- 176 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kısa Saç 3. Bölüm
***
Aslan, tren raylarına oturmuş öylece duruyordu. Seçtiği yer çoğu zaman sakin olurdu. Oradan kimse geçmezdi. Zihninde camide yaşanan o tatsız olay canlanıyordu. Tren raylarının ortasında duran taşlara, kuşların pislediği raylara bakıyordu.
O an kendisinden neden herkesin nefret ettiğini düşünüyordu. Gözü rayların kocaman paslanmış vidasına takılmış ve rüzgârdan paramparça olmuş poşete takılmıştı. Bir süre hışırtılı sesler çıkaran o poşete baktı. Kendisini o poşete benzetti. Paramparçaydı ve onu hayatta tutacak olan paslı bir vida yerine geçebilecek hiçbir şey yoktu. Tren yolunu kaplayan taşlar arasında ezilmiş bir gazoz kapağı gördü. Çocuklar gazoz kapakları tren raylarına koyar ve trenin kapağı dümdüz etmesini beklerlerdi. Gazoz kapağı dümdüz olunca iki delik açar ve ip geçirip döndürürlerdi. Yerinden kalktı ve mükemmel şekilde düzleşmiş gazoz kapağına bir tekme savurdu. Camiden arkadaşı Ömer Akın’ı düşünmeye başladı. Kafası o rayların altında ezilirken… Gözleri pörtlemiş… Beyni etrafa saçılmış… Kuzeye giden rayın üzerindeydi. Düşmeden yürümeye çalışıyor, dengesi bozulur gibi oluyor ama düşmüyordu. Taşların üzerinde kedi pisliği… Kokusu burun deliklerinden içeri giriyordu. Sigara paketleri… Kafasını raylarda ezme fikri bir an olsun aklından çıkmıyordu. Hepsinin kafasını ezmek… Pörtlemiş gözlerini ayağıyla ezmek... Müthiş olurdu.
Aslan, amcasından dayak yiyince annesine sığınırdı. Bu zulmün ve yaşadığı diğer kötülüklerin bitmesi için yalvarırdı. Yaşadığı hayattan nefret eden tek kişi Aslan değildi. Annesi ona sarılır ve kendisi de ağlardı.
Okulda ve başka her yerde hor görülür, alay edilirdi. Çocuklar onun karanlık yanını ya hiç fark edemiyorlar ya da Aslan’ın onlara bir şey yapamayacağına inanıyorlardı. İnanmadıkları bir diğer şey de sanırım bir hesap gününün olduğuydu. Belki de bunun farkına varacak kadar olgun değillerdi.
Aslan özünde uyumlu bir çocuktu. Kimseyle kavga etmezdi. Ama o gün camide yaşananlar onu asla yalnız bırakmadı. O gün duvara kazınmış bir yazı gibiydi. Kimse okumasa da o yazının orada yazılı olduğu herkes tarafından bilinirdi.
‘Çiş kafalı.’
‘İp bağla.’
O gün kullanılan bu cümleler her geçen yıl bir çığ gibi büyüyordu.
Keşke hesap günü şimdi olsaydı.
Zihnine adeta kazınan o lafların silinme imkânı yoktu. İstediğin kadar, unutmaya, silmeye, yok saymaya çalış, ne kadar mücadele verirsen ver, hayır silinmiyordu. İnce bir diş sızlaması gibi onunla hep var olacaktı. Bu sızı onu, ne tam manasıyla ağrıdan deliye çevirecek ne de sızıyı ciddiye alıp tedaviye götürecekti. Bu sızının bir çaresi yoktu. Yaşanan o bahtsız olayı kimse unutmuyordu. Özellikle diğer çocuklar…
Kur’an kursuna gitmemek için müthiş bir mücadele vermişti. Ama amcasından yediği dayak mücadele gücünün bir anda kırılmasına yetmişti. Amcası ona ‘Günahkâr.’ Diyordu. Öyle ya kursa gitmemek…
Aslan her şeye rağmen kursa gitmek zorunda kalmış, alenen ya da arkadan arkaya yapılan onlarca alayı görmezden gelse de bir noktada artık dayanma gücünü yitirmiş, gizlice gittiği kuytu yerlerde bitap düşene kadar ağlamıştı.
Annesi, onun bu halini pekâlâ biliyordu. Aslan’ı teselli etmek için her gün onu kurs bitişinde kapıda karşılıyor ve bu yaşananların Allah katında bir karşılığının olduğunun ve yapılan kötülüklerin karşılıksız kalmayacağını söylemişti. Aslan ise annesinin söylediği şeylerin bir karşılığının olup olmadığını, eğer annesi doğruyu söylüyorsa hesap gününün kötüler için ne zaman geleceğini düşünüp duruyordu.
Ama bir türlü o gün gelmiyor ve Aslan’a yapılan şakalar ve Aslan’ın maruz kaldığı alaylar bitmiyordu.
Aslan’ın kaldığı evin (O evi asla benimsememişti.) on metre aşağısından yol geçiyordu. Yolun diğer tarafından sekiz on yaşlarından olan Sıçan lakaplı çocuk uçurtma uçuruyordu. Yaşıtlarına göre hızlı ve atik bir çocuktu. Sokakta yapılan koşularda hep birinci gelirdi. Asık suratlı, zayıf ve teni kapkara bir çocuktu. Sıçan uçurtmasına dalmış, arabesk bir şarkı söylerken yolun karşısında duran Aslan’ı gördü ve o asık suratı birdenbire gülmeye başladı. Alaycı bir gülüş. İnsanı çileden çıkaran türde…
‘İp bağla Aslan. İp bağla.’ diye bağırıp oradan kaçmaya başladı.
Sıçan, sımsıkı tuttuğu uçurtmanın ipini rüzgâra doğru çekiştirerek oradan kaçarken Aslan ise ne diyeceğini ne yapacağını bilmez bir halde onun ardından öfkeyle bakıyordu. Bakışları an be an öfkeyle doluyor, o öfkeli bakışlar adeta Sıçanın ardından gidip ona yetişmeye çalışıyordu.
Sıçan, koşarken uçurtmasının ipi elektrik tellerine takıldı. Gergin ip çat diye koptu ve bir kement gibi çocuğun yüzünde patladı. Çocuk acıyla yere yuvarlandı. Aslan sinsi bir gülümsemeyle ona bakmaya devam ediyor, az önce gözlerine dolan öfke yerini intikamla değişiyordu. Aslan gülmeye başladı. Kahkahalarla hem de. Uçurtmasının elektrik tellerindeki çaresizliği, rüzgarla dönmeye ve parçalanmaya başlayan kâğıttan kuyruğu Sıçanın daha da beter ağlamasına neden oluyordu.
Aslan, kahkahayla gülerken bir anda durdu. Çünkü, o uçurtmanın başına bir iş gelmesini istemişti ve olmuştu. Ya istediği her şeyi böylece yapabilseydi…
‘Yaptım.’ Dedi sessizce. O an orada biri var mıdır diye kontrol etti. Yaptığı kötülüğü kimsenin bilmesini istemiyordu.
Ayağı kalktı ve evin giden yokuştan yürümeye başladı. Aklında beliren şeye karşı gelmeyi denedi. Ama bunu bir türlü beceremedi. Yan komşularının evini ve arka bahçeye giden tuhaf yolu ve o tuhaf yolu kaplayan duvarı süzdü. O bahçeye girmek kesinlikle yasaktı. Bu yasağı birkaç kere delmiş ve ev sahibi Sevgi Nenenin şikayetiyle dayağını yemişti. Annesinin en yakın arkadaşı Ayşe Kocasakal’dı. Ama kaynanası Sevgi Nene için aynı şeyi söyleyemezdi. O kadın iyi biri değildi. Gözlerinde iyi bir insana ait bir ışıltı göremiyordu.
‘Duvar yıkılsın.’ Diye geçirdi içinden. Kendini zorladı. Yüzü kıpkırmızı kesilene kadar nefesini tuttu. Ellerini yumruk yaptı ve sıkmaya devam etti.
Bir şey olmadı. Duvar dimdik duruyor ve meyve ağaçlarıyla arasına bir set görevi görmeye devam ediyordu. Meyveyi sevdiği için o bahçeye girmiyordu. O bahçeye girmekteki maksadı sakinliğiydi.
Yokuşu ağır ağır çıkmaya devam etti. Ve tekrar duvara baktı. Bir toz bulutu görür gibi oldu. Hafif. Belli belirsiz…
Gözlerinde kararma oldu. Başı hafifçe dönmeye başladı. Amcasının evinin gölge bir yerine kendini bıraktı. Biraz soluklanmaya ihtiyacı vardı. Gözlerinin önündeki gölgeler yavaş yavaş geçmeye başladı.
Sonra kalktı ve yokuşu yürümeye devam etti. Yokuşun bitişiğindeki toprak yola vardı. İçinde beliren nefret artık iyiden iyiye kontrolsüz bir araç gibi oradan oraya savruluyordu. Bazen bu yolu kıvrılıp giden devasa bir yılana benzetirdi. Bu yolu hiç sevmezdi ve oradan ürkerdi.
Toprak yol çukurlarla doluydu. Yağmur yağdığı zaman bu çukurlar suyla dolardı. Çoğu zaman o çukurlarda kâğıttan yaptığı gemileri yüzdürürdü. Bu oyun onu ve sakinlik arayan ruhunu dinlendirirdi. Bazen o su birikintilerine taş atardı. Kışın ise o çukurlar yine suyla dolardı. Aslan bazen o çukurların üzerini karla örter ve nefret ettiği çocuklardan birinin o çukura basarak ayağının ıslanmasını beklerdi.
Kar yağışını ve kışı çok severdi. Tabi o kış haricinde. 1998 yılında kar yağışının ortasında evlerinin üzerine yağan yağmur… Annesi o günden hiç bahsetmiyordu. Tek bildiği kulaktan kulağa yayılan söylentilerdi. Onu rahatsız eden ve bir ucube gibi davranılmasında etkisi olan bu olaya anlam veremiyordu. Belki de bu garip olayın onun doğum günüyle bir ilgisi vardı.
***
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.