- 896 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ADANALIYIK, ALLAH'IN ADAMIYIK!
ADANALIYIK, ALLAH’IN ADAMIYIK!
O kadar çok duymuştum ki bu tekerlemeyi; Adanalılardan veya Adanalılara söyleyenlerden. Ne zaman bir Adanalı ile karşılaşmış olsak, mutlaka bu tekerleme selamlaşmanın teyidi oluveriyordu. Gerçekten öyle miydiler, yoksa onları değersizleştirmek, kızdırmak veya onore etmek için söylenmiş olabilir miydi?..
Oğlum: “Baba yarın Adana’ya gidiyoruz” dediğinde, sevinmiştim. İlk defa Adana’yı görecektim. Daha önce ailecek birkaç kez niyetlenmiştik ama gerçekleştirememiştik. O andan itibaren bir şarkı gelip oturmuştu dilimin ucuna:
“Adanaya gidek mi,
Şalvarından giyek mi,
Şalgamından içik mi;
Hele gardaş gel gidek!
Gidek gidek gel gidek
Adanaya gel gidek,
Adana sıcak derler,
He ya gardaş gel didek… “
diye, söylemeye başlamıştım.
31 Temmuz Pazartesi sabahı yola çıktıktan sonra da bu türküyü otomobil içerisinde, yolculuk boyunca kimi zaman Müslüm Gürses’in, kimi zaman da Müslüm Gürses’in hayatını konu alan “Müslüm” filmi ile meşhur olan Şahin Kendirci’nin sesinden sayısız kere dinlemiştik.
Neşeli bir yolculuktan sonra yolları, tünelleri geçerek, Tarsus-Adana kavşağından doğuya dönerek Adana istikametinde yol almaya başladık. Her taraf yeşilin tonlarıyla süslenmiş. Çeşit çeşit ağaçları barındıran düzlükler, tepelerin ekili ve dikili oluşu dikkatimizden kaçmamıştı. Meraklı gözlerle hemen her şeyi detayınca inceliyor, zihnime not ediyordum; serde araştırma gazetecilik ruhum da vardı ya…
Adana’ya varmıştık. Şehir içi trafiğinde yol alırken kavşaklarda durduğumuzda bir şey dikkatimi çekmişti. Şehir içi trafiğinde kavşaklardaki, “Kırmızı ve Yeşil” ışıktan ibaret trafik lambaları. Halbuki biz şimdiye kadar Trafik lambalarının “Kırmızı, Sarı, Yeşil” olmak üzere 3 renkten ibaret olduğunu biliyorduk. Hem, okul hayatımızda, hem de, “Ehliyet Kurslarında” bu şekilde öğrenmiştik. Trafik ışıkları 3 renkti. Ama Adana insanının “sarı” renge tahammülü olmadığından Adana’da trafik ışıkları da: “Kırmızı” ve “Yeşil” olmak üzere 2 renge sabitlenmişti. “Bunun bir sebebi olmalı” dediğimde, oğlum demişti ki: “Baba Adana’da herkes sıcak kanlı olduğu için sarı ışığı beklemez; zaten hazırdırlar geçmeye; o yüzden kırmızı ışıkta dururlar, yeşil ışık yanar yanmaz basarlar gaza…”
O an hemen telefonumu açtım ve birkaç fotoğraf çektim; bu fırsatı kaçırır mıyım! Bununla da yetinmedim; tarihlerin 31 Temmuz 2023, saatin de 14.30’u gösterdiği bir zaman diliminde Facebook Hesabımdan: “Trafikte sarı ışığın olmadığı ADANA da olduğumuz doğrudur” paylaşımını yapmış ve kırmızı ve sarı ışıktan ibaret olan trafik lambaları fotoğrafları ile de desteklemiştim paylaşımımı.
Klimalı ortamdan daha adımımızı atar atmaz yüzümüzü güneşin yakıcı sıcaklığı sıyırıp geçmişti. Hava sıcak mı sıcak. 20 yıl kaldığımız Ege’nin sıcaklarına alışmıştık ama bir kaç senedir yaşadığımız Ankara’nın sıcaklığına da alıştığımızdan, Adana’nın sıcak havası bir anda eziyete dönmeye başlamıştı artık bizim için.
Daha önceden kalacağımız otel rezervasyonunu yaptırdığımızdan, yemek yedikten sonra otelimize geçmeyi kararlaştırmıştık. Araştırmalar ve tavsiyelerle netleştirdiğimiz, yemek yiyeceğimiz “Beyzade” Restoranının yerini de, adres bulmak için Google’ın güvenli arama motorundan, Navigasyonun marifetiyle kolayca bulmuştuk. Restoran girişinde, yemek esnasında ve yemek sonrasında Beyzade Restoranın çalışanlarından daha ilk anda güler yüzle karşılanmış, yemeğimizi yemiş ve güler yüzle uğurlanmıştık. Sonsuz teşekkürü hak ettiler.
Kalacağımız Sürmeli Otelinin yerini de kolayca bulmuştuk. Otel şehrin en eski otellerinden olmasına rağmen resepsiyon memurundan, yardımcı hizmetleri yapan vale sine kadar personeli de güler yüzlü ve işlerini profesyonelce yapıyorlardı. Kısa süreli de olsa yaşadığımız klima sorunu dışında hiçbir sorun yaşamadık. Otelin yüzme havuzunun da 2. Katta olması da bir avantajdı. Kısa süreliğine de olsa yüzüp rahatladıktan sonra güneşin de yavaş yavaş ısısını kaybetmeye başladığı akşam saatlerinde Adana’yı gezmeye çıktık. Ha bu arada “Eski Adana” ve “Yeni Adana” olmak üzere 2 Adana olduğunu da öğrendik.
Taş Köprü ve Sabancı Merkez Camii
Tarihi binaların ve Adanalıların Merkez Camii dedikleri “Sabancı Merkez Camii” de eski adana sınırları içerisinde. Adeta Seyhan nehri şehri ikiye bölmüş. Sabancı Merkez Camii de Seyhan nehrinin hemen yanında, 1998’de Osmanlı stili iç mimarisi ve dünyanın en büyük cami panolarıyla açılan büyük camii, Tarihi Taş Köprüye bir kaç yüz metre mesafede; Taş Köprü ile Sabancı Merkez Cami arasında insanların dinlendiği yemyeşil Seyhan Merkez Parkı var. Sabancı Merkez Camii de, bu parkın kuzeyinde.
Otelden çıkmadan önce, Sabancı Merkez Camiinde namaz kılmayı kafama koyduğumdan abdest alarak çıkmıştım. Akşam olmak üzereydi ve bu kısa zamanda, ortalık kararmadan Taş Köprünün ve Sabancı Merkez Camii’nin fotoğraflarını çekmek için acele ediyordum. Ben otomobilden parkın yanında indim, aceleyle Taş Köprünün akşam alaca karanlığında birkaç fotoğrafını çektim. Seyhan nehrinde su yoktu, oradan birine sordum: “Yukarıda tamirat var o yüzden suyu kestiler” cevabını almıştım.
Akşam olmak üzereydi ve ben de Akşam Namazını Sabancı Merkez Camiinde kılmaya niyetliydim ya, oğlum aradı “baba nerdesin?” diye. Tarif ettim yerimi. “Türk Devletleri Meydanındayım, camiye geçeceğim…” dedim. Otomobil ile beni aldılar, Turhan Cemal Beriker Bulvarından Seyhan üzerindeki köprüden geçip, karşıda Yüreğir Belediyesi sınırındaki kavşaktan dönüp, karşıya geçirip cami de bıraktılar, onlar şehri dolaşmaya gittiler. Ban caminin avlusundan içeri girdikten sonra akşam ezanı da okunmaya başlamıştı. Aceleyle birkaç fotoğraf çekip caminin içine girdim. Koskoca camii de on kişiyi geçmeyen bir cemaat ile akşam namazını kıldık. Benim cami içinde dikkatimi çeken şeyler de vardı. Camii içerisini soğutmak veya ısıtmak için kullanılan klimalar cami içindeki sütun direklere süsleme gibi yerleştirilmişti. Kendi kendime: “Klima üreticisi Sabancı olunca, olacak o kadar…” demekten, kendimi alamadım. Cami içerisinin birkaç fotoğrafını da çekip ayrıldım. Adeta İstanbul’daki Süleymaniye Camii
Bici Bici
Namaz sonrasında, indiğim yerden beni aldılar.
Nereye gidiyoruz?
Bizim çocuklar çoktan kafalarına koymuşlar. “Bici Bici” yemeye gideceğiz dediler. Birkaç defa duymuştum bunun adını. Hatta, bizimkiler tanıdıklarından da “Tahta Masa Restoran”ın adresini bile almışlar. Yine Navigasyonla geziyoruz Seyhan nehri etrafında. Adnan Menderes Bulvarı, Çoban Dede Girişinde Tahta Masa Restoranı bulduk. Göl kenarında, yüksekçe bir yerde, akşamın güzel görüntüleri içerisinde merak ettiğimiz Bici Bici ‘tatlı mı, içecek mi’ olduğunu bilmediğimiz siparişlerimizi verdik. Çok geçmeden siparişlerimiz geldi. Cam kaselerin içerisinde kar kristalleri üzerine gülsuyu dökülmüş Bici Biciler geldi; yanında da bir tabak içerisinde pudra şekeri bırakıldı masaya. Kaselerin içerisindeki bici bici içerisine de birer pipet saplanmıştı. Tabii ki, ilk önce ne olduğunu anlamaya çalıştık. Bendeki ilk izlenim, Denizli’de yaz aylarında meşhur olan, Başkarcı Dağından getirilen ve atların heybelerindeki çuvallarda veya pazar yerlerinde satılan “kar” kaselere doldurulup üzerine de şerbet eklenen “Karlı Pekmezi” çağrıştırdı. Pipet ile dibindeki sudan çektim, şerbet ile karışık lapalar da geldi ağzıma. Doğrusunu söylemek gerekirse, kar üzerine gül suyu yerine, kızılcık şerbeti veya, vişne şerbeti de çok yakışırdı. Nişasta ile yapılıyormuş, kimi zamanda meyvelisi de yapılıyormuş ama bu defa Bıcı bıcı deyil, “karsambaş” adını alıyormuş. Hiç birimiz, bu alışık olmadığımız Bıcı Bıcı kaselerindekini bitirmeden yarıda bıraktık. İçindeki nişasta damak zevkimize uymamıştı galiba; hem de 4 kase için 260 TL para vermiştik; olsun, denemiştik ya!..
Kaburgacı Yaşar Usta
Bıcı Bıcı denemesi açlığımızı kesmemişti; akşam yemeği vakti de geçmişti; yemek yemeden otelimize gitmeyecektik. Gideceğimiz yeri de, önceden belirlemişlerdi bizimkiler; ben sadece uyum sağlıyordum, onlar nereye ben oraya… Bu defa, Sinanpaşa, 4038. Sk. No:14, Yüreğir/Adana adresinde bulunan “Kaburgacı Yaşar Usta”nın mekanında bulmuştuk kendimizi. Daha önceden burası hakkında bilgi almışlardı tanıdıklardan. Navigasyon ile de kolayca bulmuştuk adresi. Ferah, tek katlı ve geniş bir mekan. Çocukları eğlendirecek bölümü de var, onları idare eden, oynatan, eşlik eden güler yüzlü ve eğitimli, işini severek yapan genç kızları da gelen misafirlerin çocuklarına hizmet vererek, memnuniyetle ayrılmalarına yardımcı oluyor gibiydiler. Bir buçuk yaşındaki torunumu da güzelce eğlendirdiler. Et restoranı olunca tabi ki de et yemekleri siparişi verdik. Yemek öncesi masaya dizdikleri yeşillikler ve diğer tadımlık ikramları da enfesti. Yani: Yemekleri de güzeldi, hizmetleri de. Fotoğraf çekinmeyi de ihmal etmemiştik bu arada; hem de birkaç defa. Memnuniyetle ayrılmıştık mekandan.
ADANA VALİSİ VE ŞAİR “ZİYA PAŞA”
Adana’dan ayrılmadan önce “Adana Şalvarı” alma fikri düştü bizimkilerin aklına. Tarihi Adana merkezinde dolaşmaya başladık. Bizimkiler, şalvar ararken bende yakınlarda bulunan tarihi mekanların fotoğraflarını çekmeye başladım. Ramazanoğlu Beyliği tarafından inşa edildiği bilinen ve Miladi 1541 yılında açıldığı yazılı olan, doğusu Memluk, batısı Osmanlı eseri izlerini taşıyan Ulu Camii’nin birkaç fotoğrafını çektim. Caminin altındaki kapalı silindirik yapı içerisinde söylentiye göre birkaç tane boş kabir var. Çevredeki yerlerin fotoğraflarını da çektikten sonra neye rastlasam beğenirsiniz? Şair “ZİYA PAŞA” Kabri. Mezar taşında “ZİYA PAŞA BÜYÜK ŞAİR VE ADANA VALİSİ 1825-17.5.1880 Ruhuna fatiha” mezar oldu. Görür görmez “Bizden biri, Üstadımız” demekten kendimi alamadım. Fotoğraflarını çektim, duamı yaptım; onun en meşhur şiirlerinden birisi olan “Terci-i Bend” Şiirinden bir bölüm aşağıya almadan bu makaleyi bitirmeyi içime sindiremedim.
“Adanalıyık, Allah’ın adamıyık!” diyen, sıcak kanlı, güler yüzlü, yanık benizli insanların şehri Adana dan güzel anılarla ayrıldık.
Yani demem o ki, Gönlümüz Adana’da kaldı…
5.8.2023, Ankara
Terci-i Bend I
Bu kârgâh-ı sun’ aceb dershânedir,
Her nakş bir kitâb-ı ledünden nişânedir.
Gerdûn bir âsiyâb-ı felâket-medârdır,
Gûyâ içinde âdem-i âvâre dânedir.
Mânend-i dîv beççelerin iltikâm eder,
Köhne ribât-ı dehr aceb âşiyânedir.
Tahkîk olunsa nakş-ı temâsîl-i kâinât,
Ya hâb ü ya hayâl ü yâhud bir fesânedir.
Müncer olur umûr-ı cihân bir nihâyete,
Sayfın şitâya meyli, bahârın hazânedir.
Kesb-i yakîne âdem için yoktur ihtimâl,
Her i’tikâd akla göre gâibânedir.
Yârab! Nedir bu keşmekeş-i derd-i ihtiyâç?
İnsanın ihtiyâcı ki bir lokma nânedir.
Yoktur siper bu kubbe-i fîrûze-fâmda,
Zerrât cümle tîr-i kazâya nişânedir.
Asl-ı murâd hükm-i ezel bulmadır vücûd,
Zâhirdeki savâb ü hatâ hep bahânedir.
Bir fâilin meâsiridir cümle hâdisât,
Ne iktizâ-yı çerh ü ne hükm-i zamânedir.
Subhâne men tahayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.
Ziya Paşa (1825-1880)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.