- 189 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kendini Önemsemek
Bekler insan, insandan. Beklentilerdir bizi hayata bağlayan. Beklemeyince, ummayınca, vazgeçince kaybederiz hayatı. Hayıflanırız insan olarak isteklerimiz yerine gelmeyince ve getirilmeyince.
Bir başına kalınca, kimseden bir şey istemeden ve herhangi bir beklentiye girmeyince, her şeyi oluruna bırakınca olumlulaşır hayat. Pozitif düşünceler böyle anlarda gelir insanın aklına, yani aklını oynatınca. Asıl hayat, dümeni elden bırakınca ve onu sürekli direksiyon gibi çevirmeyince ve kendi yürüyüşne bırakınca sahiplenir seni ve toplar bir nehir gibi bütün damlacıkları bağrında ve damlacıklar nehir olunca. O akar gider kendi attığı temel doğrultusunda. Sadece bazı konularda değil, çoğunlukla! Kontrol edemeyeceğinin kanısına varınca güzelleşir hayat. Bazende gerçekten boşverebildiğinde.
Sürekli kendi derdini anlatmayı bıraktığında, varırsin insan olduğunun farkına, insanları her zaman anlamaya çalışmadığında, kuru havadan nem kapmadığında, anlamsız tartışma, didişme, münakaşa, dedikodu ve miras paylaşımları için akrabalarınla tartışmalara taraf olmadığında, sürekli fedakarlık yapmak yerine; benim adım Hıdır elimden gelen budur prensipiyle hareket ettiğinde, daha sonra kendini önemseme zahmetine katlandığında ve bunu göze aldığında, bir kadeh meyi de kendi şerefine kaldırdığında, gitmediğin seyhatlerin planlarını yaprak oralara adım attığında, yüzemem dediğin sularda kulaç atmayı öğrendiğinde, kendinle başbaşa kalarak kendi içine ve dışına yolculuk yapabildiğin oranda, herkesin alışılmış günlük yaşamını ve tabularını kendi beyninde aşarak kırdığında, kalabalıklardan uzaklaşırken, onları seyretmeyi, onlara analitik gözle bakmayı unutmadığında, kendi yo-lunu patika olsa bile tek başına yürüdüğünde, üzüntülerinden paketleri yaprak onları tecrübe potansiyelinin potasında eriterek hayatta uygulamaya çalıştığın oranda olursun insan ve kalırsın insan.
Değer üzülmeye, eğer uğruna üzüleceklerin varsa, deger uğruna seveceklerin sevgine layıksa, sessizce gitmeden yüreğiyle seni saranlarla … Önemlidir adına üzüldüklerimiz, işte o an geliyor beklediğin huzur hayatın kavaşaklarında, oturup bir bankta kendinle huzur içinde sakin bir şekilde konuştuğunda, başından geçenleri bir bir insan gibi kendine anlattığında, kendini kendine itiraf ettiğinde varıyorsun insan olduğunun farkına. Anlatmak, ağlamak, itiraf etmek, kendine başbaşa yürürken sohbet etmek, yağmurlu havayı bir türkü eşliğinda solumak, bir dil öğrenmek kelime kelime anlamlı cümlelerle kendini ödüllendir-mek adına, … iyi gelir bunların hepsi sana. Sırtını sıvazlarsın kendin adına, Beyoğlunun veya Heidelberg’in Felsefe Sokağında. Bu değil mi? Ki insanı bir sevdiği ve dostları anlıyor kendisinin dışında sırtını bir yastığa dayayınca yavaşlıyorsun, hızlı adımlardan uzaklaşarak, sen aslında kimdin veya kimsin diye sorular soruyorsun. Sordukca zengin-leşiyorsun kendi varlığınla, sadece başkalarını değilde kendini de anlayarak egoist narsistliğinden uzaklaşınca. Küllerinden canlanarak bir bitki olunca, … iyileşiyorsun kendine normal bir terapi yaprak kendini kazanınca!
Anlıyorsun içinde ve dışında kaosa girmeden ve kendine aranı bozmadan kendini esir almadan. Doğa görünümlü değil, doğal olunca: Kah-verengindan tunç rengine, oradan da maviye çalınca. Hayat buluyorsun kendi avuçlarında, dimdik yükselen kent panoramasının silueti, alçalmış bulutların sisleri arasında, inci rengi toprak kokusuyla, açıklı koyulu istiridye, nergis, kazayağı veya menekşe renkli yan-sımalar arasında, dolaşıyorsun bir başına. Romantizmden uzak, romantik adımlar arasında, Sahara da yükselen aslan renkli toz bulutları arasında, göllerin üzerinde ki yakamoz renklerin çinko veya bakır ren-gine dönüşen uluların arasında, ulumadan kalınca. İnsan oluyorsun, insan olmaya değer bulduğunda! Kendini önemsemenin farkına vardığında. Denizin çekilirken arkasında bıraktığı izler gibi izler bıraktığında, dalgaların bıraktığı izlere benzeyen kum faylarının top madeni renginde, incir rengi, erik karası, kann rengi kirazdan, mor erik rengi bir istimbot, benzinle boğuşmayı kendine marifet bilmiş bir yat, yeşile çalan akşamın deniz sefası, limon rekli, peri masallarında ki or-man perisi, belki de Mareotis uzanmış yatıyor inan olarak Nil Deltası’nda. İnsan olarak kendini önemsemek, leylakların ve turnaların kendi yaşamlarını önemsedikleri için uçtukları doğrultlarda!
Kendini önemsemek, başlamaz sadece ilkbaharda! Bugün de akşam oldu sevdasıyla. Burada kendine gelme, yenilenme, tazelenme, canlanma diye bir başlangıç vardır her zaman, kendini önemsemek adına. Kıştan çıktığımız derin uykulardan uyandırır bizi ve soluk almayacak kadar sıcaklardan korur bizi. İçimizde başlar tüm düşler, tam gerçek anlmlar, içimizde başlar kentsel ve kalın duvarlar, içimizde biterler, kökleri zihinimizdedir, zihinimiz ise dkuz gezegendir beynimizde gezen. Gecenin en derin saatlerinde evin penceresinden bir gözlemci gibi uzaya bakan, sadece karanlıkla kaplanmış bir ufuk ve onu aydınlatan içimizin ışıkları … kendimizi kendimize öğreten somut bir gerçeğin tespiti adına. Bugün nehir kıyısında gezerken dikkat ettiğim bir kaç da-kikalık bakışlarımda; rüzgar, söğüt ağaçlarını yay gibi bükerken, dışbudak yer saplanmış sağlam bedeniyle ve derinlere inmiş kökleriyle ve muhteşem yeşıl rengiyle temmuza inat bir ihtişmla kendini önemsediği gibi, rüzgara karşı direnişıyle beni ben olmak adına büyülemedi dersem yalan söylemiş olurum. Bu yüzden döküyorum kendimi beyaz kağıda, içimde ki hapishaneyi yararak özgürlüğe kavuşmak adına, aldım çıkardım belleğimle beraber kendimi çelik kapılı odalardan. Belki kendime çok yüz vererek şımarttığımı düşnceksiniz bunları okurken, bu doğru değil. Rastgele herhangi ufacık bir kımıldama her şeyi değiştirdi, beni yeniden hayatın içine çekerek. Aynada kendisiyle yüzleşen, kendisiyle dertleşen ve kendisiyle göz göze gelen anılar eşliğinde.
Düşlerin bol olduğu gece temennisiyle!
Sosyolog Hasan Hüseyin Arslan - 31.07.2023
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.