- 650 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
LEVNİ İÇİN SAKİN BİR YER
İnsanların garipliklerine alışıldığı bu çağlarda Levni kendine özgü bazı alışkanlıkları yüzünden bazen dalga geçilse de sorgusuz sualsiz kabul edilmişti. İnsanoğlu çeşit çeşit huylara sahip olabiliyordu malum…Levni’de titiz, az konuşan, kuralcı günlük hayatının rutinlerine bağlı bir insandı. Mesela evine ayakkabı ile girmek mümkün değildi ve çorapla gezilmesini de istemezdi. Bu yüzden kapı girişinde bir dolap ve içinde türlü çeşit terlik dururdu. Levni’ye gitmişseniz asla çerez ikram edilmeyeceğini, sigara içilmeyeceğini, yüksek sesle konuşulmayacağını bilirdiniz. Aslında misafir de sevmezdi ama iş arkadaşları ve sosyal ortam nedeniyle arada bu eziyete katlanmayı kabul etmişti.
Reklam şirketi için önemli bir eleman olan Levni aslında kimdi?...Levni dahil bunu bilen olduğunu sanmıyorum. Bahsettiği bir aile, akrabalar, eş dost olmadığı gibi ara sıra gelip giden kadınlar haricinde ciddi bir ilişkisi de yoktu. Zaten kimseyle aynı yatakta yatamaz, aynı odada başka bir nefese dahi katlanamazdı. Bazen arkadaşlarının yoğun baskısına maruz kalıp gece bir yerlere çıktığı olsa da evinden başka hiçbir yerde huzur bulamadığı bir gerçekti. İş çıkışında kaçarcasına evine gelir, canı istiyorsa yemek yapar veya dışardan söyler, kahvesini ve whisky sini alıp bahçeye bakan geniş camın önüne oturur ve duruma göre bazen Rachmaninov, Chopin, Wagner veya Bach dinlerdi. Yeri gelmişken trenlerden de bahsetmek gerekir diye düşünüyorum çünkü Levni için günün en huzur dolu anı kaliteli bir ses sistemi sayesinde evin her yerinden aynı ölçüde duyulan tren sesini dinlemekti. Zamanın derinliklerinden gelen ritmik bir ses…Onun için büyüleyiciydi.
Aslında trenlere olan tutkusu daha çocukluk çağında başlamıştı. Eline geçen her şeyden tren yapardı , tren resimleri çizer veya dergilerden kestiği tren resimlerini odasının duvarına asardı. Çocukken adı çuf çuf olan bir kedisi bile vardı.
Levni’nin hiç kan bağı olmayan babası, annesi ve iki kız kardeşi onu olduğu gibi kabullendikleri ve zaten çok da cemaatlerine dahil etmedikleri için bu tuhaf takıntılar sorun olmuyordu. Ezekiel ve Esther’in mevcut iki kızı Lena ve Anya’ dan sonra küçük bir erkek çocuk Levni gelmişti. Bu aile ile hiçbir bağı olmasa da üçüncü çocuk olarak usulünce büyütüldüğünü söylemek yerinde olur.
Ezekiel ve Esther hiçbir zaman çok tutucu olmasalar da Musevi olmanın onlara yüklediği tüm görevleri içtenlikle yaparlardı. Bu noktada Ezekiel’in bir parça daha dindar olduğunu söyleyebiliriz. Yine de kalpten gelen bir acıma duygusu veya erkek çocuk sahip olma isteği belki…Tam bilemesek de görülen o ki Levni bir şekilde aileye dahil olmuştu. Bunun için aslında geriye Bay Moris’in Bükreş yolculuğuna kadar gitmek gerekiyordu aslında…
İş adamı Bay Moris sık sık Avrupa ülkelerine yolculuk eder çoğunlukla da treni tercih ederdi. Hızlı taşıtları ve uçağı hiç sevmediği için trenin nostaljik havasında kaybolup yolculuğun keyfini yavaş yavaş çıkarmayı severdi. Velhasıl kendince bir keyif insanıydı Bay Moris…Romanya’daki işlerini bitirince Bükreş’ten İstanbul’a giden trene binmiş, kompartımana kurulup gazetesini açmıştı. Tren çok dolu sayılmazdı ve kompartıman da yalnızdı. Bir ara içi geçer gibi olunca yemek bölümüne geçip karnını doyurmuş, kahvesini içmiş geri dönmüştü ki kompartımanında yalnız başına oturan 3-4 yaşlarında ufak bir oğlan çocuğu gördü. Herhalde annesi gelecektir diye düşünerek biraz da yalnızlığının sekteye uğramasından mutsuz yerine geçti. Çocuk gürültüsü en son istediği şeydi. Üzerinde lacivert kısa pantolon, gri çorap, lacivert ayakkabı ve palto bulunan çocuk çok tuhaf biçimde sessizdi ve öylece Moris’e bakıyor, arada ayakkabısından sarkan püsküllerle oynuyordu. Dakikalar dakikaları kovalamış ama kompartımana gelen kimse olmamış, çocuk da ne ağlamış ne de bağırmıştı. Sonunda bu duruma bir son vermek gerektiği için tek çare kondüktöre haber vermiş ve çocuğun annesini aratmıştı…Lakin yer yarılmış da içine girmiş gibi çocuğu sahiplenen kimse çıkmadı ve sanki gökyüzünden geçen bir meleğin yanlışlıkla düşürdüğü bir insan yavrusuydu ufaklık…
Bay Moris bir umutla çocukla bildiği dillerde İngilizce, Almanca, Fransızca ve Yidiş dilinde konuşmaya çalıştıysa da hiçbir tepki alamadı. En son Türkçeyi denemek geldi aklına ve çocuk şaşırmış gibi yüzüne baktı başını sağa sola çevirdi ve yeniden püsküllere takıldı. Bu bir tepki miydi anlamak zordu belki de anlaşılmaz sözler duymaktan sıkılmıştı. Sonunda biraz yiyecek getirtip çocuğa uzattı…Minik elleriyle ufak sandviç parçacıklarını ağzına atmış yavaş yavaş çiğnemişti. İçinde bir acıma duygusu ile çocuğa bir yatak yapıp uyumasını sağlayan Moris şimdi ne olacak diye düşünmeye başlamıştı.
Tren İstanbul’a varınca doğal olarak çocuğu yetkililere teslim etmesi gerekirken içini kaplayıp terk etmeye niyeti olmayan o ince sızı sebebiyle ya da olayı tamamen çok ilginç bulduğu için çocuğu alıp dostu Ezekiel’e gidip olanları anlatmıştı. Esther’in kucağından inmek istemeyen yavruyu iyice besleyip, banyo yaptırıp üstündekileri değiştirince ortaya kumral saçlı, iri mavi gözlü, çilli bir oğlancık çıkmıştı ve ilk defa gülümsüyordu. Uzun düşünmelerden sonra Ezekiel çocuğu yanına almaya karar verdi ancak onu bir Musevi gibi yetiştirmek doğru olmayacaktı çünkü annesinin hangi dinden olduğunu bilmiyorlardı. Musevi ismi vermek de olmazdı ama sıradan bir Müslüman ismi de kim olduğunu bilmedikleri çocuk için uygun olmayacaktı. Böylece Ezekiel çok sevdiği minyatür sanatçısı Levni’nin adını vermekle çözüm buldu.
Levni haddini aşmayan bir sevgi, insanı minnet altına sokmayan dengeli bir ilgiyle Musevi adetleri içinde ama cemaate dahil olmadan ve Sinagog’a hiç götürülmeden büyütüldü.
Bazen o da havalar yağmurlu, gök gürültülü olduğunda dumanı tüten kahvenin buğusunda anne ve babasının kim olduğunu merak ediyordu Levni…Kendi çapında ufak bir araştırma yapmış, Moris amca ile konuşmuş, o tarihteki trenleri incelemiş ama kulağında ninni gibi kalmış olan tren sesinin yankısından başka hiçbir şeye ulaşamamıştı. Belki bir de çok ince belli belirsiz piyano sesi…
İnsan için her şey yolunda ve rahatlık içinde de olsa aidiyet duygusunun olmaması önemli bir eksiklik oluşturuyordu. Aldırmadığını sansa da bir gün geldi içindeki boşluktan rahatsız olmaya başladı Levni…Belleğinin karanlıklarını zorluyor ince de olsa bir ışık bulmaya çalışıyordu. Derin bir sessizlikten başka hiçbir şey yoktu gerilerde…
Levni’nin aniden ortadan kayboluşunu başka nasıl açıklayabiliriz bilemiyorum. Saat kadar dakik, düzenli işine, evine bağlı kural adamı aniden neden kaybolsun…Arkadaşları büyük bir endişe ile evine geldiler, evi açtırıp içeri baktılar her şey yerli yerindeydi ama Levni yoktu. Polise gittiler ama polis kocaman adam canı istemiş gitmiştir diyerek olayı pek önemsemedi. O kadar çok polisi rahatsız ettiler ki sonunda ufak çaplı bir araştırma yapıldı ve kamera kayıtlarından bahçe kapısından çıkan son görüntüleri dışında bir şey bulamadılar. Ezekiel öldükten sonra artık Paris’de yaşamakta olan Esther veya kızlarına ulaşmak da mümkün olmadı. Başına bir şey mi geldi yoksa çekip gitti mi bilinemeden sırlar aleminde kaybolmuştu Levni.
1 yıl sonra Bükreş – İstanbul treninde sürekli gelip giden bir adamdan bahsedilir olmuştu. Trene biniyor, iniyor, tekrar biniyor ve bu defalarca tekrarlanıyordu. Bazen ara istasyonlarda indiği de oluyordu. 2 yıl sonra Belgrad’da bir piyano konserinde görüldü…Yüzünde aradığını bulmuş insanların o tatlı huzuru vardı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.