Kusursuz Aşk - Bölüm 21
Bölüm 21
Dün gecenin şokunu atlatamayan iki insan vardı. Birbirinden habersiz, ancak kaderle birbirlerine bağlı iki insan.
Ela aynaya baktıkça hala ellerinin ve sesinin titrediğini hissediyordu. Suratı bembeyaz kesilmişti. O güzelliğin üzerine sanki kireç gibi bir boya sürülmüştü. Dün gece Saffet eve doğru hamle yapmış, kapıyı zorlamış ancak muhtar Vural Şahin’in hediyesi kırbaç isimli Sivas kangal cinsi bekçi köpeği Saffet’i yabancı bir tehdit algılayarak kendisine doğru ansızın hücum etmişti. Saffet bu ataktan bacağında birkaç diş izi olarak çok ucuz kurtulmuştu.
Ulan tabancamı getirseydim keşke diye de kendi kendine hayıflanarak zor bela kaçmayı başarabilmişti.
Ela korkudan bir müddet yukarı odadan aşağı kata inmeye cesaret edememiş. Sabah olunca kapının kilidinin kırık olduğunu görünce iyice sinirleri alt üst olmuştu.
Kaçarken kim olduğunu göremediği kişinin kimliği hakkında fazla düşünmeye gerek olmadığını kendisi de biliyordu. Saffet’in kendisine olan tutkusu tüm köyün dilindeydi ve O’nun yapabileceklerinin sınırı olmadığını da çok iyi biliyordu.
Sosyal hayata pek katılmasa da Ela üstün zekalı diyebileceğimiz sınıfa dahil bir yapıya sahip olduğundan olayları kavramakta pekte zorlanmıyor ve etrafında dönen dünyayı çok açık bir şekilde analiz edebiliyordu.
Ancak Ela’nın şu anda tek derdi hasta olan annesiydi ve bu sebeple bildiklerini bilmemezlikten gelmeyi tercih ediyordu.
Her şeye rağmen hayata karşı umutla doluydu. Annesinin sözünü hatırlardı umutsuz hissettiği zamanlar: Kızım, hayatımın ışığı, umutsuz yasam susuz çöl gibidir... hayal gördürür... fakat hedefe ulaştırmaz... sen sakın umudunu yitirme olur mu, biricik kuzum?
Dün geceki şoku atlatmaya çalışan diğer bir kahramanımız Roma hapishanesinin mahkumlarından Sophia’dan başkası değildi.
Sophia ölüme bir nefes kadar yaklaşmanın şokunu atlatmaya çalışırken, diğer taraftan öğle yemeği vaktinin gelmesini sabırsızlıkla ve ihtiyatla bekliyordu. Çünkü öğle yemeğinde dün gece kendisini kurtaran adam ile buluşacak ve kim olduğunu ve neler olup bittiğini öğrenmeye çalışacaktı.
Bazıları için çok zorlu geçen hayat savaşında, kader bazılarına çok cömert davranıyordu. Fakat sürekli mutluluk bir ütopyaydı. Hayat çıkışlarıyla büyülerken, inişleriyle de korkutuyordu bazen. Müge kuaför çıkışı Acun’u aramış ancak henüz geri dönüş yapılmamıştı kendisine. Birkaç gündür Acun’un zoraki gülümsemelerinden bir şeylerin ters gittiğini sezebiliyordu ancak iş ile alakalı konularda mümkün olduğunca Acun ile konuşmayı istemiyordu. Çünkü Acun profesyonel bir iş adamıydı ve evde kesinlikle iş konuşmaz, şirket işlerini de Müge ile paylaşmazdı.
Fakat Müge mutluluğun her tonuna alışmıştı bir kere ve dengenin bozulmasını da istemiyordu. Aslında çok hassas bir ruhu vardı Müge’nin. Balık burcu olmak zordu ancak kırılganlığını yükselen burcu başak ile dengeliyordu. Yükselen başak kendisine ayrıca bir güzellikte katıyordu. Kararını vermişti. Acun’a sürpriz bir ziyarette bulunacak ve birkaç gündür ortalıkta dolaşan bu olumsuz havayı yumuşatmaya çalışacaktı.
Holdingin yönetim katına ulaştığında o alışılagelmiş gülen yüzlerin iltifat ve hoş geldiniz karşılamalarıyla Acun’un çalışma ofisine ulaşmıştı. Acun oturduğu koltuk giriş kapısına sırtını dönük olarak oturmuş, gökdelenin camından dışarıyı seyrediyordu.
Merhaba hayatım, dedi, Müge.
Acun bir anda dönerek suratında yine o zoraki gülümsemesiyle Hoş geldin güzelim, diyebildi. Bu ne hoş sürpriz. Seni beklemiyordum.
- Akşama kadar sabredemedim. Acun, bilmem gereken bir şey mi var? Birkaç gündür birbirimize biraz uzağız. Acısıyla, tatlısıyla biz bir hayatı paylaşıyoruz. Konuşmak istersen ben her zaman buradayım, biliyorsun.
- Abartacak bir şey yok güzelim. Sadece holdingin yorucu temposu işte. Özür dilerim seni biraz ihmal ettim galiba.
- Her koşulda yanındayım canım. Biraz ara vermek ister misin? İş baskısından uzaklaşmak iyi gelebilir.
- Aslında fena olmazdı, ancak, halletmem gereken bazı ufak işler kaldı. Sen git, ben sonra gelirim Mügeciğim.
- Tamam, ancak istersen burada da kalarak yapabileceğim bir şeyler varsa, faydalı olmak isterim.
- Gerek yok güzelim!
Bu biraz yüksek tonda seslendirilen bir cümle olmuştu. Müge belli etmese de biraz sarsılmıştı. Acun ilk kez kendisine sesini bu kadar yükseltiyordu.
Bir şey diyemeden çantasını alıp çıkarken, Acun’un özür dilerim deyişine bile aldırış etmemişti. Cam gibiydi bazen ilişkiler. En usta sanatkarın elinde senelerce şekillenen o camdan sanat eseri, dikkatsizce bir sakarlıkla yere düşerek tuz buz olabilirdi.
Müge alışkın değildi bu tür bir gerginliğe. O’nun zarif ruhunda, kırılgan kişiliğinde bu gibi olaylara yer yoktu. Ancak yine de sağlam bir karakteri vardı ve sabırlı olmayı, yeri ve zamanını beklemeyi de çok iyi becerebiliyordu.
Acun’un daha büyük özürlerle eve geleceğini de adı gibi bildiği için doğruca eve gitmekle en doğru kararı vermişti.
Mehmet dün gece anlam veremediği sözleri dinledikten sonra, Veysel’e olan ilgisi artmış ve uyanmasını beklemeye karar vermişti.
Aslında Veysel de uzun bir aradan sonra tekrar hayata dönmüş gibi gözlerini açmıştı. Sanki Müge’nin o kırılgan kalbinin sızısını mı hissetti bilinmez, bu sefer gözlerini kapatmıyordu. Uyanmak ister gibi bir hali vardı. Durumu fark eden Mehmet hemen yanına koşturuverdi. – Nerelerdesin be adamım. Gözümüz yollarda kaldı. Şöyle iki çift laf edeceğiz diye günlerdir bekliyoruz haaa…
Veysel ise kısık bir ses tonuyla karşılık verdi Mehmet’e – Neredeyim ben!? diyebildi.
Tabi Mehmet de düşünceli birisiydi, hemen kendisine kardeşim deliler hastanesindeyiz diyemedi. – Hastanedeyiz adamım, diyerek geçiştirdi. Sanırım bir kaza geçirdin. Şükür iyisin şimdi, değil mi?
Cevap vermedi Veysel bu defa. Gözlerini tavana dikerek tekrar düşüncelerinde bir yolculuğa çıkmıştı.
Mehmet ise bu adamla nafile uğraşıyorum. Boş versene diyerek hem biraz hava alıp, hem de planlarını gözden geçirmek için hastanenin bahçesine doğru hızlı adımlarla odadan uzaklaşmıştı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.