- 181 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SEVGİLİ ANİTA
Sevgili Anita,
Bu mektubu sana Sonbahar’ın Kışa döndüğü ve ağaçların içimizi ısıtan sarı kırmızı süslerinden soyunup çıplak birer hayalete döndükleri günlerden birinde yazıyorum. Arada üşüyen ellerimi nefesimle ısıtmak için ara vermek zorunda kalıyorum ve bu anlarda rüzgarın derinden gelen hışırtısını kulaklarıma doldurmaya çalışıyorum. Bir daha bir sonbahar daha görebilir miyim acaba ?...Kimbilir …Belki bu belirsizlik veya çok belirli bir karanlık sis yüzünden rüzgarın yüzümü bıçak gibi sıyırması acınası bir zevk veriyor bana…
Ne zaman buraya gönderildim ve ne zamandır buradayım, hangi yollardan ve acılardan geçtim inan ki artık unuttum Anita...Şimdi bu karanlık barakaların arasında bambaşka bir kimlikle bambaşka bir bedende yaşamaya çalışıyorum ve aslında bu yaşamak değil sadece ölmemeye çalışmak…Yani sana düzenli, aklı başında sözcükler yazamam artık eskiden adı Roza olan kadının yaptığı gibi…Aslında burada bir parça kağıt ve kalem bulmuş olmak da şaşılası bir mucize ve bunu Vlada’ya borçluyum. Sana Vlada’dan söz etmem gerekiyor sanırım…Burada ki kızlardan birisi ama aslında en güçlü, en gerçekçi, en becerikli ve gizemli olanı. Praglı gerçek bir Komünist ve burada olma sebebi de bu yani Yahudi değil…Kampa benden önce gelmiş ve onu hala gaz odasına yollamamış olmalarının sebebi sanırım 6 dil biliyor ve yeni gelenler ile kamp yönetimi arasında tercümanlık yapıyor olması…Mesela tahta ranzada hemen sağımda yatan Macar kız Anna onun sayesinde dayaktan kurtuldu. Çok üzgün ve naif bir kız olan Anna’yı hemen kanatları altına aldı Vlada anlamıştı çünkü fazla dayanamazdı…Ailesiyle beraber Theresin’de nispeten daha rahat koşullardayken annesi ile Auschwitz’e gönderilmiş, annesi ilk gelişte gaz odasına ayrılmıştı, iki erkek kardeşinin nereye gönderildiğini bilmiyordu. Sol yanımda yatan 42 yaşındaki Ukraynalı Olga ise şans eseri Babiyar katliamından kurtulmuş ama tanıdığı kim varsa hepsini kaybetmişti. Söylenenleri geç anladığı için sürekli dayak yemekten gözü hep mor, dudakları hep patlak dolaşırdı.
Sevgili Anita muhtemelen asla eline geçmeyecek olan bu mektubu bir iç döküş, bir itirafname gibi yazıyorum aslında…O yük trenine sille tokat bindirildiğim günden beri kalbimi sıkıştıran korku Auschwitz’e geldiğimde bitti çünkü artık buradan gideceğim yeri biliyorum, tam karşımda duran tuğla binaya başka kadınlarla beraber götürülüp, dezenfekte edilme bahanesiyle soyunup , zavallı hortlaklardan oluşan mahkum orkestrasının çaldığı melodiler eşliğinde ölüm odasına alınıp orada hayatımı tamamlayacaktım. Bunu Vlada’ya anlattığımda uzun uzun güldü ve “ah Roza işte tam da olacağı bu” dedi.Ama korkma eğer beraber girersek elini sıkıca tutacak, sana sarılıp sakinleştireceğim ve böylece derin nefes alıp o gazı içine çekerek çabukça ölebileceksin…” O an geldiğinde Vlada’nın yanımda olmasını diledim Anita…Haklıydı çünkü gaz odasından kurtulmanın imkanı yoktu işte bu yüzden ağzını kapatıp, hava almamaya çalışarak debelenmek sadece acıyı uzatırdı…Gardiyan kadının dediği gibi gazı içine çek ve bitsin…Vlada bu bilgiyi gaz odası gardiyanından almıştı…Vlada işe yarar her bilgiyi edinmekte ustaydı.
Çok karanlık, yağmurlu bir öğleden sonra fırınlardan tüten dumanı seyrederken yanıma geldi ve “sana bir sürprizim var” dedi. Formasının içine sakladığı ince parşömenleri ve bir de kalemi gizlice uzattı…
-Bu nedir Vlada?...
-Roza ikimizin de bildiği gibi burada öleceğiz ve dumanımız ile gökyüzünü boyayacağız.
-Çok şiirsel oldu bu tanım dedim espri yapabildiğime şaşarak…
-Ah ben edebiyattan hiç anlamam Avukatım biliyorsun, edebiyat okuyan Marinella idi…
-Marinella kim ?...
-Uzun hikaye bak dinle beni geride senden kalacak bir şey olsun istemez misin ?...Bir kaç satır yazı, bir veda, ya da ne istersen …Biri yok mu hiç sözcüklerine dokunmak isteyeceğin seni özleyecek…
-Vardı ama…
-Tamam işte sen yaz, ben de yazacağım ve bunlar bizden kalan son sözler olacak.
-İyi de kamptan nasıl dışarı çıkaracaksın ?...
-Onu bana bırak tatlım. Ha birde lütfen hayatta kalacak birine yaz olur mu !...
-Yani Yahudi olmasın dedim.
Yahudi olsun olmasın mektup yazacak senden başka kimse aklıma gelmemişti zaten, kağıt az olduğu için olağan el yazımı iyice küçülterek yazıyorum umarım ki okuyabilirsin canım. Tabii bu mektup eline geçerse…
Mektubun bir kısmı lekelerle kaplı ve yırtık olduğu için okunamıyordu Anita çok uğraştı, ışığa tuttu, büyüteç ile baktı ama göremedi. Geriye kalan birkaç paragrafı da idareli okumak için kahvesini tazeledi ve camdan bir süre dışarıyı seyretti…Savaşın yeni bittiği şu günlerde Amsterdam yorgun, hüzünlü ve yıpranmıştı. Diş hekimi olarak bugünlerde bayağı hastası oluyordu aslında ama şu anda yoğun bir sessizlik vardı muayenehanede…Mektubu kendisine getiren adam ufak boylu, tel çerçeve gözlüklü, siyah şapka ve paltolu silik bir adamdı ve kendisini Josef Steiner olarak tanıtmış, bir kahve eşliğinde sigara içmiş, kısacık oturup gitmişti. Hayır Roza’yı tanımıyordu, mektup eline bir arkadaşı vasıtasıyla geçmişti ve bu görevi yerine getirmeye mecbur hissetmişti kendini. Titrek ellerle uzattığı kartı bakmadan camın kenarına koymuştu Anita…Önünde duran isme baktı tekrar…”Josef Steiner-Muhasebeci” ve bir de adres…
Sevgili Anita bazen yapmayı düşündüğümüz gezilerden bahsederdik hatırlıyor musun ?...Prag, Viyana, Budapeşte, Krakow…Büyükannem Krakow’da doğmuş demiştim ve sen mutlaka gitmeliyiz diye eklemiştin. İşte şimdi Krakow’a çok yakın bir yerdeyim ama asla göremeyeceğim ne acı…Sana sonumun nasıl olduğunu yazacak ya da anlatacak biri olsun isterdim ama burada tanıdığım hiç kimsenin hayatta kalacağını sanmıyorum, mesela ben mektubu yazarken Olga’yı gaz odasına götürmüşler, çok sakinmiş çıtı çıkmamış. Fazla oyalanmak doğru değil canım çabucak bitirip üzerine aklımda kalan son adresini yazıp mektubu Vlada’ya teslim etmeliyim…Anita benim için üzüleceğini biliyorum ama üzülmen gerekenden fazla üzülme çünkü hayatlar bir yerde başlar bir yerde biter…Her şey sona erdiğinde güzel ve huzurlu bir cennette buluşmayı umalım…Sevgim ve bütün ışığım seninle olsun…Roza…
Göz yaşlarını silerken sayfayı çevirip arkasında yazan silik yazıyı okumaya çalıştı…”Lütfen Prag’da…..adresinde oturan Marinella Klowska’ya teslim edin.
Josef Steiner’in ikram ettiği tatsız nohut kahvesini yudumlarken anlattıklarını dinledi Anita…
-Bayan Klowska’yı tanımıyorum ama tanıyan birini biliyorum. Direniş örgütleri böyledir Bayan Kronberg, herkes sadece gereken kadarını tanır ama Vlada’yı tanımayan yok gibidir, Prag’da çok şey yaptı, çok insan kurtardı…Mektuplar adamlarımız sayesinde kamptan çıkarılıp Bayan Klowska’ya ulaştırılmış, o da size yazılmış olanı Amsterdam’a gelen arkadaşıma verdi, diğer mektup Vlada’dan Bayan Klowska’ya yazılmış.
-Onu bulabilir miyiz ?...
-Tabii buluruz.
Prag’da İlkbahar’ın serin ama güneşli bir gününde buluştular. Zayıf, çok beyaz, çok soluk, gümüşsü saçlarını gevşekçe toplamış olan Marinella ile bir birahanede oturup bir süre sadece sustular çünkü Marinella Vlada’nın mektubunu uzattı ve okumasını bekledi.
-Sadece öldüklerini biliyorum ama nasıl, ne şekilde oldu onu bilmiyorum. Mektup kamptan nasıl çıktı bunu da bilmiyorum bilsem de neye yarar ki…Vlada hayatım ve tek desteğimdi…Üniversiteyi Viyana’da beraber okuduk ve en büyük hayalimiz Prag’da yaşamaktı. Ben yetimhanede büyüdüm kimsem yok Vlada’nın ise ailesi onu hiçbir zaman umursamadı…Her zaman çok zeki özel biriydi onu anlatmak için kelimeler yetersiz kalır Anita…Okulu bitirip Prag’a döndük ama bizim masal kentimiz artık bir Nazi kenti olmuştu…Sonra direnişe katıldık ve devamını tahmin edersiniz…
-Siz tutuklandınız mı Marinella?...
-Hayır tutuklanmadım Vlada’dan sonra devam etmedim, öğretmenlik yaptım ve uysal bir vatandaş gibi yaşadım, biliyorum iki yüzlülük ama ben onun kadar cesur değilim.
-Anlıyorum lütfen suçlu hissetmeyin.
-Roza Yahudiydi değil mi tek suçu buydu.
-Evet yarım kan Yahudi…
Prag’ın eski kentinde St.Vitus Katedraline akşam ışıkları düşerken iki kadın bir süre beraber yürüyüp, Karl köprüsünün başında el sıkışıp ayrıldılar, Anita köprüye yürürken, Marinella eski kente geri döndü.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.