Kusursuz Aşk - Bölüm 9 10
Bölüm 9
Yattığı hücrenin yatağından gardiyan kadının sesiyle irkilerek uyandı Sophia. – Sophia Gattegna! Ziyaretçin var!
Hücrenin kapısı açıldı ve Sophia ağır adımlarla kendisini kimin ziyaret ettiğini merak ederek görüşme odasına doğru yürümeye başladı. Görüşme odasına girdiğinde bir an haykırmamak için elleriyle ağzını kapatan Sophia’nın gözleri çabucak yaşarmıştı.
- Anne!?
Annesini görmeyeli neredeyse 6 sene olmuştu. Sıradan bir kavga, gençliğin vermiş olduğu taşkınlık, özgürlük hissi ve ayrılık dolu 6 koca sene… orta gelirli bir aile, baba emekli, anne ise ev hanımıydı. Buna rağmen Sophia için daima en iyi eğitimi alması konusunda çok çabalamışlardı. Ancak Sophia üniversite hazırlığı yarıda bırakarak, bir Türk genciyle evden uzaklaşmıştı. Gençti ve tecrübesizdi. Fakat şanşına Mehmet gibi dürüst ve olgun bir kişiyle bu çılgınlığa kalkışmıştı. Evden kaçtığında Sophia 16, Mehmet ise 24 yaşındaydı.
- Sophi, diye cevap verdi Antonietta, şefkatli anne bakışıyla. Belli ki Antonietta da kızını çok özlemişti. İyi misin Kızım? Avukatın bana ulaştı. Nasıl oldu? Neler oldu? Hepsini bilmek istiyorum.
Sophia annesini görmenin sevinci ve hapishane de bulunmanın üzüntüsüyle karışık masanın diğer ucunda oturan annesine nemli gözler ile birkaç saniye baktıktan sonra bir eliyle destek aldığı sandalyesini kendine doğru çekerek yavaşça masanın diğer ucuna annesinin karşısına oturdu. Dirsekleri masanın üzerinde ellerini gözlerinin alt tarafında dua eder gibi birleştirmiş göz yaşlarını silmeye ve anlatmaya başlamıştı Sophia.
- Biz… (bir an için Mehmet’i düşünerek kelimeler boğazında düğümlendi.) Her şey bir oyundu… ya da biz öyle düşünmüştük en başta… bir iddiayla başladı. Arkadaşlar arasında bir oyundu anneciğim… kötü bir niyetimiz yoktu. Olanları anlatırken ara sıra annesinin gözlerinin içine bakıyor, kelimelerin tonlamasında sanki söylediklerinin onaylanmasını bekleyen bir istek havası seziliyordu. Her şey benim yüzümden. Mehmet’i de ben ikna ettim bu eylem için. Aslında Mehmet daha ilk erişimde bu şirketin çok üst düzey bilgileri olduğunu anlamıştı. Ancak ben devam etmesinde ısrar ettim. Neden!? Sadece bir iddia ve ucunda 1,000. Euro için. Sonrası ise bizler için oyundan kabusa dönen bir süreç oldu. Bulunduğumuz internet kafenin güvenlik kamerasından arkadaşlarımıza onlar üzerinden de bizlere ulaşmışlar. Her şey aniden oluverdi. Kanıtları yok edemedik bile.
- Ah Sophia… benim güzel kızım… baban hayatta olsaydı, senin için dünyayı ateşe verirdi… o çılgın baban… ölürken bile ismini sayıklıyordu.
Üzüntüsü ikiye katlanmıştı Sophia’nın.
- Çok üzgünüm anne. Her şey için… çok üzgünüm…
- Peki ya, erkek arkadaşın… O nerede?
- Mehmet… polisler evimize baskın yaptığı sırada markete gitmişti. Uzaktan tanık oldu olanlara. Az kalsın kendisini ele verecekti. Son anda göz işaretimle engelleyebildim… şu anda nerede ve nasıl olduğunu bile bilemiyorum…
- Her şey yoluna girecek kızım. Üzülme canım. Servetimi seni buradan çıkarmak için harcamam gerekirse bile, bir an tereddüt etmem… Roma’nın en güçlü avukatlarını seni buradan çıkarmak için seferber edeceğim… merak etme canım. Hepsi geride kalacak. Yine eskisi gibi mutlu bir aile olacağız seninle…
Sophia annesini dinlerken eskiden uyuması için annesinin söylediği masalları duyar gibi içi huzurla dolmuştu… bir yandan da düşünmeden kendini alamıyordu. Acaba Mehmet nerede, neler yapıyordu..?
Bölüm 10
Mehmet, yapacaklarını tasarlarken su sesinin verdiği rahatlık hissinden dolayı hastane bahçesinin havuza yakın kısmında yürüyüş yapıyordu. Bir aşağı, bir yukarı… bazen adımları hızlanıyor, bazen yavaşlıyordu. Ara sırada sakalını sağ eliyle bazen sol eliyle sıvazlıyor, bir fikir bulmuş gibi gülümsüyor sonra olmamış gibi tekrar düşünmeye başlıyordu. Ara sıra hastanenin delileri yanına gelerek tüm dikkatini dağıtıveriyorlardı. Mehmet bu duruma ayrıca sinirleniyor içinden söyleniyordu. – kabahat sizde değil, buraya düşen bende…aptal kafam benim…
Ancak şu anda sızlanmak değil, fikir üretmek zamanıydı ve Mehmet’inde yoğunlaştığı durum buydu. Kendini rahatsız eden delilere bir süre sonra kendini alıştırmayı başarabilmişti. Onları görmezden geliyor, seslerini duymamaya çalışıyordu. Çünkü buradan çıkış ve sonrasına odaklanması, kusursuz bir eylem planı yapması için buna ihtiyacı vardı.
Cebinden kalemi ve not defterini çıkararak bir şeyler yazmaya başladı. Önce buradan kurtulmalıydı. Birinci hamle pasaportuna erişmek olmalıydı. Tekrar pasaport çıkartmak için uğraşması zaman alabilirdi. Gerçi yeni pasaportu sahte olacaktı ancak gerçeği üzerinde işlem yaparak daha hızlı hareket edilebilirdi. İkinci hamle hastaneden kaçmak ki bu en basit hamleydi. En zor hamle İtalya ya ulaşmak ve hapishaneden sevgili Sohhia’sını kurtarmak olacaktı. Tek başına bu işlerin altından kalkamazdı. Yanında bir hatta birkaç yardımcıya ihtiyacı vardı. Ancak kime güvenebilirdi ki böyle hassas bir konuda. Mehmet yazmaya devam ediyor, bir yandan da delilerden olabildiğince uzak durmaya çalışıyordu.
Bu sırada kısa bir cankurtaran sireni duyulmuş, ana kapıdan ışıldakları yanan bir minibüs giriş yapmıştı. İşte dedi içinden mırıldanarak Mehmet. – bir tek sen noksandın. Yeterince deli yok, sende gel, sende gel…
Mehmet’in tahmini doğru çıkmış, Veysel sedye ile yeni misafirhanesine doğru taşınmaya başlamıştı bile…
Kayıt, kontrol, oda, yatak ayarlanması gibi bürokratik işlemler derken Veysel yeni mekanına yerleştirilmişti. Bir süs eşyasının, bir mobilyanın evin bir köşesine yerleştirilmesi gibi… robot gibi komutları takip ediyordu Veysel. Çok derinlerdeydi. Ruhu bedeninin en uzak, en saklı köşesine ürkek bir çocuk gibi sinmiş, dünya denen aleme başka bir alemden bakar gibiydi. Gözlerinin önünde sis, kalbinin derinliklerinde Müge’nin sızısı vardı. Doktorlar şizofreninin en uç noktası diye bahsetmişlerdi kendisinden. Durumu açıkçası umutsuz vaka olarak değerlendirmiştiler. Kendisini uyuşturan ilaçlar değil, duygu dünyasının beyne salgılattığı hormonlardı.
Tam o zamanlarda Hastane yeni bir uygulamaya geçmiş, durumu kısmen iyi görülen hastaların yanına durumu daha ciddi hastalar verilerek, iki kişilik odalarda konaklama sağlanmıştı. Böylece durumu iyi olan hastalara ilgilenecek bir iş bulunacak, sorumluluk bilinci aşılanacak, aynı zamanda toplum içerisine kazandırıldıklarında ne gibi bir davranış gösterebilecekleri gözlemlenecekti. Bunun için pilot uygulama denilen 10 bakıcı hasta seçilmişti. Zaman hızla akmış akşam olmak üzereydi. Hemşireler teker teker hastaları içeriye davet ediyor, hareketlerini kontrol edemeyen, yürümekte zorlananlara yardımcı oluyorlardı. Mehmet, not defteri ve kalemini cebine yerleştirerek yavaş adımlar ile içeriye doğru yürümeye başlamıştı. Hemen hemen şekillenmeye başlıyor diye düşündü. Evet, başaracağına olan inancı daha da artmıştı. Planının ilk hamlelerini kurgulamıştı. Bugün çok yürümüş, bol oksijen almıştı. Acıktığını hissetti. Zaten akşam yemeği vaktine de az kalmıştı. Doğruca yemekhaneye doğru yöneldi. Bugün yemekte ne vardı acaba. Garip bir şekilde hastanenin yemeklerini beğendiğini düşünüyordu. Aslında hayat o kadarda kötü sayılmazdı burada diye düşündü bir an için. Sonra saçmalama Mehmet, burada kalmayı düşünmüyorsun her halde diye kendi kendine kızdı hafif bir sırıtışla. Tüm hastalar 20 dakika gibi kısa bir sürede içeriye alınmış, kimisi odasına kimisi de yemekhaneye doğru hareket halindeydi. Yemek kuyruğunun ortalarına denk gelen Mehmet, sırasını beklerken bazen birkaç hasta laf atıyor kendisi de öylesine cevaplar veriyordu. Kimi hastalar kendi yemeğini alamadıklarından, hemşireler masalara servis yapıyorlar, hastalar ile teker teker ilgileniyorlardı. Mehmet sabırsızlanmaya başlamıştı. Önünde bulunan hasta yemek kabını tutmakta zorlanıyor, belli ki yardıma ihtiyaç hissediyordu. Dayanamayıp yemek alması ve masaya kadar gitmesinde kendisine yardımcı olmuştu. Bu davranışı Dr. Tülay’ın gözünden kaçmadı. Mehmet yemeğini alabilmeyi başarıp, masasına oturduğunda Dr. Tülay, Mehmet’in yanına gelerek selam vermiş ve kendisini yemek sonrası odasına davet etmişti. Mehmet’in deli rolü yapma gibi bir niyeti olmadığından bu davete icabet edeceğini söylemişti.
Bugünde yemek güzel diye geçirdi içinden Mehmet. Bu aşçıyı tebrik etmek isterim. Sonra bir an ağzına doğru giden kaşığını tabağa bırakarak duraksadı, ağzında kalan birkaç lokmayı da çiğnedikten sonra daha fazla devam edemedi. Aklına Sophia gelmişti. Acaba şu anda nasıldı..?
Gidip yatayım, diye düşündü.
Odasına doğru hareketlenmişken Dr. Tülay’ın daveti geldi aklına. Birkaç dakika sonra kapının önündeydi, iki kez sağ eliyle kapıya hafifçe hızlı bir şekilde vurmuştu. İçeriden Dr. Tülay’ın giriniz sesi duyuldu.
- Hoş geldiniz. Hmmm Mehmet Erdoğan…
- Hoşbulduk, dedi Mehmet.
- Lütfen oturun. Mehmet’e masanın önünde bulunan iki koltuğu işaret ederek.
Hemşire kısaca önünde duran dosyaya bir göz gezdirdikten sonra söze devam etti.
- Buraya geldiğinizden itibaren diğerlerinden farklı olduğunuzu hissetmiştim. Dosyanızı inceledim. Aslında yanlış yerde olduğunuzun farkındayım.
- Bunu duyduğuma sevindim diye söze girdi Mehmet.
- Fakat ne yazık ki bizlere gelen bir talimat var ve sizin burada en az 6 ay kalmanız ön görülüyor.
Hafifçe gülümsedi Mehmet ve sonra tekrar ciddileşti yüz ifadesi.
- Yani..? diye sordu Mehmet.
- Bakın Mehmet bey, bu süreyi uzatmanın veya daha da kısaltmanın sizin elinizde olduğunu hatırlatmak isterim…
- Evet… bende bir an önce bu saçma durumun sona ermesini en az sizin kadar istemekteyim.
- Güzel. Bu durumda sizinle işbirliği yapabileceğimizi anlıyorum, Mehmet bey.
- İş birliği..?
- Bakın Mehmet bey. Hastanemizin pilot bir uygulaması mevcut. Durumu ciddi olan hastalarımıza refakatçi olarak bir nevi koruyucu bakıcı ataması yapıyoruz ve bu bakıcıları, sizin gibi akıl sağlığı daha yerinde olan hastalarımızdan seçiyoruz. Böylece hem sizin iyileşme süreciniz… Dr. Tülay cümlesini tamamlayamadan…
- Ben zaten iyiyim diye atıldı Mehmet… ancak Tülay doktor hiçbir şey olmamışçasına devam etti sözlerine…
- Böylece hem sizlerin topluma daha hızlı bir şekilde kazandırılmanız, (imalı bir şekilde kelimeleri vurgulayarak) hem de iş yükümüzü azaltarak gönüllü bir çalışma ekibi kurma yolunda ilerlemeye çalışıyoruz. Bu tür terapiler her iki taraf içinde iyi sonuçlar verebilir. Sizler mesul olacağınız hastalara doktor gibi değil arkadaş gibi yaklaşarak iyileşme sürecine olumlu katkılarda bulunabilirsiniz. Bir nevi takım arkadaşlığı gibi bir durum… askerliğinizi yapmışsanız bilirsiniz.
- Bunun iyi bir fikir olduğunu zannetmiyorum… (birkaç saniyelik bir duraksama yaşayan Mehmet, karşısındaki kişinin ismini bir an için anımsayamadığından nasıl bir şekilde hitap edeceğine karar vermeye çalışırken bakışlarının masanın üzerinde bulunan isimlikle buluştuğu anda konuşmasına devam etti…) – Hmmm, Tülay hanım. Ben düşündüğünüz kadar sabırlı ve akıl sağlığı yerinde bir insan değilim.
- Zaten bunun için buradasınız ve uzun bir sürede kalmayı düşünüyorsunuz galiba diye çıkıştı Tülay doktor.
Mehmet pot kırdığının farkındaydı. Durumu düzeltmek için teklifi kabul etmekten başka bir çıkar yol kalmamıştı kendisine. Hem böylece buradan 2 ay gibi kısa bir sürede çıkabilecekti. Hem de arkasında polisler olmadan. Bu işini kolaylaştırabilirdi.
Çaresiz – Özür dilerim. Öyle demek istemedim dedi Mehmet. Galiba biraz sorumluluktan zarar gelmez, diye de ekledi.
Dr. Tülay bu işin bu kadar kolay halledilmesinden memnundu. Mehmet müsaade isteyerek odasına doğru yürümeye başladı.
Odasına vardığında ikinci bir yatak ve bu yatakta yatan bir hasta gördü. Derin bir nefes aldı ve uzunca dışarıya üfledikten sonra,
- Bir tek sen noksandın, diye söylendi…
Bu sırada Veysel yeni takım arkadaşının odasında karşılıklı kurulu iki yatağın birisinde hareketsizce yatmaktaydı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.