- 346 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Yapılması gerekenler çok ama çok basit…
6 Şubat günü yaşanan ve 11 ilimizi etkileyen, 4 ilimizi ise enkaz yığınına çeviren deprem felaketinin üçüncü günü akşam saatlerinde Malatya’dan ayrılmak zorunda kalmıştık.
Depremin olduğu andan başlayarak Malatya’dan ayrılığımız ana kadar başta depremin yarattığı şokun etkisi gerek yoğun geçen kış şartları gerekse de barınma ve diğer ihtiyaçları karşılama konusunda büyük sorunlar ve sıkıntılar yaşamıştık.
Yaşadığımız sorunun daha da artmasını beklemeden gönüllü insanların destekleriyle Elazığ’dan temin edilerek yollanan ticari taksi ile Kayseri’ye götürüldük. İzmir’den ise amcaoğlu tarafından kiralanan bir minibüs ile Kayseri’den alınarak Balıkesir iline bağlı olan Akçay’a götürüldük.
Akçay’a gider gitmez birkaç gün baba yarısı amcamlarda kaldıktan sonra bir ev kiraladık. Geleceğimiz güne kadar da orada kaldık. Depremin açtığı yüreğimizdeki acıyla birlikte gözyaşları arasında zifiri karanlıklar arasında ayrılmak zorunda kaldığımız memleketimize 95 gün sonra dönüş yaptık.
Akçay’da kaldığımız süre içerisinde ilimizde yaşanan gelişmeleri sadece haberler ile sosyal medya paylaşımlarında görüyor ve üzüntü içerisinde izliyorduk. Dönüş yaptığımız ana kadar ilimizde yaşanan felaketin yarattığı yıkımın büyüklüğü konusunda tam olarak bilgi sahibi değildik.
Geldiğimiz günden itibaren her gün akülü tekerlekli sandalyem ile dışarıya çıkarak dolaştım. Dışarıda gidebildiğim yerlere gidip gelirken yıkımın devasa büyüklüğünü gördüğümde boğazımda oluşan yumru ile yutkunamadım. Nefesim tutuldu, gözyaşlarımı zor tuttum.
Hasanbey, İpek, Koyunoğlu, Cengiz Topel, Akpınar, Tevfik Temelli, Taştepe, Mehmet Buyruk ve daha birçok cadde ve sokakta gezerek felaketin boyutunu bizzat gördüm.
Sadece birkaç yeri gezmeme rağmen gördüklerim karşısında şaşkına dönmüştüm. Cadde ve sokaklarda gördüğüm yüzlerce binanın aldığı hasarlar nedeniyle duvarlarında derin çatlaklar oluşmuş ve içerisinde bulunanlar boşaltıldıktan sonra kapı pencereleri sökülmüştü.
Kasabın bıçağını bekleyen kurbanlık koyun gibi yıkım ekibinin gelmesini bekleyen sıra sıra bu binalarla birlikte yüz binlerce insanın da iyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla, sevinciyle hüznüyle birlikte yaşadıkları ve hafızalarının derinliklerinde biriktirdikleri anıları yerle yeksan olup toz bulutlarına karışarak uçup gitmişti.
Deprem felaketi nedeniyle yaşanan bu tarifsiz acıların ruhumuzda açtığı derin yaraların geçmesi fiziki yaraların iyileşmesinden daha fazla zaman alacağı kesindir.
Deprem felaketine maruz kalan insanların yaşamış olduğu sorunların birebir aynısını engelliler olarak bizlerde yaşadık. Ancak aradaki tek fark bizler her insanın yaşadığı sorunları katma değerli olarak iki kat fazla yaşıyoruz. Bunu deprem felaketinde bire bir yaşayarak bir kez daha gerçek olduğunu anlamış oldum.
Özellikle bedensel, zihinsel, otizm ve benzeri gibi ağır durumda olan engelliler depremin olduğu andan itibaren çok daha ağır şartlarda yaşama tutunmaya çalıştılar.
Sarsıntılardan evlerinden kaçarak sağ kurtulan engelliler ile aileleri sığınacak bir yer bulmada büyük sıkıntılar yaşadılar.
Kamuya ve özel sektöre ait sosyal tesislere sığınabilenler sadece başlarını sokabildikleri kapalı bir yer bulmuş oldukları için kendilerini şanslı görüyor ve seviniyorlardı. Ancak yaşadıkları sevinç olayı tuvalet ihtiyaçları geldiğinde ne yazık ki hüsrana dönüştü. Çünkü sosyal tesislerin genelinde en önemli ihtiyaçlar arasında yer alan bu ihtiyaçlarını giderebilmek için erişilebilir standartlara uygun tuvalet bulunmuyordu.
Evet, 21.yüz yılı yaşadığımız bilgi ve uzay çağında olmamıza rağmen kamuya ve özel sektöre ait sosyal tesislerin genelinde erişilebilir standartlara uygun tuvalet bulunmadığı için, daha doğrusu yasaları uygulamayan valiler başta olmak üzere belediye başkanları ve kurum müdürleri tarafından yapılmadığı için engelliler mağdur oldu.
En doğal ihtiyaçlar arasında olan tuvalet ihtiyaçlarını günlerce gideremediler. Bu nedenle sindirim sistemlerinde hastalanarak büyük sıkıntılar yaşadılar. Şu anda da gerek çadır gerekse de konteyner kentlere yerleştirilen engellilerin banyo ve tuvalet ihtiyaçlarını sağlıklı bir şekilde gideremediklerini biliyorum.
Sözün özü olarak, bu sorunların bir daha yaşanmaması için valiler, belediye başkanları ve kurum idarecileri tarafından yapılması gerekenler çok ama çok basittir. Tek yapmaları gereken başta Anayasa olmak üzere kanun, yönetmelik vb gibi mevzuatlarda verilen görevlerini eksiksiz olarak yerine getirmektir. Birçok konuda gösterdikleri hassasiyeti ve iradeyi bu konuda da göstererek ortaya koymaları gerekmektedir. Yıllardır görevleri arasında bulunan ve bugüne kadar görmezden gelerek sümen altı ettikleri özellikle erişilebilirlik ve ulaşılabilirlik konularıyla ilgili yasaları bundan sonra uygulayarak hayata geçirmeleridir.