Kusursuz Aşk - Bölüm 24
Bölüm 24
Vardığımız yer, dibe vurduğumuz yerdi… düşüyormuşuz meğerse… (Anonim)
Bakırköy deliler hastanesinin iki ilginç misafiri, hastane bahçesinde, ilkbahar mevsiminin yaz mevsimine kavuştuğu güneşli bir gününde, uysal ve yavaş adımlarla turlamaktaydılar.
Veysel nihayet içine düştüğü o girdabın derinliklerinden yüzeye doğru yürümeye başlamıştı. Konuşmuyordu, ancak olsundu. Mehmet bu durumu yadırgamıyor, hastane den çıkabilmek için Veysel’in hızlı bir ilerleme gösterebilmesi için çabalıyordu.
Kendince iki hafta olarak planladığı bu süreçte, hastaneden resmi bir şekilde bir ay dan az sürede taburcu olabilmeyi ümit ediyordu.
Bahçede gezinirlerken Dr. Tülay ile karşılaştı Mehmet ve refakat eylediği Veysel.
- Tebrikler Mehmet Bey. Gayet iyi gidiyorsunuz.
- Teşekkür ederim Tülay hanım. Geçen günkü talihsiz olay için özür dilerim. Ancak durumumu biliyorsunuz. Gerçekten hayati bir mesele var önümde ve benim buradan çıkmam ölüm kalım meselesi kadar ciddi bir durum.
- Merak etmeyin Mehmet bey. Siz böyle istekli ve uyumlu olduğunuz sürece, istediğiniz sonuca o kadar çabuk ulaşacağınıza şüpheniz olmasın. Hadi bakalım, iyi gezmeler sizlere, diyerek uzaklaştı Dr. Tülay.
Amanda ne gezme diyerek söylendi Mehmet. Veysel ise olan bitene uzak, kendi aleminde, etrafa odakladığı sabit bakışlarıyla, kendi kurgusunda bir hayatı yaşamaktaydı şimdilik.
Batının bireyselliği önceleyen yaşam felsefesi hapishane sistemine de yansımıştı. Doğuya tezat olarak koğuş sistemi yerine hücre sistemi şeklinde dizayn edilmişti hapishane. Diğer taraftan mahkumlar için daha korunaklı bir özel alan oluşmasına da vesile oluyordu bu sistem. Yine kaderin dengesi; hayrdan şer, şerden hayr doğar misali…
Sophia bu özel hücrenin korunaklı alanında kendini daha güvende hissediyor olsa da hayatını devam ettirebilmesi için sosyal alanların en azından banyo ve yemekhane kısımlarını kullanmak zorundaydı. Yani kendini bir hedef durumuna getirecek sınırların içerisindeki olanakları kullanmak mecburiyetinde.
Yıkanmadan belki bir ay geçirebilirdi, ancak yemeden 3 günden fazla dayanamazdı ve bu hapishanenin oda servisi de bulunmuyordu.
Rafael ile buluşabileceği tek yer de çamaşırhaneydi. Çünkü çamaşırhaneye kadın ve erkeklerin eşit erişim olanakları bulunmaktaydı. Çok kötü bir duyguydu hapishane de olmak. Aslında kötü olan demir parmaklıklar arasında yaşanan kısıtlanmış bir hayat değildi. Keşke öyle olsaydı. İnsan burada iç dünyasıyla baş başa kalabilse, kendi muhasebesini yapabilirdi belki de. Ancak böylesi romantik bir yer değildi hapishane. Karlarla kaplı dondurucu bir kış mevsiminin ortasında yiyecek arayan kurtlar gibiydi mahkumların bazıları ve burada hayatta kalmak doğada hayatta kalmaktan daha zordu. En azından kendin olarak hayatta kalabilmek.
Sophia bir umut çamaşırhaneye doğru yol aldı, yemekhane kısmına gitmeden önce. Rafael’i görebilirse, hayata dair umudu daha da artacaktı. Burada yapayalnızdı, Mehmet de yoktu yanında. Sığınacak, güvenecek, konuşacak birilerine ihtiyacı vardı. Koridorlar arasında mahkumların garip bakışları altında yoluna devam ederken, kendisini okların hedefinde bir dart tahtası gibi hissediyordu. Çamaşırhane girişine az bir mesafe kalmıştı. Ancak o kısacık mesafe belki de Sophia için binlerce kilometre uzaklıktaymış hissi gibiydi. Karşıdan gelen iki kadın mahkumdan birisinin omuz atması sonucu çıkan sataşma da Sophia kendisini bir dalaşmanın içinde buluvermişti.
- Önüne baksana süt kuzusu!
Özür dilerim sözünü tamamlayamadan, Sophia’nın saçları rakibinin elinde çekiştirilmeye başlanmıştı bile. Sophia bir taraftan bu durumdan kurtulmaya çalışıyor, bir taraftan da istemsizce rakibine bunu yapmaması yönünde telkinlerde bulunuyordu. Ancak etrafta bu dövüşü seyredenler durumdan keyif alıyormuş görünüyorlardı. Kısa süren bir bocalamanın ardından Sophia refleks olarak rakibinin kulak zarına denk gelen tarafına hızlıca bir tokat atıvermişti. Bir an için şaşıran rakibi bu sefer daha hiddetli bir hamle yapmıştı Sophia’ya. Sophia ile rakibi alt alta üst üste mücadele ederken, Sophia çamaşırhanenin kapısının ne kadar yakın olduğunu fark etti, ancak oraya ulaşmak sanki güçlü bir akıntıya karşı kürek çekmek gibiydi. Tekrar ayaktaydılar ve rakibi Sophia’yı demir parmaklıklara dayamış yarı eğilmiş bir şekilde baskılamaya çalıştığı esnada, Sophia istemsiz bir refkles ile bir anda kendini baskılayan rakibinden yana doğru bir hamleyle kurtularak, mücadeleden sıyrılmıştı. Boşta kalan rakibi baskının vermiş olduğu açı ve ivmeyle kafasını demir parmaklıklara çarpmış ve bir an için tekrar sendelemişti. Bu fırsattan istifade Sophia çamaşırhaneye kaçmayı başarmıştı.
Arkasında ise belli belirsiz bağrışmalar.
- Sen öldün süt kuzusu!!!
Çamaşırhanenin kapısında soluklanan Sophia ani bir irkilmeyle çığlığı basıvermişti. Rafael’ di bu. Sophia, ne oldu? İyi misin? diye sorular sormaktaydı.
Sanırım iyiyim diyebildi Sophia. Tanrım lütfen bana yardım eyle, kurtar beni bu cehennemden, diyerek yalvarıyor ve ağlıyordu.
- Sakin ol Sophia. Çok yakında seni buradan çıkaracağız.
- Neden şimdi değil; Çok yakın ne demek!? Neler oluyor anlamıyorum.
- Olayı resmi kanallar yoluyla halletmeye çalışıyoruz. Bugün avukatın annen ile görüştü. Sonuca çok yakınız. Durumu doğal bir oluş gibi göstermek zorundayız Sophia.
- Anne!? Annem nasıl, iyi mi?
- Merak etme. Sağlığı yerinde. Seni nakletmek için annen üzerinden hareket ediyoruz. Buradan nakledilmen normal bir durummuş gibi görünmeli.
- Biraz daha açık olabilir misiniz?
- Aslında biz Mehmet’i arıyoruz…
- Mehmet!? Gözlerinde soru sorarcasına bir bakışla Sophia.
- Mehmet’in sızma işleminiz esnasında ne tür verilere ulaştığına dair bilgilere ihtiyacımız var. Sen bizi Mehmet’e götüreceksin Sophia. Ve bu şekilde ikinizi de koruyabileceğiz.
- Lütfen çıkarın beni bu cehennem den diyebildi Sophia.
Rafael Sophia’yı teskin eyledikten sonra kendisini koruması için ayrıca bir bayan mahkumun da etrafta olacağını, ve her şeyin yoluna gireceğine dair inançlı olması yönünde kendisini ikna ettikten sonra tekrar buluşmak üzere ayrıldılar.
Ayrılmadan önce de Sophia’yı öldürmek isteyen mahkumların ölmüş oldukları haberini de vermişti Rafael. Bu haber Sophia üzerinde ayrı bir şok dalgası etkisi yapmıştı.
Hayattaki en kötü his belirsizliktir. İnsanın bir hedefi olmayışı. Tutunacak bir dal misali, uzanacak bir el misali, hedefsiz insan da yapayalnızdır. Etrafında onlarca insan olsa da o gerçekte yapayalnız ve arayış içerisindedir.
Hedefi olan insanın ise önünde dağlar olsa direnemez. Aşar insan o engelleri, en zor engeller bile olsalar.
Sophia da kendisini bir an için boşlukta hissetti. Hedefsiz bir insan gibi, sadece yaşamaya, nefes almaya çalışan bir canlı gibi.
Yalnız değildi bu hissiyatında.
Dünyanın bir başka yerinde, Ela’da aynı boşluğu sarıyordu, Veysel ise o boşluğun en karanlık kuytusunda kış uykusundaydı.
Fakat Mehmet tüm olumsuzluklara rağmen, zor bile olsa, imkansız gibi bile görünse bir hedefe sahipti. Sophia’yı kurtarmak. Ve kim bilir, belki de tüm bu ekibi kurtarmak kendi boşluklarından.
Ela için ise kara bulutlar bir araya geliyordu kuytuların gizli yuvalarında. Saffet bir kere tutulmuştu bu ihtirasa. Onun için başka kurtuluş çaresi yoktu. Tek düşünebildiği çare Ela’yı zorla kaçırmaktı. Saplantılı ruh durumu, susuzluk hali gibi her geçen vakit artmaktaydı. Yanına aldığı üç arkadaşıyla birlikte Ela’yı nasıl kaçıracaklarının planlarını yapmaya çoktan koyulmuşlardı bile. Ela ise kötü bir şeyler hissediyor ancak anlamlandıramıyordu. Ve kötülük pusuda, kendisine en uygun zamanı beklemekteydi.
Salman bey ile toplantısından biraz gergin hislerle ayrıldı Acun. Şirketini gayet yüksek bir paraya satıyordu, ancak yine de içinde bir huzursuzluk vardı. Dalgın halleri koruma müdürünün de ilgisini çekmişti.
- İyi misiniz Acun bey?
- Hı, önemli değil, arabanın anahtarlarını verir misin, ben kullanacağım.
Koruma müdürü diğer kapıdan arabaya binmek isterken, Acun el işaretiyle engelledi. Yalnız süreceğim diyerek holding binası parkından ayrılmıştı.
Arabayı kullanırken dalgın düşünceli halleri devam ediyordu. Ta ki yüksek bir korna sesiyle irkilip, yanlış şeritte yol aldığını fark edene kadar. Aracı kenara çekerek, durdu ve derin bir nefes aldı. Endişeleniyordu. Kartel şirketinin holding üzerinden adını veya itibarını tehlikeye atabilecek bir girişimde bulunup bulunmayacağından emin olamıyordu.
Sonra kızdı kendisine, çok evhamlanıyorum, böylesi saçma hislere neden kapıldım anlamıyorum.
Belki de Salman beyin gizlilik söyleminden negatif bir his edinmişti.
Bir anda telefonun zili çalmaya başlayınca dikkati dağıldı. Arayan Müge’ydi.
- Canım, nerelerdesin? Geç kalmayız değil mi?
- Varmak üzereyim güzelim. Birazdan evde olurum. Görüşmek üzre güzelim, hadi öptüm.
İyi ki Müge var diye düşündü. Biraz olsun negatif ruh halinden yine o eski bilindik iş adamı moduna girebilmişti. Belki de çok büyük bir yatırımcının karşısında biraz zayıf hissetmişti. Çünkü biraz gururlu, birazda kibirli bir karakteri vardı Acun’un. Aslan burcunun maceracı kişiliğiyle övülmeyi, takdir edilmeyi severdi. Emir almak ona göre değildi.
Fakat bu dünya böyleydi işte. Her zaman bir güçlüden daha güçlüsü bulunurdu ve bir zenginden daha zengini.
Acun, anlamlandıramadığı negatif duyguları bir kenara bırakarak, Müge ile geçireceği güzel bir akşam için arabayı eve doğru sürmeye başlamıştı. Trafik akıcı, gökyüzünde ise Dolunay, tüm güzelliğiyle şehrin üzerine ışıklarını saçmaktaydı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.