- 253 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
SON VAZGEÇİLEN, İLK ELDE EDİLEN
Medyaya aşinalığımız ne derecede olursa olsun, bu mecrada yolumuz dünya sinema tarihinde güzide yerler edinmiş birilerine pekala rastlamıştır. Bu durum sadece beyaz perde için cari değildir elbette. Hayatın türlü zeminlerinde boy gösteren ve bizlerin büyükçe hayaranlığını da uyandıran şahsiyetler, farklı şekillerde hep göz doldurmaya da devam edeceklerdir kuşkusuz. Burad söylenmesi gereken şey, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı gerçeğidir sanırım.
Aktüalitede çokça göze çarpan renlerin gerçek hayat hikayelerinin ne de trajik olduğunu öğrenmeye başladığımızda ve hele ki onların yaşamlarına empatik duygularla yaklaştığımızda bambaşka bir duygu ve düşüncelerin içinde buluruz kendimizi. Yakınen kurulan empatik duyguların eşliğinde, onlardaki mücadele bilincinin izlerinde yürür, onlarla nefeslenir ve daha bir hayranlıkla bakarız şahsiyetlere. Tarihe not düşülen her başarının, muvaffakiyetin ve kiminde de her şeye rağmen onurlu yenilgileri dahi göz kamaştıcı zenginlikleri alıp götürür bizi hayal gücünün derinliklerine. Konulara özne olan ve bir şekilde bizim de algılarımıza takılan iz bırakanlar silsilesi, her nasılsa büyük tesadüfleri bir yana bırakırsak, oldukça zorlu mücadelelerle gelebilmişlerdin bugünlere. Bu mücadele ruhunun bakiyesi olarak da saygınlıkları da o derece büyümüş, büyümüştür bizlerde.
Önem sırasına koymak gibi bir zaruretimiz olsa idi, ilk gözden çıkaracağımız şeylerden biri biziler için keyfiyet anlamındakiler olurdu şüphesiz. Bizi biz yapan, bize duruş katan, her yönden duygu,düşününş ve bedensel varlığımızı zenginleştirenleri elbette son noktaya değin elde tutmaya, gözden çıkarmamak adına da her şeyi yapmaya amade olurduk. Bu durumun bir örneğini de yetmişli yıllardan itibaren göz dolduran ve yaşları ellili seviyedekilere daha da çok hitap edebilmiş bir aktör olarak Silvester Stallone, manidar örneklerden biridir şüphesiz. Bizler için sanatının doruğında ve aynı zamanda da son merhalelerindeki bu insan, hayat öyküsü irdelendiğinde ne de çarpıı hakikatler sunar bizlere. Yüzündeki çizgilerin, konuşmalarındaki kendine has duruşu altında daha küçük yaşlarda geçirdiği yüz felcinin olduğunu bilmek gerçekten de ilginçtir. Onun konuşurkenki yüzdeki mimik ve jestlerinin kökenini keşfetmemizi sağlayan bu realite, sinema dünyasına girişinde de zorlu bir mücadele vermesine yol açmıştır. Kendini doğru anlatabilmek adına ne de büyük çabalar harcamış ve senaryosunu da yazdığı ve beyaz perde de “Racky Balboğa” telaffuzuyla milyonları ekrana dahil edebilmiş bu karakterin can bulduğu film büyük takdir de kazanmıştır.
Bir amaç uğruna feda edilenlerin, feda edilmek zorunda kalanların ne büyük ızdıraplar yaşatmış olabileceğini bir düşünün. Bir annenin veya babanın çocuklarından birinden vazgeçmeye veya onlardan birini diğerine tercih etmeye zorlanması, yıllarca besleyip gözettiği ve daha küçük yaşlarda da duygu bağı kurduğu bir köpeği, yaşadığı yeri terketmek zorunda kaldığı için geride bırakmaya zorlanan ve onu her denemesine karşın kimselere bakıp gözetebilmesi adına teslim edememenin verdiği pişmanlığı br düşünün. Dürüst olmak gerekirse, yıllar yılı müstakil evde yaşamanın verdiği alternatifleri işe koşarak çokça ev hayvanı besleme şansı bulan ben, yukarıdaki derin trajediyi mükerrer kez yaşadım yıllar öncesinde ve o anlara değinki duygusal takılmalardan kendimi bir türlü soyutlayamadım. Size ihtiyacı, sizle varlık anlamı bulan ve hayata tutunan bir canı, arkadaşı ve katışıksız sevgiyi veren,asla art niyet nedir bilmeyen bir kedinin, köpeğin, kuşun velhasılı hayvan dostunuzun öylece ortada kalakalması ne büyük bir yıkımdır değil mi? Herbirimizin keşkeleri içinde bir ya da dahafazla sayıda pişmanlığı yok mudur? İşin acı yanı şu ki, kendime yeterli olduğum yıllarda da geride bıraktıklarımın peşine düşmüşsem de bir ize rastlamamak son derece yıkıcı oldu benim için.Belki de bu dostlarım çeşitli sert muamelelere uğramış, darp edilmiş ve işin acısı bu ya hayatta bile değillerdi belki.
Ve geride bıraktıklarım benim de bizlerin de ilkkazanmaya çalıştığımız olmuştur şüphesiz. Vijdan rotamız bizi bu durumlarda kayıtsız şartsız yönlendirmiş ve istemeyerek de olsa yapılan hataları telafiye sevketmiştir nasıl olsa da. Ne yazıkk ki zaman içinde onca şeyin değişimi bu telafilerin bir kısmına izin vermiştir. Ne hazindir ki benim için geride bırakmaklı olduğum hiçbir şey için telafi şansı doğmadı, doğamadı. Aranızda bu hissiyatları taşıyan ve yine onların uyandırdığı ve asla da dinmeyecek olan derin duygusal hassasiyetlerle tıpki sizler gibi ne zaman dokunabileceğim bir sokak hayvanı görsem kayıtsız kalamıyorum. Onlara her dokunuşumda ve imkanlar dahilinde de her ihtiyaçlarını giderebilmede vicdanımı susturmaya çalışıyorumdur belki de.
Beyaz perdede iz bırakabilmek, daha çokça hayat sunumuna erişebilmek adına bu zemine girişteki emek ve ona giden yoldaki son vazgeçilen şey, ne de anlam yüklüdür. Sadece 25 dolar gibi bir meblağa satmak zorunda kaldığı sadık dostu ve biricik varlığı durumundaki köpeği, ilk muvaffakiyetinin hemen ardından da yeniden sahip olunması gereken şey oluşu bakımından ne de trajik bir tercihtir. Bu hikayede ilk vazgeçilen olmamasına karşın, son çare olarak gözden çıkarılan vefalı dost, yukarıda adı geçen karakterin ilk filmindeki başarıdan sonra yaklaşık 2000 dolara yeniden kazanılmıştır.
Önümüzü bütün çıplaklığıyla halen göremiyor, anlayamıyor, okuyamıyor olduğumuz hayat, bizleri bazen olmadık seçimlere zorlayabilmektedir. Bu seçimlerde zaman zaman günlerce düşünmüş, plan yapmış ve olasılıkların tümünü de gözden geçirmişler olarak, son çarede o ilk gözağrılarımızı istemeye istemeye başkalarının egemenliğine teslim etmişizdir. Ne büyük bir yıkımdır bu. İşin ilginç yanı, o şeyin bir canlı olup olmadığında değil elbet. Sözü edilen şey bir kitap, vazo, ev, ecdattan yadiğar bir tesbih veya otomobil de olabilir, tüylerindeki albenili renkleriyle bir kedi de. Büyük sınamaların da içinde yer aldığı hayatımız, bu sınamalardan sonraki ilk düzlükte bizlere aklen ve vicdanen yeni seçeneklerin de kapısını aralıyor zamanla. Ve burada da bizle bütünleşmiş olduğunu düşündüğümüz, son seçenek olarak istemeye istemeye elden çıkardığımız şeyleri yeniden elde edebilme arzusu, hayatın kırılma anlarından biri değildir de nedir? Kimsenin kendini kendi yapan, onu motive eden, değer katan ve ondan da değer ürettiği her ne varsa vaçgeçmeye zorlanmadan yaşaması elbette temennimizdir. Bu temennilere karşın hayat bilmecesi o denklemi içinde bizleri ansızın bazı seçimlere orlayacak gibi de görünmektedir. Politik ikbali adına gençliği geride bırakanlar, yine iyi bir meslek edinebilmek ve daha da mürehhef bir hayata kavuşmak gayesiyle çocukluk yıllarını ıskalayan ve onun içindeki türlü ve tarifsiz doyumlara veda eden binler, on binler ve dahi milyonlar için de aynı şey geçerli maalesef. Ebeveynlerinden birinin rahatsızlığı veya terk etmiş olması ya da ölümlerinden ötürü küçücük yaşlarda hayatın onca yükünü sırtına almış çocuk yaşlarda, henüz gencecik yüzlerin varlığını kim inkar edebilir ki? Bütün bunlara karşın, bize ne de büyük bir sevinç ve ilham kaynağı olan, gerçek anlamdaki dostlarımızdan, değer verdiklerimizden ve bilmukabil de değer gördüklerimizden vazgeçmek zorunda oluş, kolay kaldırılabilir bir yük değildir.
Bir gurbet yeri ise şu dünya, bizi onlarca yıl ;besleyen, gözeten ve içinde nefeslendiğimiz; çocukluğu ve gençliği doyasıya yaşadığımız mekanlar nasıl da zor terkedilir bir düşünün. Bizi o sevgi kokan ;sokağımızdan, mahallemizden, komşularımızdan, kırk yıllık muhabbet dolu esnaflardan ayıran şeylere karşın, ilk fırsatta yeniden o mekanlarla ve insanlarla bir arada olabilme motivasyonu ne de yüksektir. Hızla her şeyin değiştiği hayatın içinde zaman daima egemenliğini hissettirirken bizlere, bıraktıklarımızı o yıllar öncesindeki gibi bulabilmemiz de pek mümkün olmaz ne yazıkki. Zira, bulduklarımız da o eski hazzı veren olmaktan çıkmışlardır. Zaman bizdeki o duygularla adeta dalga geçmiş gibidir. Ne biz o yıllar öncesinin çocukları, gençleriyizdir ne de o sokakların buram buram nostalji kokan çehreleri kalmıştır. Yine de uzun soluklu ayrılıkların ardından, o ilk adımımızın sevgiyi, vefayı, esenliği ve kısacası hayat denilen ve içine onlarca güzelliği sığdırabildiğimiz bütüne, onunla özdeşleştirdiğimiz eşya, mekan ve veya canlılara yönelişimiz hiç değişmez büyük bir olasılıkla. Uzun yıllardır gurbette kalmaya mecbur olmuş insanlarımızın daha sınır kapılarından geçmekli oldukları ilk anlardaki heyecanlarının, araçlarından inerek bizlerden birine bir iki kelam etme ve hatta dokunabilme arzularının altında da muhtemelen bu duygular yüklüdür.
Doğduğumuz andan geldiğimiz yere değin zaman içinde de mekan içinde de kimi planlı ve kimi de hesapta olmayan yolculuklar yapmaktayız. Bu anlamda her birimiz zaman yolcusuyuz. Ne yazık ki bu yolculukta o sevimli yıllar öncesine gidebilmek olası değil. Bıraktığımız şeylere dönüşümüz az veya çok olmakla beraber, maalesef takvimlerde de zamanın sonraki dilimlerine demk gelir. Tam da bu yerde, bizler de mekanlarda, mekanlara derinlik ve anlam katan, renk katan insanlar da, dostluk kurmayı başardığımız diğer canlılar da zamandan nasiplerini almışlardır. Onları yeniden de olsa bulabilmek, o yerleri bazı değişmişlikleriyle de tekrar görebilmek bir şükür mevzusudur aslında. Düşünsenize, birkaç yıllığına memleketten uzakta bir yerlerde geleceğiniz için sizi ayakta tutatack, statüler kazandıracak ve kısaca hayallerdeki geleceğinize taşıyacak tahsil yıllarınızda evinizden, kentinizden ve içinde değer verdiğiniz ve değer görebildiğiniz çokça şeyden ayrı kalmışsınız. Mezuniyet sonrasında aileden birini orada görememek, onunla yıllardır yarın kalan muhabbeti yapamamak ve her şeyden kötüsü zamanın-mekanın kadrajında asla bir araya gelememek ne kadar da tarifsiz bir çökkünlük duygusu yaratır değil mi? Bu trajediyi kimsenin yaşamasını istemem doğrusu. Tam da bu sebepten ötürü, değer verdiğimiz ve gördüğümüz her ne varsa, onlarla vuslatın yeniden cari olamayabileceği ihtimalini elde tutarak, her şeye rağmen elden geldiğince kırıcı olmamaya, tebessümü de yüzden eksik tutmamaya ve asla küskünlüklere de fırsat vermemeye özen göstermek gerekir.
Bizi sevgi çemberinin içine alan ve veya bizim öyle hissedişimizin kahramanları, özneleri bulunan her ne varsa, onları zamanın yıpratmasından sonra tekrar görmek tarifi olamayacak kadar büyük bir lütuf olsa gerektir. Zira ben, çocukluk ve gençlik yıllarımın izlerinin peşinde olduğumda büyük bir hayalkırıklığına uğramıştım. Beni teskin eden şey, o yıllarda birlite olduğum insanların büyük bir kısmının yılların çizgilerini yüzlerinde taşımalarına karşın halen sağ olmalarıydı. Sevdiğiniz veya değer verdiğiniz şeylerin ne zaman elden gideceğini bilemezsiniz.
Ne demişti bir arabesk şarkımızda:
“Hepsi geçer, hepsi geçer, neler de geçer
Her Bağrı ikiye böler de geçer.”
Yaşarlar veya halen mevcutlarken kıymet bilmenin, koskoca ömre değer olduğunu düşünüyorum. Kavuşmaların bir matematiği var. Bu ihtimalli mesele de kârlı çıkamama ihtimali ise hayatın doğasında mevcut. Geride bıraktıklarını bulabilenler, kanımca son derece şanslı olanlardır. Sizler de bu düşüncede misiniz?
Oğuzhan KÜLTE
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.