarak amcasının böğüren sesine doğru gitmeye başladı.
Aslan’ın ardından bakakalmıştım. Çocuğun heyecan ve korku yüzünden düşüp bir tarafını incitebileceğinden korkmuştum. O korkuyla ben de Aslan’ın peşinden çıktım. Çocuk, amcasının karşısında mum gibi titrer vaziyette duruyordu. Korku ve telaş içerisinde olmasına rağmen nefesini tuttuğunu görüyordum. Amcası, Aslan’ı hırpalamaya başladı. Çocuğa ‘Ne işin var?’ orada diye çıkışıyordu. Nefesimi kontrol etmeye çalışıyordum. Çok heyecanlıydım. Bu mırdar adamla ters düşecek bir şey söylemeden Aslan’ı kurtarmak istiyordum. En azından bu defalık. ‘Hacım onu ben çağırdım.’ Az önce Aslan’ın yere düşürdüğü sebzeleri göstererek ‘Bahçeden kopardığım domateslerden ve salatalıklardan verecektim.’ Dedim. Şimdi düşününce durumu gayet güzel toparladığımı anlıyorum. O lanet herif kalın sesiyle ‘İstemez.’ Dedi. Neyse ki Aslan’ı hırpalamaktan vazgeçirmiştim.
O sırada Aslan’ın yengesi Zarife Hanım kapıda belirdi. Aslan’ın o halini görünce o da üzüldü. Ama onun da elinden bir şey gelmiyordu. O da bir zalimin eline düşmüş garibin tekiydi.
Aslan ise ellerini yumruk yapmış yukarı bakıyordu. O an ölmek istediğini hissettiğimi söylemeliyim. Evet, bunu net bir şekilde hissettim. Ondaki enerjiyi, düştüğü durumun acımasızlığını…
Ve sonra ne oldu biliyor musunuz? Ayşe Hanım sözlerine başlamadan önce gözlüğünü çıkardı. Önemli bir şey anlatacağı zaman böyle yaptığını düşündüm. ‘Bir titreşim ve belli belirsiz bir ses duyuldu. Bu durumu tarif edebileceğim bir şey yok.’
‘Aslan Aslan bir süre daha yukarı bakmaya devam etti ve en sonunda bakışlarını yere dikti. Sahibine mecbur bir ev kedisi gibi amcasının yanına gitti. Amcası onun kulaklarını buruşturup sıkmaya başladı. Zavallı çocuk hareketsiz bir şekilde bu işkencenin bitmesini bekledi. Amcası, Aslan’ın kulaklarını bir motosiklet kullanır gibi tutarken dilini ısırıyor, çocuğun kulaklarını çekerken tuhaf bir haz aldığı her halinden belli oluyordu. Bu durumdan nasıl rahatsız olduğumu anlatamam. Zarife Hanımla göz göze geldiğimizde aynı rahatsız bakışları gördüğümü belirtmeliyim. İkimizin elinden de bir şey gelmediği için şu an bile kendi adıma çok utanıyorum.’
Araya girmeden Ayşe Hanım’ı dinlemeye ve not almaya devam ediyordum. Kadının gerçekten üzüldüğünü ve çaresiz kaldığını gözlemlediğimi belirtmem gerekiyor.
‘Sonra…’ dedi Ayşe Hanım ve gözlüğünü tekrar taktı. ‘O mırdar adam yeğeninin şakak kemiklerindeki kıllardan tutarak eve doğru sürüklemeye başladı. Başıyla eşine içeri girmesini emretmeyi de ihmal etmedi. Evin kapısı gürültüyle kapandı. İçeriden gelen bağrışmaları hala duyabiliyordum. Hıçkırık sesleri, ağlama nöbetleri, gürültüler… Bir süre dışarıda bekledim. Üzgündüm. Akşam yemeğinde o salatalık ve domatesi yiyemedim.
Ayşe Hanım derin bir nefes aldı. Belli ki anlattıklarını derinden yaşıyor ve üzülüyordu. ‘Aklıma geldikçe içim içimi yiyiyor.’
‘O çocuk, Aslan çok güzeldi. Eminim başka bir ailede büyüseydi her şey hepimiz için çok farklı olabilirdi.’
Dışarıdan bir tren sireni duyuldu. Ben Ayşe Hanım’ın anlatacaklarını duymak için bekliyordum.
‘O akşam eşim ve çocuklarımla akşam yemeğimizi yedik. Kaynanam erkenden yatmıştı. Allah rahmet eylesin eşimle bu olayı konuşuyorduk. İçimden ağlamak geliyordu ama bunu eşime belli etmedim. Tabi o bendeki durumu sezmişti. Kaç yıllık eşim sonuçta. ‘Neyin var?’ dedi. Ben de ufaktan olanları anlattım. Tam sözlerimi bitirmiştim ki size asıl anlatmam gereken şey oldu. Dışarısının huzur veren sessizliği bir anda değişti. Size az önce bahsettiğim titreşim sanki tüm mahalleye yayılmış gibiydi.’
Ayşe Hanım tekrar gözlüğü çıkardı. Gözlerini bana dikti ve anlatmaya devam etti. O an yaşadığı garipliğin etkisine girdiğimi itiraf etmeliyim.
‘Rahmetli eşim Ahmet Bey’le kalkıp telaşla kapıya çıktık. Dışarıda hiçbir şey göremedik. O titreşim ve sesin kaynağı yoktu. Derinden, toprağın altından gelen bir canavarın yeryüzüne doğru çıktığını sandım. Sonra gözlerime inanamadığım o şeyi gördüm. Hacı Kerim’in evinin yaklaşık yarım metre yükseldiğini gördük. Eşimle gözgöze geldik ve size yemin ederim hayatım boyunca gördüğüm en korkunç şeydi bu. Yalnızca onların evi yükselmişti. Evin altına döşenmiş yaylar varmış gibiydi. Ev aşağı yukarı hafif hafif inip çıkıyordu.’
‘Ardından ev yavaşça yerine oturdu. Bir toz bulutu belli belirsiz etrafı sardı. Evin etrafındaki çatlak ve yarılmış toprağı karanlığa rağmen görebiliyorduk. Çok korkmuştuk. Hacı Kerim cinci hocaydı ve bu gördüğümüz şeyi cinlerin yaptığına yorduk. Korkuyla içeri geçtik.
Titreşim hala devam ediyor, içimizi saran korku ve endişe an be an artıyordu. Işığı kapatıp camdan korka korka bakmaya başladık. Eşim beni arkasına aldı. O önde ben arkada camdan bakmaya devam ediyorduk. Titreşim bitmeye başlamıştı ki tekrar artmaya ve ses çıkarmaya başladı. Daha derinden ve daha güçlüydü. Bu kez deyim yerindeyse öncekinden daha hınç doluydu. Ardından Hacı Kerimlerin evi tekrar havaya kalktı. Dehşet içerisinde kalmıştık. Çünkü bu defa deprem oluyor gibiydi. Korkudan eşimin arkasında kalakalmıştım. Dizlerimin bağı çözülmüş gibiydi. Eşim ‘Polisi arasak mı?’ dedi. O esnada diğer komşumuz Bahti Hanım ve eşi Ali Bey neler olduğunu anlamak için dışarıya çıktı. Sonra diğer komşular. Neredeyse tüm mahalle halkı dışarıya çıkmıştı. Ve hatta down sendromlu Ümit’in yaşlı babası Korkut Dede bile. Kaldı ki Korkut Dede gerekmedikçe ayağı kalkmayan biriydi. Yaşlı adamın eklem ağrılarını dindirmek için güçlü ağrı kesici iğneler yaptığım çoktur.
Herkes ama herkes korku içerisindeydi. Çok büyük olay. Yani, siz mahallenizde bir evin yaklaşık bir metre havada durduğunu bir hayal edin isterseniz.’
O an yaşanan dehşeti ve korkunçluğu düşündüm ve gerçekten dehşete kapıldım. Ayşe Hanım anlatmaya devam ediyordu.
‘Uğultu sesi, evin içerisinde kırılan dökülen eşyaların seslerini duyuyorduk. Bakın Allah şahidimdir. Koskocaman ev… Bütün azametiyle hem de… Tonlarca ağırlıktadır. Bir insan… Asla… Haşa evliyalar bile bunu yapamaz.’
Ayşe Hanım bakışlarımdaki hayreti, ona inanmadığım yönünde algılamış olsa gerek ki bana ‘Size yalan söylediğimi mi düşünüyorsunuz? Diye sordu.
‘Hayır.’ Demekle yetindim. Ayşe Hanım daha sakin görünüyordu.
‘Olay sadece mahalle içerisinde kaldı. Yerel gazeteler de bile konusu geçmedi. Kimse böyle bir olayın yaşandığına inanmak bile istemiyordu. Şimdi bile yaşayan mahalle sakinlerini bulsanız size pek bir şey anlatacaklarını sanmıyorum. Siz, bu anlattıklarımı haber yapsanız bile size inanmayacaklardır. Benim için de ‘Yaşlı bunağın teki.’ Diyeceklerdir. Ama yemin ederim anlattıklarım doğru. O gece yaşananlara onlarca insan şahit oldu. İnanmak, bizim bildiğimiz gerçekliğin eşiğinden geçmek için atılan ilk adımdır. Bana ve anlattığım şeylere inanmıyorsanız bu işin peşini bırakın. İnanmayan insanlar için diğer olay var tabi. Ona da inanmasınlar. Kimse dalga geçemez. Bir sürü insan öldü. Bu olay komik ya da dalga geçilecek bir konu değil.’
Ayşe Hanım bu söylediklerini sinir krizime girmiş biri gibi gülerek söylemişti. Evet, sevgili okurlarım gelecek hafta araştırmalarım sonucunda edindiğim şeyleri sizlerle burada Gazete Güvercin’de anlatmaya devam edeceğim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.