- 330 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
ADALAR VE ATLAR
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Adalar
Adanın kumları altın gibi ışıltılı, ince taneli ve ipeksi yumuşaklıkta olsaydı ya da denizi sığ, yüzülesi ve ılık…Çok daha fazla insan burada yaşamak isterdi. Oysa çıkılması çok zor hatta yer yer imkansızlaşan sivri kayalı dağlarla çevrelenmiş incecik bir sahil şeridine sıkışmıştı tüm ada halkı. Dağlar; makiler, dikenler ve işe yaramaz çalı şeklinde bitki kümeleriyle doluydu…Deniz kopkoyu derinliklerle, ürkütücü şekilde yosunlu taşlardan oluşan şekilsiz gölgelerle alacalanmış olup suyu hiç de misafirperver olmayacak şekilde sopsoğuktu.
Belki o yüzden adalılar yaz festivalinde çok tuhaf ve zor bir işe girişmeye karar verdiler. Hiçbir cazip eğlencesi olmayan adalarında gençleri de mutlu edecek bir parça heyecan yaratmak için at yarışları düzenlemeye karar verdiler…Verdiler evet de adada evcil at yoktu ki…Sadece sarp kaya dağlarında yaşayan yabani at grupları vardı ve onları nasıl aşağı indireceklerini bulmaları tam tamına bir aylarına mal oldu. En imkansız, en tuhaf öneriyi kabul etmeleri ada halkının nasıl da heyecan ihtiyacı içinde olduklarının bir göstergesi gibiydi.
Seçilmiş atletik gençler kayalara tırmanıp yaban atlarının yanına gidip onları içine uyuşturan ot kattıkları taze dallarla besleyecek, uyuşmaya başladıktan sonra da kalın iplerle bağlayıp kayalardan aşağı sallandırarak ta sahile kadar indireceklerdi.
On tane gönüllü ve hevesli genç kalın urganlarla birbirlerine bağlanarak sarp kayalara tırmandılar ve güçbela yakaladıkları on atı yine beraberlerindeki urganlarla sıkıca bağlayarak kayalardan sahile doğru salladılar. O gün havada asılı durup yavaş yavaş sahile inen yaban atlarını hiç kimse unutmadı…Sonrasında günlerce şen şakrak devam eden festival oyunlarında atlarla yapılan gösteriler civardaki tüm adalarda anlatıldı durdu.
-Peki sen hatırlıyor musun o günü dede diye sordum…
-Ben de, babam ve onun babası da daha doğmamıştı yavrum, öncesini zaten bilen yok.
-Çok eskiden olmuş o zaman dedim üzüntüyle…Yaban atlarının öyküsüyle büyümüştüm ve bir gün onlardan birine rastlayacağım umudunu kaybetmek istemiyordum.
-Dede hiç yaban atı gördün mü ?
-Hayır çocuğum ama sadece bir keresinde sabah sisleri içinde toynak sesleri duymuş ve heyecanla beklemiştim…
-Eeee ne oldu ?...
-Hiçbir şey olmadı. Hayaldi sanırım o sesler. Dur üzülme siz En Büyük Adaya yerleştiğinizde evcil atları görmeye gidebilirsin…
-Ben burada kalmak istiyorum dede !...Kalamaz mıyım seninle beraber ?
-Ne çok isterdim yavrucuğum ama burada senin için bir okul da yok bir gelecek de…Çok zeki bir kızsın ve mutlaka çok iyi okullarda okuman gerek. Adamızda artık pek çocuk kalmadı, hüzünlü ve yaşlı bir ada oldu burası…Evlerin bir kısmı yıkıldı, otlar, dikenler sahile kadar ilerledi…Deniz desen her zaman kızgındı bize nedendir bilmem. Ben senin kadarken geceleri deli deli uğuldar, sabahları hırçın köpüklerle sahili döver, yüzmek isteyenlere düşmanca saldırırdı deniz, belki bu yüzden adaya gelenler de çekti gitti, yerlisi de…
-Ben adamızı seviyorum dede !...
-Sev çocuğum sev, belki senin sevginle gün gelir dost denizlerle yaban atlarının özgürce birleştiği kutlu bir ada olur burası...Sevdikçe sevdiğin daha bir arınır, daha güzelleşirmiş derler eskiler…
Adamızdan ayrılırken ve dedeme mendil sallarken son söyledikleri kulağımda çınlıyordu…Sev çocuğum !...Mendilleri salladık ve adamız gözden yitince bir daha ayrılık yaşamayalım diye denize attık hepsini. Deniz allı yeşilli mendillerle doldu o sabah.
Şimdi 30 lu yaşlarımın sonunda En Büyük Adanın en yüksek tepesinde denize hakim konumdaki evimin terasında yazıyorum bu satırları. Hala 12 yaşımda olduğum boyda ve çocuksu hatlarla gizlenmiş incecik bir kadın vücudunda yaşıyorum. Saçlarım kuzgun siyahı ve belimde, tenim mat, gözlerim silik mavi…Adımı söylemeyeceğim, çünkü adımı da hayallerimi de Yaban Atlar Adasında bıraktım. En Büyük Ada da ben öğretmenim, araştırmacıyım, bilim kadınıyım…
Hole çıkıp bavulumu aldım ve hiç üzülmeden evimin pancurlarını indirip kapısını sıkıca kilitledikten sonra limana yürüdüm…O gün kalkan son gemiyle Yaban Atlar Adasına giderken bu kez mendilimi suya atmadım.
Atlar
- Size söyleyebileceğim fazla bir şey yok aslında…Evet bu adada kökeni çok eskilere giden bir at kültü olduğunu belgeleyecek kalıntılar var. Yaptığımız kazılarda bir çok at heykelciği, at motifi bezeli mozaikler bulduk ama atlara ait hiçbir iz yok.
- Nasıl bir iz arıyorsunuz ki?
- Yaşanmışlığa dair izler, mesela at kemikleri.
- Belki yok oldu gitti.
- Belki.
Adalı olmadığı her halinden anlaşılan sarışın, uzun boylu arkeolog hanım da bana istediğim şeyleri söyleyememiş ve benim hararetle inandığım yaban atlarının mitolojik figürler olduğunu iddia etmişti.
Adada ki eski harap evimizde kalmayı istemişsem de yıkılıverecek korkusundan bir pansiyona yerleşmek zorunda kaldım. Dedemin sebze bahçesine dağılmış yıkıntılar, çöpler, çürümüş ahşap ile birleşen yosun kokusu ve camları çoktan yok olmuş pencerelerden uçuşan zavallı soluk basma perdeler…Çocukluk geçmişim ne kadar da zavallıymış meğer.
Annem ve babam adamızı terk ettikten hemen sonra aceleyle ayrılmışlar ve babam en uzak adaya gitmek suretiyle bağını hepten kopartmıştı, duyduk ki orada bir öğrencisiyle evlenmiş. Kızkardeşim ve ben annesi babası boşanan birçok çocuk gibi kendi içimize dönmüş ve masallarla karışık kurgusal bir evren oluşturarak dış acılara duyumlarımızı kapatmıştık.
-Bilmem ki kızım eskiler hep anlatırlardı bu ada at sürüleriyle doluymuş, vahşi yola gelmez, dizgin tutmaz atlar…Dedeme sordumdu ama hiç görmedim dediydi…Demek ki çok daha öncesi bu kızcağızım. Şimdi arasan bir tane at bile bulamazsın bu adada…Ne olmuş ta soyları kurumuş bilmem…
Dedemin tavla arkadaşı bakkal amcadan da fazla bir şey öğrenememiştim. Oysa en azından o ebeveynlerinden duymuştur diye düşünüyordum. Eğer o kadar eskilerse ada yaşlılarından umudu kesmem gerekiyordu. Bakkal amca kadim zamanları araştıran bir tarih öğretmeninden bahsetmişti, ona gitmeyi planladım pansiyona dönerken…
Hediyelik eşya tezgahlarında sergilenen at figürleri, at süslü kolyeler, yüzükler, bileklikler ya da adanın logosunda ki at başı da pek bir şey ifade etmiyordu aslında.
-Kendilerine özel bir dil icat etmişler dedi kadın psikiyatr doktor…
-Nasıl yani o yüzden mi bizimle konuşmuyorlar ?. Annemin ağlamaklı sesi, bol pudralı solgun yanakları ve zevk yoksunu elbisesi hala belleğimde bugün gibi akmaktaydı.
-Bakın, nasıl desem siz boşanınca ve çalışmaya başlayınca kendilerini çok fazla terk edilmiş hissetmiş olmalılar, sadece kendilerinin anlayacağı gizli bir dil oluşturmuş ve sadece bu dilde konuşup yazmışlar.
-Nerden bulup uydurmuşlar anlamadım ki ?
-İşin ilginç yanı da bu hanımefendi, uydurmamışlar eski kadim dillerden birini tüm grameriyle öğrenip çözümlemişler.
-Ama nasıl olur doktor bunlar allame değil iki küçük kız.
-Çocukların zekalarının derinliklerini tamamen keşfedemediğimizi düşünsem de ben de şaşırdım buna ama tastamam durum bu.
Tedaviler ya da terapiler gizli dilimizi unutturamadıysa da günlük hayatta genel konuşma dilini kullanmaya ikna olmamızı sağladı. Yani değişmedik sadece uymaya çalıştık.
-Kadim dili biliyor olmanız ilginç. Tarih öğretmeni genç bir adamdı ama kalın camlı gözlükleri ve pastel renkli giyimiyle daha olgun ve ciddi görünüyordu.
-Evet ne diyordum, bu ada eskiden anakaranın bir uzantısıyken volkanik patlamalar ve depremlerle koparak giderek uzaklaştı ve adalar denizinin uzak noktalarına doğru kaydı. Demek ki anakaraya bağlıyken adada yaban atları yaşıyordu ve kopuştan sonra da yaşamaya devam ettiler, ancak zamanla adanın florası ve faunası, iklimi, yaşam koşulları değişince nesilleri tükendi.
-Bu bilgiyi ilk kez duyuyorum.
-Doğaldır. Bakın kadim coğrafya da hiçbir zaman bu topraklara ada dememişler.
-Ne demişler peki ?
- Yaban atlar ülkesi.
-O zaman !...
-Atları bulmak istiyorsanız anakaraya gitmelisiniz.
Anakara
-Yabani at mı kaldı artık !...Hepsini birkaç yüzyıl öncesinde evcilleştirdik, haliyle bahsettiğiniz teoriye delil oluşturacak bir şey bulacağınızı sanmıyorum. Anakaranın en büyük jeoloji müzesinin müdiresi katı tayyörünün gizleyemediği dişiliğiyle çelişen tok sesiyle bana bilgi veriyordu.
Anakarada olmak inzivacı ruhuma çok da iyi gelmese de, araştırma yapacağım yerler ve konuşacağım insanlar açısından benim için önemliydi. Gerçi fazla bir şey öğrenememiştim, yaban atlar efsanesi de, dinozorlar ya da ejderhalar gibi anlatılagelen masal yaratıkları içinde kaybolup gitmişti. Ve ne yazık ki diğerleri kadar popüler değildi.
Jeoloji Profesörüyle anakaranın üzüm bağlarının içinde sevimli bir şarap tadım merkezinde buluştuk. Tahta masalar, sandalyeler, çiçek ve üzüm desenli dekor ile kırmızı buruk şaraplarımızı yudumladık.
-Anlattığınız miti duydum, yani Yaban atlar adasının anakaradan koptuğuna dair olanı…Ancak buna dair hiçbir kanıt yok. Anakarada yanardağ yok, fay hattı yok, tarihinde jeolojik parçalanmalar görmüyoruz, haliyle sizin anlattığınız kopuş teorisi de bir mit olarak kalacak gibi görünüyor.
-Kadim belgelerde büyük bir patlamadan bahsediliyor.
-O belgelerde yer altı cadılarından da bahsediliyor, yani sizce ciddiye alınabilirler mi ?...Ah bu arada madem kadim belgelere merakınız var adaların halklarından bahseden bölümleri de okuyun derim ben…
-Hiç aklıma gelmemişti neden ?
-O belgelere inanırsak sizin adalı olma ihtimaliniz sıfır da ondan.
Kadim Belge sigma dan alıntıdır: Adaların ahalisini tiplerinden tanımak mümkündür, zira hiçbiri birbirine benzer değildir. En büyük adada yaşayanlar ki bu bir aldatmacadır…En büyük ada daha keşfedilmemiş okyanuslarda bulunur, orta boylu, saz benizli, az saçlı ya da saçsız, zayıf ve kuru derili olurlar…En uzak adanın sayıca çok az olan halkı ise uzun boylu, etine dolgun, kıvırcık kumral saçlı ve süt kesiği tenli idiler…Yaban atlar adasındakiler ince upuzun boylu, sarı saçlı ve mavi gözlüdürler…
-Kadim belgelere göre ben adalı olamazdım, aslında adada tanıdığım hiç kimse adalı olamazdı, Yaban atlar adasında bir tane sarışın bulmak mümkün değildi. İnsanların zaman içinde tiplerinin değişmesi çok normaldi aslında ama tuhaf olan diğer adaların tarifleri neredeyse birebir uyuyordu. Buna fazla takılmamaya karar verdim.
-Şimdi genç bayan üzülerek söylemeliyim ki kadim belgeler de sonradan oluşturulmuştur yani fazla eskiye gitmezler.
-Nasıl yani ?
-Şöyle ki belgeler rho ile başlar, peki baştaki sayılara ne oldu ?...
-Alpha ile başlamalıydı.
-Kesinlikle…Belgelerin baş kısımları bir sebeple yok olunca kalan bölük pörçük bilgileri kendi kafalarına göre tamamlayıp rho dan itibaren yazdılar. Ve böylece biri bir konuda araştırma yapsa ve bulamasa cevapları hazırdı: Beta belgesinde ama maalesef yok olmuş.
-Kimler diye sordum merakla ?...
-Kimler olacak çocukcağızım tabii ki yönetim meclisi üyeleri…
-O zaman asla bilemeyeceğim Yaban atlara ne olduğunu!...
Çok yaşlı tarih hocası alnını kırıştırarak adeta yüzünün yol yol olmasına sebep oldu…Piposuna biraz tütün bastırıp derin bir nefes aldı…
-Belgeler içinde her şey hatalı değil, doğru bilgiler de var ama ayıklaması çok zor, öte yandan ben sizin yerinizde olsam Arkeoloji müzesine bir kez daha gider ve etrafıma daha dikkatli bakınırdım bazen taş kağıttan daha iyi konuşur…
Taş yazıtlar bahçesi
Birinci yazıt: ………………….Hayır diye bağırdılar, atların kişnemesi insanların çığlıklarına karıştı…………..
İkinci yazıt: Artık yetkimiz yok dedi ak saçlı…………Ellerini çamurlara……..Patlatacaklar
Üçüncü yazıt: Ve söz öyle büyük……Yarımada bir gemi gibi yüzerken………….El salladılar….
Dördüncü yazıt: İpleri bellerine doladılar……Atlar havada uç……..
Sustum…Yutkundum…Şaşırdım…Bocaladım…Ve ürperdim…Adaların ve atların sırrı az sayıda taş yazıta işlenmiş bölük pörçük kelimelerde gizliyse…
Bana cevapları verecek kişiyi müzenin bahçesinde çiçek ekerken buldum. Yaşlıca ve tombulca bir adam bahçıvan tulumu içinde kalın gözlüklerinin ardından sevecenlikle bakarak tohumları toprağa serpiştiriyordu.
-Ne güzel çiçekler …
-Hepsi benim yavrularım, yenileri de birkaç hafta sonra gelecek…
-Müzenin bahçıvanı olmalısınız ?
-Müdürü olamayacağıma göre…Güldü yaptığı espriye…Peki siz küçük hanım yorgun düşmüş bir ziyaretçi misiniz?...
-Sayılır , aslında bir araştırma için gelmiştim.
-Ne güzel gençler bilimle uğraşsınlar tabii…Ektiği tohumları dikkatlice suladıktan sonra ayağa kalkıp ellerini yıkadı ve yanımda ki banka oturdu.
-Araştırma konunuzu sorsam ayıp olur mu genç bayan ?...
-Çok genç değilim aslında…Konum Yaban atlar adası tarihi ile ilgili.
-Hımmm beyhude uğraş.
-Neden öyle dediniz ?
-O adanın ve içinde yaşayanların bir tarihi yok da ondan…
-Ben adalıyım ve kadim belgelere kadar giden bir tarihimizin olduğunu biliyorum.Sinirlenmiştim…
-Aha kadim belgeler ne kadar kadimse adalılarda o kadar adalı…
-Siz adaya düşman mısınız ?...Ne oldu istediğiniz tohum veya fideleri mi yollamadılar ?
-Adasını seven bir adalı genç bayan…Peki adalı bayan hiç düşündünüz mü adada neden hayvan yok ?...Bir köpeğiniz olsun isterseniz anakaradan veya komşu adalardan gidip almanız gerek değil mi ?...Hiç gölgesinde keyif çattığınız asırlık ağacınız var mı ?...Yok tabii…Adadan bahseden kadim belgelerin biri bile adadan çıkmadı hepsi anakaradan.
Hepsi doğruydu ve ben bunu neden şimdiye kadar düşünmemiştim ki ?...Adadaki tek ilkokulda da tarih dersi verilmezdi.
-Anlayamıyorum…
-Kafanızı karıştırmayım sonuçta kendi halinde bir bahçıvanın bile düşünme ve araştırma yetisi olabilir değil mi ?
-Bahçedeki yazıtlara bakmıştım ama çok eksikler…
-Bahçedekiler öyle ama asıl depodakiler çok bilgi verir nitelikte olsalar da işinize yaramaz, zira gösterilmesi yasaktır.
-Yasak mı ?...Nasıl olur ?...
-Ulunun da ulusu meclisimizin işine gelmezse olur pekala…
-Siz nerden biliyorsunuz ki ?...Depoyada mı çiçek ektiniz ?...
-Ah elimde değnek olsa bazı beyinsizlerin kafalarında da çiçek ekerdim nasılsa içlerinde beyin yerine balçık dolu, bari bir işe yarasın değil mi?...
-Yani o yazıtları gördünüz ?...Ve kimse bir şey demedi ?...
-Olur mu hiç, dediler tabii…Dünyanın en eski devirlerinden beri söylendiğinde insanı yerinden zıplatan o kelimeyi söylediler, Defol.
-Depodan kovdular demek…
-Hayır efendim ne deposu müzeden kovdular.
-Ama hala buradasınız ?...
-Evet meclisin inayetiyle aç açık kalmayım diye bu işe atandım.
-Yani siz ?...
-Bendeniz müzenin eski müdürü ve anakaranın tek eski metinler uzmanı…Saygıyla sizi selamlarım efendim.
Şaşkınlıktan banktan düşecektim, hani derler ya gökte ara yerde bul, benimki de o hesap müzede ararken bahçede bulmuştum.
-Bu harika peki bana bilgi verebilir miydiniz teorileriniz hakkında ?
-Teorilerim olsaydı tabi ki…Ama ancak gerçekler hakkında bilgilerimi sunabilirim naçizane.
-Hangi gerçekler ?
-Yüzlerce yıl sır gibi saklanan adalar ve anakaranın gerçek tarihi ve coğrafyası.
-Tarih tamam da coğrafya neden ?
-Coğrafyanın tarihle koalisyona girdiğini düşünürseniz ortaya ne çıkar ?
-Tarihin coğrafyası…Ya da coğrafyanın tarihi.
-Bingo genç bayan iyisiniz ama düşünmeden konuşuyorsunuz, coğrafyanın doğal gidişine ani bir müdahele yaparsanız ve bu şoka tarihin akışı ters düşerse tarihi yeniden düzenlemek dışında bir çözüm kalır mı ?...
-Anlamaya çalışıyorum ama kafam iyice karıştı.
-Tamam anlatayım o halde…Bakınız jeoloji yani coğrafyanın akıllı kızının dediklerine göre Yaban atlar adası bir zamanlar anakaraya ince bir kıstakla bağlı yarımada oluşturan ve çengel şeklinde bir burun gibi denize uzanan, özerk yönetilen bir toprak parçasıydı. Ülke geçimini başıboş sürüler halinde dolaşan atları evcilleştirip anakara ve adalara satmak suretiyle temin ediyordu. Çok zengin olmasalar da gelişkin bir estetik duygusuyla ülkelerini çok zarif binalarla donatmışlardı. Sanata çok değer verildiği için bir de akademi vardı ülkede ve bir çok sanatçı da yaşamak için bu bölgeyi tercih ediyordu. Aslında binlerce yıl böyle huzurlu sakin ama gelişkin hayatlarına devam edecek potansiyele sahiptiler. Pekiyi ne oldu da bölge önce anakaradan koptu ve sonra sulara gömülüp tarihten siliniverdi ?...
-Ama diye kekeledim şaşkınlıkla…
-Diyeceksiniz değil mi ada hala yerinde duruyor, hatta ben adada doğdum büyüdüm. Doğrudur hanımefendi ama sizin büyüdüğünüz çorak ve verimsiz kaya parçası adanın sadece ayakta kalan bir bölümüydü, asıl medeniyetin olduğu kısım ne yazık ki denizin dibinde şimdi.
-Nasıl olur bu ?
-Neden oldu ? deseniz daha doğru olacak kanımca…Bakın anlatayım eski saklanan arşive göre anakara meclisi kontrol dışı gelişen bu bölgeyi biraz da zapturapt altına almak için bir deney yapılmasına karar verdi. Güvenlik politikası gereği yeni icat edilen silahları denemek için bölgenin tamamen boşaltılması, halkın iç kesimlerde ki kentlere dağıtılarak yerleştirilmesi öngörülüyordu. Bölge halkı buna şiddetle karşı çıkarak anakaraya bağlayan ince kıstağı patlatarak anakaradan ayrıldılar. Adaya dönüşen bölge denizde kayarak ilerlediyse de anakaranın yörüngesinden tam olarak çıkamadı. Meclis üyeleri otoritelerinin sarsıldığını düşünerek alışılmadık bir şiddete başvurdu. Adada ki eski sönmüş volkanları canlandıracak şekilde bombalar gönderdiler. Ada halkı canı gibi sevdiği yaban atlarını volkanlar bölgesinden uzaklaştırmak için iplerle bağlayarak kayalardan sallandırıp kurtarmaya çalıştılar. Hani o sürekli anlatılan yaban atlar efsanesinin asıl budur. Sonuçta volkanlar patladı adanın yaşanan bölümü ve tüm halkı atlarıyla beraber sulara gömüldüler…Geriye ufak bir kaya parçası kaldı.
Anakara meclisi bu büyük felaketi tabii ki örtbas etme yoluna gitti, adadan kalan kaya parçasına yeni insanlar yerleştirdi, mitolojiler, öyküler ve batıl inançlarla tarihsel gerçekleri tamamen sildi.
-O zaman ada halkı ?
-Siz ve aileniz dahil tüm ada halkı aslında dışarıdan getirilip yerleştirilen devlet görevlilerinin çocuklarısınız, belirli bir süre adada kalmanıza izin verilir sonra geldiğiniz yere dönersiniz, bu her zaman böyle olmuştur. Sizin ailenizde adadan göç ettiler değil mi ?
-Evet.
-Nereye peki ?
-En büyük ada dedim üzüntüyle…
-Demek ki aileniz oradan geliyormuş.
-Yani ?
-Yani adada hiç adalı yok.
Adalar
Adalı olmayan adalı bir kadın olarak anlattığım öykünün de sonu böylece geliyor. Gerçekten aradığım ya da beklediğim son olmasa da, yine de söyleyebilirim ki her son, belirsizlikten daha iyidir. Yaban atları bulmak için adalıları araştırırken, adalıların sahte yaban atlarının ise gerçek olduğunu keşfetmiş olmam çok da şaşırtıcı değil aslında…Çıktığımız hangi yolda sonuna dek dümdüz gidebildik, ya da hangi kararda hayat boyu durabildik ?...Bir tek diken bile yolu değiştirmeye yeterli bir sebep değil midir ?...
Yaban atlar adasına son bir yolculuk yaptıktan sonra evime ve işime döndüm. Anakarada ve adalar denizinde sayısız konferansa katılıp gerçek olmayan tarihin sözcülüğünü yaptım. Gerçekleri açıklayacak cesaretim yoktu, olsa da bana kim inanırdı ki ?...Uçuk bir akademisyenin fantastik zırvaları der geçerlerdi. Birkaç yıl sonra terasımda kahvemi yudumlarken aniden öyle bir sarsıldım ki fincanım yere düşüp bin parça olurken, kahvemde olduğu gibi beyaz pantolonuma dökülüverdi.
-Aman tanrım diye haykırmak istedim, belki de haykırdım…Nasıl olurda bunu fark edemem diye elimle masaya vurdum.
Dedem daha ufacık bir çocukken bana adanın kuzeyinden geldiklerini, tüm soylarının büyük tufanda yok olduğunu, çok az kişi kaldıklarını anlatırdı. Anakaradaki yaşlı uzman adanın kuzey kesiminin tamamen yok olduğunu söylemişti. Ve dedem hayatı boyunca adadan hiç ayrılmayan ve orada ölen tek kişiydi.
-Adalar büyük sırların küçük alanlarda saklandığı büyülü yerlerdir çocuğum…Ya çok sever adalı olursun, ya nefret eder kaçarsın…
-Ben adamızı çok seviyorum dede, hiçbir zaman kaçmayacağım.
O yılın sonunda eşyalarımı topladım ve adama dönmeye karar verdim ama bu asla gerçekleşmedi. Yaban atlar adasından geriye kalan son kara parçası da şiddetli bir denizaltı depremiyle yok oldu gitti…Bizden binlerce yıl sonra insanlar böyle bir adanın varlığını bile unuttular, hatta birçok araştırmacı eski yazılara bakıp türlü türlü hipotez geliştirip, efsaneler uydurdular. Yok olan gizemli ada ve orada yaşayan uzaylılar, günahlarıyla gömülen bir nesil, vesaire vesaire…
Siz de bir efsaneye dönüşmeden önce hayatın tadını çıkarmaya bakın derim ben…Zaman ve toprak her şeyi örttüğünde geriye sadece hayaletlerden bahseden bölük pörçük yazıtlar kalacak ve şansınız varsa bir satırcığında bir orman cini olarak adınız geçebilir.
YORUMLAR
Dünya coğrafyası cehennem zorluğuyla ve cennet kolaylığı ile iç içe geçmiş durumda. Yaşamımızda öğle. Yaşadıklarımıza dair yazılarımızda böyle içeriklerledir. Bazen kolay başlama zor gelişme ve normal sonuçla biterken. Bazen de zor giriş kolay gelişme belirsiz sonuçta olabiliyor. Araştırmalar ise daha zor olduğunu bu hikayeyle bir kere daha tecrübe etmiş oldum. Denizde ada karada göller ama atlar zamanda birer adadırlar. Modern insanlık atlarla başladı diyebiliriz. Atlarla insanların iletişimi tarihi başlatarak bir serüvenlerine çıkmışlardır. Adalar ve Atlar, adamlar ve atlar gibi çağrıştırıyor. Adamların atlarla bir hayali serüvenlere de çıkabilmesi mümkündür. Ada insanın ada da kalmışlığını simgeleyen atların varlığına gerçek gibi inanmak ve düş yolculuğuna çıkma hikayeleri özellikle çocuklara anlatılır. Çocuklar nede olsa masallarla büyür. Tutkulu inançları masalsı hikayenin gerçeğinin yaşanmışlığını da bulmuş olabilirler. Okudukça hikayeyi düş kurup kurgulara yol alıyor.
Atlar adasının sırrını merakla okudum . Sayarak kıyaslayarak hesabıma göre 30 -40 sayfalık bir kitapçık oylumunda olmalı.Yazarın da seçicinin de emeklerine saygıyla
Çocukluğumda meraklıydım. Annen ' masalcı anası, ablam masallar perisi' sanki.
iyi bir alıcı -yeni icat alıcılar gibi- olan beynim ve saklayıcı çocukluk belleğimde kalanlardan 8-10 kadarını kaleme almış bir sır gibi saklıyorum. benim sır adam yani. günün birinde birileri sır kapısını açar da mahkumlarımı gün ışığına çıkarır mı ola diye düşünüyorum hala . Dedik ya bir masallar çocuğuyum olmalıyım hala.
Bu cümleden olarak yazının konusu olan ' atlar adası'nın sırrı da günün birinde mutlaka çözüleceği 'kül tepe' ve daha nicesinin kazılarının devam etmekte olduğu gibi.
-sonu vereye mi varacak! sabaha varacak inşallah!
sabahımın ilk selamı ve Allah'ın nazarı üzerinize olması dileği ile..