- 189 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ON MUHARREM DENİNCE...
Hicret’in yıldönümü olan Muharrem Ay’ı içinde çok önemli olaylar zuhur etmiştir. Özellikle Muharrem Ay’ının 10. günü olan Aşure gününün ayrı bir önemi ve kudsiyeti vardır. Muharrem Ay’ı kutsal sayılan aylar arasında, Aşure günü de kutsal sayılan günler arasındadır. İnsanlık tarihi 10 Muharrem’de meydana gelen çok önemli olaylara şahit olmuştur.
10 Muharrem halk arasında aşure günü olarak bilinir ve o gün pişirilen aşure yakınlara, komşulara ikram edilir. Aşure dağıtımı halkımız arasında gelenek olarak yıllardır uygulanmakta ve yardımlaşmanın güzel bir örneği ortaya konmaktadır.
Arapçada “aşere” on, "âşir" onuncu demektir. Halkımız onuncu gün mânasına gelen “âşir”i, aşure şeklinde telâffuz ederek Muharrem’in onuncu gününe aşure günü ismi vermiş, böylece tarihe de aşure günü olarak geçmiştir.
Aşure gününün içinde bulunduğu ayın adı Muharrem’dir. Bu ay hicri takvimin başı olmakla önem kazanmıştır. Bunun yanında, bazı tarihî olaylara mazhar olmakla da ayrı bir özellik kazanmıştır. Dört haram/muhtereme aylardan biri olarak da eskiden beri bir ayrıcalığa sahiptir. Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre, Hz. Peygamber (asm)’in Ramazan’dan sonra en çok oruç tuttuğu bir ay olarak da bilinir.
Müslim’in rivayetine göre Hz peygamber (asm) “Ramazan ayından sonra oruç için en faziletli ay Muharrem ayıdır.”(Müslim, Sıyam, 202-203) diye buyurmuştur.
Kaynaklarda geçtiğine göre ise bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti, o günde Cenâb-ı Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsanda bulunduğu içindir. Bu ikramlar şöyle belirtilmektedir:
1. Allah Hz. Musa’ya (a.s.) aşura gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.
2. Hz. Nuh (a.s.) gemisini Cûdi Dağı’nın üzerine aşure gününde demirlemiştir.
3. Hz. Yunus (a.s.) balığın karnından aşure günü kurtulmuştur.
4. Hz. Âdem’in (a.s.) tövbesi aşura günü kabul edilmiştir.
5. Hz. Yusuf (as) kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan aşura günü çıkarılmıştır.
6. Hz. İsa (as) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
7. Hz. Davud’un (a.s) tövbesi o gün kabul edilmiştir.
8. Hz. İbrahim’in (a.s.) oğlu Hz. İsmail (as) doğmuştur.
9. Hz. Yakub’un (a.s.) oğlu Hz.Yusuf (as)’ın hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
10. Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur. (bk. Diyarbekri, Tarihu’l-hamis, 1/360; Sahih-i Müslim Şerhi 6/140)
Bu yüzdendir ki, hemen bütün İslâm ülkelerinde 10 Muharrem’de çeşitli tahılların bir araya getirilerek yapıldığı aşure tatlısı yapılır, bu tarihî hâdiselerin hatırlanması mânasında sevinçli ve neşeli günler yaşanır, eş dosta aşure yedirme âdeti devam eder.
Hz. Peygamber (asm) Medîne`ye geldiği zaman Yahudilerin aşûre günü oruç tuttuklarını gördü ve bunun ne orucu olduğunu sordu; cevap olarak şöyle dediler:
"Bugün, iyi bir gündür. Allah, İsrailoğulları`nı Firavun`un zulmünden bugün kurtarmıştır. Musa (a.s.) Allah`a şükür için bugünde oruç tutmuştur. Biz de tutarız." dediler. Hz. Peygamber; "Biz Musa`nın sünnetine sizden daha yakınız." dedi ve o gün oruç tuttu ve ashabına da tutmalarını emir buyurdu. (Buhârî, Savm, 69; Tecrîd-i Sarih, VI/308, 309)
Şu var ki Yahudilere benzememek için bir gün değil iki gün (10 Muharrem’e ilave olarak öncesi veya sonrası ile birlikte) oruç tutulması tavsiye edilmiştir.
***
10 Muharrem’de yukarıda sıraladığım çok önemli olaylar zuhur etmişse de, benim zihnimde 10 Muharrem denince, sürekli Kerbelâ vak’ası canlanır. Bilindiği gibi Kerbelâ’da, Efendimizin sevgili torunu Hz. Hüseyin ve yakınlarından 72 kişi acımasız bir katliama maruz kalmışlardı. Kerbelâ olayı, İslâm tarihinin en acı ve binlerce yıldır yüreğimizi dilhûn eden bir olay olarak tarihe geçmiştir.
Peygamber Efendimiz; sevgili torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hakkında, “bunlar benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır. Allah’ım ben onları seviyorum, sen de onları sev ve onları sevenleri de sev” buyurmuştur.
Bir başka Hadis-i Şerif’te Efendimiz, “Hasan ve Hüseyin’i seven beni sevmiş, onlara kin tutan da bana kin tutmuştur” buyurmuştur. Peygamber Efendimiz Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in gönüllerince oynayıp eğlenmeleri için onlara eşlik eder, bir çocuk gibi onlarla oynardı. Efendimiz, bir gün yanına gelen Hz. Ali, kızı Hz. Fatıma ile torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i göstererek “işte bunlar benim ehl-i beytimdir” demişlerdir.
Hz. Hüseyin doğduğu zaman Peygamber Efendimiz, “o cennet gençlerinin efendisi, seyyididir” buyurmuş ve hicretin dördüncü yılı Şaban ayının 5.günü Medine’de dünyaya gelen Hz. Hüseyin’in ismini bizzat kendisi koymuştur. Hz. Hüseyin, yaratılış ve ahlak itibariyle Peygamber Efendimize çok benziyordu. Halim, selim ve yumuşak huylu idi. Şefkat, merhamet sahibi ve çok cömert idi. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, iki cihan güneşi Efendimizin şefkat ve merhamet pınarından doyasıya içerek büyüdüler. Dedelerinin yanından hiç ayrılmadılar. Onun mübarek dizlerinde oturarak, Onun sevgi dolu gönlünden feyizler alarak yetiştiler. Onun nübüvvet nuruyla geliştiler. Ondan aldıkları nurla, gözlerini ve gönüllerini nurlandırdılar.
Peygamber torunu Hz. Hüseyin, Muaviye’nin ölümünden sonra halifeliğini ilan eden Yezid’in zulüm ve adaletsiz yönetimini kabul etmemiş ve ona biat etmemişti. Bunun üzerine Kûfeliler, Hz. Hüseyin’i ısrarla davet ederek, Yezid’in zulüm düzenine son vermesini istemişler ve kendisine biat edeceklerini bildirmişlerdi. Kûfe halkının bu sözüne güvenen Hz. Hüseyin yanına aldığı bir avuç dostu, akrabası ve ehli beytle birlikte Kûfe yolunda iken, Kerbelâ çölünde, Yezid’in ordusu tarafından ablukaya alındı. 90 kişi olduğu rivayet edilen Hz. Hüseyin ve yanındakiler, binlerce kişilik askeri bir ordu tarafından günlerce muhasara altında tutuldu ve kendilerine su bile verilmedi.
Hicretin 61. yılı Muharrem ayının 10. günü Kerbelâ’da, İmam Hüseyin’e saldırı başladı. Bu acımasız saldırının tek nedeni zulmün ve kötülüğün sembolü Yezid’e biat edilmemesidir. Hz. Hüseyin’in yanındaki bir avuç mücahid ve ehli beytten hanım ve çocuklar, sayıca çok fazla olan bu orduya karşı büyük bir direnç gösteriyorlar ve bir bir şehadet şerbetini içiyorlardı. Hz. Hüseyin’de kahramanca savaştı. Almış olduğu otuzüç mızrak ve otuzdört kılıç yarasıyla bedeni toprağa yığılırken, ruhu şehitlerin ruhuna karışıyordu. Şehit düştüğünde 57 yaşındaydı. Şehit olanların içinde Hz. Hasan’ın iki küçük oğlu, Hz. Hüseyin’in bir küçük oğlu ve daha kundakta olan bir yavrusu da vardı. Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in akrabalarından 72 kişi şehit edilmişti. Ehli beyt adeta tümden imha edilmek istenmişti.
Savaş bittikten sonra Yezid’in ordusu bununla da kalmadı. Çadırları ateşe verdiler ve şehitlerin başlarını keserek, kesik başları ile birlikte geride kalan kadın, çocuk, hasta ve yaralı olan esirleri önce Kûfe’ye sonra da Şam’a Yezid’in yanına getirdiler. Yezid, Şam’daki sarayında İmam Hüseyin’in mübarek başını elinde tuttuğu çubuğuyla oynuyor ve mübarek dişlerine vuruyordu. Sahabeden Ebu Berze Eslemi bunu görünce dayanamadı ve, “Sana yazıklar olsun Yezid. Hüseyin’in ağzına mı vuruyorsun? Vallahi iki gözlerimle Peygamberin, Hasan ve Hüseyin’in ağızlarını öptüğünü gördüm” diye haykırdı.
Kerbelâ denilince Hz. Hüseyin’den sonra ilk akla gelen isim, hiç kuşkusuz Hz. Zeynep’tir. Ceddi Resul-u Ekrem’in, babası İmam Hz. Ali’nin, annesi Hz. Fatıma’nın ve kardeşi İmam Hasan’ın şehadetlerinin ardından geriye tek tesellisi İmam Hüseyin kalmıştı.
Hz. Zeynep, Kerbelâ’da onun da acısını sinesine çekerek esirler kervanıyla Kûfe’ye getirildi. Burada yeğeni İmam Seccad ile birlikte esir olmalarına rağmen Kerbelâ’nın mesajını korkusuzca insanlara tebliğ etti.
Şam’daki konuşmalarıyla Ehl-i Beyt’i tanımayan halkı aydınlattı. Medine’ye kadar varan esaret altındaki yolculukları sırasında geçtikleri her yerde olağanüstü hitabesiyle Kerbelâ kıyamını, Hz. Hüseyin’in mazlumiyetini, Yezid ve Yezîdilerin zulmünü çekinmeden insanlara aktardı. Bu konuşmalarla Ehl-i Beyt’in hakkaniyetini gözler önüne serdi.
O, Kerbelâ faciasının ardından ölene dek gözyaşı döktü. Dedesi Resul-u Ekrem’in (s.a.a) ardından sabır gözyaşları döken anası Fatıma (s.a) gibi, o da "Sabırlı Kahraman" olarak tarihin en baş köşesinde müstesna yerini aldı.
Hz. Zeynep, Kerbelâ katliamı sonrası gittiği her yerde, tarihin en korkunç cinayetini işleyen o gaddar ve zalimlere karşı zerre kadar korkuya kapılmadan hak ve hakikati, Hüseynî mesajları en gür sesiyle, en beliğ ve fasih cümlelerle haykırmış ve zalimlerin tahtını, tacını sallamış ve onları cümle aleme ve tarihe rezil rüsva etmiştir. Onun Kufe ve Şam’da okuduğu hutbelerini duyanlar, babası Emirü’l-Mü’min Hz. Ali’nin hutbelerini hatırlamışlardı. Kufe halkına hitaben ve İbn-i Ziyad ve Yezid’in meclislerinde okuduğu hutbeler, onun ilim ve irfanını yansıttığı kadar, şecaat ve fesahatinin de ne düzeyde olduğunu bütün âleme ispat etmiştir.
Hz. Hüseyin ve yakınlarının şehit edilmeleri haberi üzerine Medine halkı feryatlara boğulmuş, o günden bu güne geçen binlerce yıl, o feryadı ve yürek yangınını dindirememiştir. Kerbelâ hadisesi; vefasızlığın, verilen sözün yerine getirilmemesinin ve samimiyetsizliğin acı bir sonucu olarak tarihe geçmiştir. Yüreklerimizi dağlayan o olayın acısını her 10 Muharrem’de olduğu gibi yine gönüllerimizde hissettik.
Efendimizin ve O’nun sevgili torunlarının şefaatlerini ve günümüzün Yezid’lerinin şerrinden mü’minleri korumasını Rabbimizden niyaz ediyorum. Sağlıklı ve mutlu yarınlar diliyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.