- 425 Okunma
- 7 Yorum
- 2 Beğeni
Sönmüş Işıklar
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bir ev; babası olmayan, içinde koşuşturan, anne diyen çocukları olmayan. Sadece annelerin olduğu bir ev. Ve o evde kocaman hasret dolu bir yürek. Yüreğindeki acı, vücudunda ki bıçak acısından daha acı. Doktor hayati tehlikesi yok dedi, hastaneden ayrılıp da, kadın sığınma evine getirilirken. Olmayan şeyin tehlikesi olur mu? Hayat var mıydı ki, kaybedilesi olsun?
Bir ev; annesi olmayan. Akşam işten dönüp, başını okşayan babası olmayan. Sadece çocukların olduğu bir ev. Ve o evde küçücük hasret dolu bir yürek. Annesinin gözlerinin önünde, kanlar içinde yere düşüşünü gören gözlerinde korku. Polis amcaları yetiştirme yurduna getirirken, çoktan unutmuştu, suratında ki, tokat izlerinin acısını. Şimdi demir ranzada, karanlıkta, ne kadar sarılsa da battaniyesine, üşümekte.
Bir ev; kadın sesi olmayan. Çocukların koşuşturmadığı. Tellerle, kalın duvarlarla çevrili. Demir kapı, demir sürgülü. Ve o evde öfke ve pişmanlık dolu bir yürek. Elinde kanın sıcaklığını hissetmekte, ranzasına uzanıp, gözlerini dikerken tavana, bir anlık işte, bir anlık cinnet diye mırıldanmakta. İşte buydu tüm bahane! Bir anlık cinnet. Ama hiç bir bahane, ne elindeki kan lekesini silmeye, ne de o iki yürekteki acıyı dindirmeye yetmedi.
Bir ev; babası olmayan. Annesi olmayan. İçinde koşuşturan çocuklar olmayan. Sadece sessizliğin olduğu bir ev. Ve o evde derin acı. İçinde iki kanepe ve bir soba. Kanepenin birinin üzerinde, bir okul çantası ve önlük, yanında kitap ve defter. Tam ortada bir halı. Halının üzerinde kan. Acıdan suskun duvarlar. Suskun ev. Sönmüş ışıklar.
Okuduğunuz şu satırlar, kadınların maruz kaldığı şiddet olayının en iyimser hali. Çünkü; yüzlerce kadın ölüyor. Yani yaralı kurtulup, kadın sığınma evini göremiyorlar bile maalesef. Sevmeyi beceremedik. Aşkı, sahip olmak sandık. Tıpkı diğer sahip olduklarımızın yanına koyabileceğimiz bir nesne gibi algıladık. Yâr etmek varken, yara ettik kendimize ve çevremize, hatta tüm insanlığa.
‘’Ah kimselerin vakti yok, durup ince şeyler anlamaya’’ {Gülten Akın] Vaktimiz yok. Hayat bir koşturmacadır ki; akıp gidiyor. Durup bir nefesçik soluklanamıyoruz. Kendimizi bulamıyoruz. Sanatı ittik hayatın dışına, ruhlarımıza dokunamıyoruz. Bedenleştik, bir bedenden ibaret olduk sadece. Oysa sanat bedenlerimizi aşmak için vardı. Hatırlarsınız mutlaka, rahmetli Adile Naşit’in hamam sahnesini. Hangimiz baktık bacaklarına? Ya da rahmetli Halit Akçatepe’nin Hababam Sınıfı filminde dansöz kıyafeti giyip oynadığı, o kıllı göbeğini gösterdiği sahnede, hangimize itici geldi o göbek. Yurdum insanı işte. Bakın sanat ön plana çıkınca nasıl da bedenler daha alt sıralara düşüyor. Oysa biz bedenleştik. Duygularımız köreldi. Felsefe yapma dediler güldüler, farklı yolları düşünemez, sorgulayamaz olduk. Sadece karın doyurma ve sahip olma üzerine bir hayat kurduk. Geride yok olmuş aileler, ölümler, acılar bırakmak pahasına.
Erkekler ağlamaz sözüne aldırmayın beyler. Şöyle acıklısından bir film açın ailecek seyredin ve ağlayın. Öyle böyle değil, hüngür hüngür ağlayın. Ağlayın ki; önce kalbiniz yumuşasın, sonra da çocuklarınız, babalarının etten, kemikten, kaslardan fazla tarafı olduğunu görsün. Sonra komedi filmi açın. Gülün kahkahalar atın. Gevşesin ruhunuz. Kasılmaları geçsin. Ailecek gülün. Ailecek gevşeyin. Sonra eski albümleri karıştırın ara sıra. Nereden nerelere geldiğinizi, ne güzel anılar biriktirdiğinizi görün. Ruhunuz incelsin. Hüzünlenin arada iyidir. Ters dönmüş, çırpınan bir kabuklu böcek gördüğünüzde yolda, ona yardım edin düzeltin, betonda kalmış bir solucanı toprağına kavuşturun. Ekmek alırken alamayan birilerine de alın. Çocuklarınıza merhameti öğretin. Paylaşmayı öğretin. Sadece kendi nefsine dua eden değil, kendi için istediğini başkaları için de isteyen bireyler haline getirin. Ev hanımı denildiğine aldırmayın. En ağır işçiliktir o. En ağır işi yaparlar, hiçbir ücret talep etmeden. Talep ettikleri sadece tatlı dil, güler yüz. Akşama kadar uğraşıp yaptığı yemeği yedikten sonra çocuklarından duymak istediği, ‘’bir eline sağlık, çok güzel olmuş’’ denmesi ücreti. O ücreti ona çok görmeyin. Kendinize yapılmasını istemediğiniz şeyi ona yapmayın. ‘’Kadınlar insandır, biz insanoğlu’’ der rahmetli Neşet Ertaş. Göbeğinizin çukuruna bakın. İlk beslendiğiniz, sizi hayata tutunduran bağa. O annenizin bağı, yani bir kadının size ölünceye kadar bıraktığı parçası.
Yatak odalarınız, evin kral odasıdır. Kral olmanın tadını çıkarın. Unutmayın ki birgün o krallığınız bitecek. Yatağınız bir çocuğunuzun evinde küçük bir oda da, ya da huzur evinde olacak. Ama asla iki kişilik olmayacak. İnsan yalnızdır. Bir diğer yürekte ısınır. Yüreklerinizin buz kesmesine, içindekilerin donup ölmesine izin vermeyin. Hatırlıyorum da. Babamın ismi Halit olduğu halde çevresindekiler o’na Efe Ali derlerdi. Kılıç gibi ütülü pantolonu, tertemiz gömleğiyle gezer, kahvede oturur çay içerdi. Annem ölünce, onu kucakladım, hayatında ilk defa o’da beni kucakladı. ‘’Başımız sağ olsun baba’’ dedim. ‘’Sağ ol oğlum’’ dedi. Sonrasında şöyle bir duraksadı ve ‘’ Biliyor musun oğlum? Efe olan ben değil, annenmiş meğer’’ dedi.
Aşkların tarihi yazmıştır, insanlık tarihini. [Can Dündar] Bizi bugünlere getiren, bizi yücelten aşklardır. O eksilten değil, çoğaltandır. O yıkan değil yapandır. O yok eden değil var edendir. Dinlediğiniz türkülerde, izlediğiniz filmlerde, okuduğunuz kitaplarda, çevrenizde ağaçlarda, kuşlarda, kelebeklerde nereye bakarsanız bakın aşkı görür, onu okursunuz. Aşk var eder. Aşkın tüm halleri vardır doğada. Birleşme hali, vazgeçme hali. Kozasından vazgeçer tırtıl, yaprağından vazgeçer ağaç, derisinden vazgeçer yılan. Vaz geçerek yaşar. Öldürüyor, işkence ediyor, yok ediyor, ötekileştiriyor, vaz geçemiyor ve bir meta haline getiriyorsan o aşk değil egodur. Bu insanlığın utanç tarihidir. Eko sistem içinde var olan hayat, sizin kurduğunuz ego sistem içinde yok olacaktır.
Yavaşlayın. Derin bir nefes alın. Acizliğinizi görün. Lütfen şu üç günlük dünyayı, ne kendinize ne de başkasına zehir etmeyin.
YORUMLAR
Her satırında insan halleri , insana dair varolup da unutulmaya yüz tutmuş duygular ,durumlar ele alınmış bu güzel yazıyı okurken eksikliklerimize üzülürken , yine de her şeye rağmen bu yazıyı yazan bir kalbin ve aklın varlığı umut hep vardır durağına getirdi beni.
Yazan kaleme sonsuz saygılar...
Ahmet Dinç
Çok okudum çok yazdım ne V. Hogolar ne tolstoylarC. Aymatof vb
ne maderi iftiharımız olan onları aşan Y. Kemaller Z. Livaneliler ve
daha nicesi 1963-4 lerden beri yazmalarıma rağmen ne bundan üstü
olanı okumuş ne de bu denli beşeriyetiyle doğasıyla hayatı ve yaşamın
inceliklerinni yazabildim.
Bu itiraf namem yanında yazarını da seçicilerini de üşenmeyip
okuyanlarını da saygıyla sevgiyle imrenim duygularımla kutluyorum
Kültüre ve emeğe saygıyla selam olsun!
EM.HAKİM tarafından 4.8.2023 13:11:40 zamanında düzenlenmiştir.
Ahmet Dinç
Saygı ve selamlarımla....Esenlikler diliyorum...
Çıkmaz sokaksalar gibi çıkmaz yaşamlar. Bilim bizim üçüncü sayfa haberlerin açılımıdır. Solucan delikleri misal seçtiğimiz veya seçmek zorunda kaldığımız hayatlar. O hayatın sonunda sevdiğin kadını öldürmen var. Cinnet geçirip ailecek karadeliğe yok olmak var. Diğer taraftan bir yazar aydın yoluna girdiğinde faili meçhul gitmek var. Yargılanmak var. O nu yargılamaya iten siyasetçinin olmadık şeyler dediğini yargılayan yok. En kötüsü de bizim içimizden bizi temsil etmek isteyen siyasetçilerimizin düştüğü yolsuzluk uğursuzluk ve ya koltuk sevdası sonucu ülkeyi topluca sürükledikleri üçüncü dünya ülkesi olma sebepleri. Bunları aşmak için yol belli. İlim irfan yolu. Ama anı zamanda da yaşayacaklarımız belli. Solucan deliği misali düştüğümüz hayatlardan kurtulma şansımız yok. Bir Atatürk daha gelmez. Hepimizin Mustafa Kemal olması lazım. Yani kendimiz olup olumsuz hayat tercihlerine baş kaldırmalıyız. Duyarlı yazınızı kutluyorum.
Ertürk Mustafa
onaylıyorum imza em hak.