- 347 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Aşk; kıyısı olmayan sonsuzluk denizine atılan taş, sevgi ise; onun oluşturduğu halkalardır.
Var mı beni içinizde tanıyan?/ Yaşanmadan çözülmeyen sır benim./ Kalmasa da şöhretimi duymayan, /Kimliğimi tarif etmek zor benim... dizeleriyle başlayan ‘’Tek Hece’’ şiirinde Cemal Safi’nin de dediği gibi; tanıyoruz, yaşıyoruz ama kimliğini tarif edemiyoruz aşkın. Üzerinde yaşadığımız yerküreyi bir kitap olarak düşünecek olursak, biz bu kitabın en son sayfasındayız. Ve son sayfada yedi milyar insan yaşıyor. Yüzyıl sonra şu an yaşayanlar olmayacak ve belki de on milyar yeni insan yaşıyor olacak. Önceki sayfaları da göz önünde bulunduracak olursak bu sayı inanılmaz yerlere ulaşacaktır. İşte o inanılmaz sayı insan kadar, aşkın tanımı olduğunu düşünün. Onun içindir, aşkın bir tek tarife sığdırılamayışı. Geçmişten yaşadığın zamana kadar yaşayan düşünürlerden ve çevrende yaşayan insanlardan birçok aşk tarifi duymuş olsan da, hatta bazılarını gerçekten beğenmiş olsan da; şüphesiz en gerçekçi tarif senin tarifindir. Çünkü; o senin içinde var olanın yansıması, sendeki karşılığıdır. İnsanoğlu somut olanı ister. Beş duyusundan, en az biriyle algılamayı. Yani; dokunmayı, tatmayı, koklamayı vs. Oysa duyguların görünür değildir. Sadece, o an, o duyguyu yaşayan kişinin hissedeceği ve çoğu zamanda sözlerle ifade edemeyeceği şeylerdir. Onun içindir ki; çektiğimiz acı gözyaşımızda, mutluluğumuz kahkahalarımızda, merhametimiz çevremize karşı duyarlılığımızda vücut buluyor ve görünür hale geliyorsa; aşkta; bir bedende, sanatta veya bir amaçta görünür kılınabiliyor sadece. Ancak bu noktada da bir paradoks vardır. Çünkü; ne kadar görünür kıldığımızı düşünsek de, içimizde ki duygu, gördüğümüzden yani bütünden hep fazlasıdır. Çünkü, milyarlarca aynı beden varken, senin aşık olduğun farklılaşır. Senin içindeki aşktır onu farklı kılan. Yani aşk bütünden fazlasıdır.
Peki ya sevgi? Çevremizde yazılanlara, konuşanlara baktığımızda aşk ile sevginin karıştırıldığını aynı anlamda kullanıldığını görürüz çoğu zaman. Oysa aşk; kıyısı olmayan sonsuzluk denizine atılan taş, sevgi ise; onun oluşturduğu halkalardır aslında. Derinimizde akmakta olan aşk ırmağının üzerini örtenleri kaldırma ve ona ulaşma halidir aşk ve sevgi onun ürettiği enerjinin çevreye sirayet edişidir. Tıpkı bir hidroelektrik santrali gibi; içinde var olan bir enerjiyi harekete geçirmen aşk; onun enerjisini çevrene yansıtış biçimi ise; sevgidir. Aşk ile kendini, sevgi ile tüm âlemi keşfedersin. Evreni bir saat gibi düşünecek olursak, akrep ile yelkovanı hareket ettiren çarkların eş güdümlü hareket ettiği merkezdeki o hareketi veren ilk çark gibi. Aşk olamazsa yaşam devam edemez. Evrenin saati durur. İnsanın içinde yaşattığı evrenin yansımasıdır dış dünyası. İçinde sonbaharı yaşıyor, yaprak döküyorsa, dışarıda bahar olmaz. İçinde delice esen ve kimselerin göremediği, sadece yaşayanın hissettiği kasırga, dışarıda herkes tarafından görünebilecek büyük yıkımlara sebep olur. Demiştik ya; insanda var olan görünmeyen duygular, bir gün mutlaka görünür hale gelir. Bu senin içinde ne biriktirdiğinle alakalıdır. Ya yıkıcı, yok edici ya da yapıcı ve var edici.
Aşkı tattıktan sonra, çektiğin isimsiz sancıların ve yaşadığın acıların, sevdadan değil; kendini doğurmak adına olduğunu, aslında insanın sevgiyi değil, sevginin insanı doğurduğunu anlayabileceksin anca…
Değerli psikiyatrist Prof. Dr. Mehmet Zihni Sungur’un şu güzel ve anlamlı sözü ile yazımı noktalamak istiyorum.
‘’Aşk yalnızca başınızı döndürür, sevgi ise dünyayı döndürür!’’
YORUMLAR
Ben şarkı söylerim ve sırrım bunu yapmayı sadece sevmektir. Ne güzel söylerim, ne bilgiye sahibim. Sadece şarkı söylemeyi deli gibi severim. Bu bana söylettirir. Bu benim için aşktır. Sevgim de vardır. En çok aileme.. İkisi de ruhunuzun bir yansıması tarif ettiğiniz gibi. Paylaştığınız için teşekkürler.