İNEĞİME ÇARPTIN PARASINI ÖDE.
İNEĞİME ÇARPTIN İNEĞİM ÖLDÜ İNEĞİMİN PARASINI ÖDE.
Cüneyt Özdemir’e bir Karadenizli bir Karadeniz fıkrası anlatır, fıkra K, K, Oğluna gönderme yapıyor gibi dursa da bence; Cüneyt Özdemir, Karadenizlinin bu fıkrayı anlatma sebebini gizliyor. Cüneyt Özdemir, Bu Karadenizli önemli bir iş adamı ve ben onun kimliğini söylemeyeceğim, çünkü herkesin tanıdığı bir kişidir, diyor Karadenizli iş adamı için ve de fıkrayı anlatmaya başlıyor. Bu fıkra çok tanıdık ve hemen her Karadenizlinin bildiği bir fıkra olmasına rağmen eminim ki hiç bu kadar yerli yerinde kullanılmadığı için gündem olamadı ve de bunca olumsuz gündem içerisinde kendine yer bulamadı, neyse Fıkra şöyle başlıyor. Karadenizlilerin inekleri çok değerlidir ve her şeyden kıymetli tutulan bu ineklerden birine yoldan geçen bir araba çarpar ve inek yere düşer.
İneğe çarpan arabanın Şoförü, ‘aman Allahlım ben ne yaptım inek öldü galiba ben şimdi ne yapacağım, demeye kalmadı inek kalkıp yürümeye başlayınca şoför. Kurtuldum galiba inek kalkıp yürüdüğüne göre ölmedi, der kendi kendine. Tam bu sırada arabanın camını birisi tıklar,
Hey hemşerim ineğime çarptın ineğim öldü ineğimin parasını öde, der şoföre. Şoför, Neden ineğinin parasını ödeyeyim inek ölmedi ki bak kalktı yürüyor, deyince de Adam, o inek sen ona çarptığın an öldü bakma kalkıp yürüdüğüne, o öldüğünün farkında değil, der.
Aslında fıkra doğru ama yanlış yerde kullanılıyor, ineğe 20 yıl önce çarptı araba ve o gün bu gündür inek ölü aslında da farkında değil.
Belki başka bir hikâye ile tamamlayabilirim yukarıdaki hikâyeyi. Ne alaka, desensizde, çok alakalı ve her şey birbiriyle ilintili olduğu için birbirine bağladım bu yaşanan ayrı gibi duran bu iki hikâyeyi. Hem ne olacak ki, yemek programlarında görmüyor muyuz o kadar karışık, onca pahalı ürünleri bir tabak için yok ediyorlar ve ortaya çıkan bir avuç içi kadar yemeğin ne tadı vardır ne de lezzeti. Ama Aşçı’lar, bu avuç içi kadar olan yemekleri puanlıyor ve de ödüllendiriliyor tabağın sahibi. Acayip bir dünyada yaşıyoruz arkadaş var ya, babamın söylediği o söz aklımdan çıkmıyor. Babam, bir yenilik duyduğunda, ya da hayatı kolaylaştıran yeni bir şey gördüğünde’ ’Bu dünyaya çok erkenden geldik kim bilir bizden sonra daha neler olacak neler ama bizler görmeyeceğiz’’ derdi, şu an bile o ses kulağımda. Babam konuşurken geçmişte yaşadığı sıkıntıları anlatırken yüzünde acı bir tebessüm kahkahasın da ise ağıt vardı sanki ve de geçmiş günlerine ağıt yakar gibi gülerdi babam.
Çok uzattım farkındayım ama ne yapayım babam deyince kaldıramayacağım kadar özlem ve de hüzünlerle doluyorum.
Anlatacağım ikinci hikâye de bu kılıç çiçeği var ya, işte o çiçeği ben bir türlü yetiştiremiyordum. Birgün caddede gezerken baktım dükkân sahiplerinden biri kapısının önündeki çiçekleri buduyor ve o budadığı çiçekler arasında kılıç denen o çiçekte vardı. Dükkân sahibinden izin alarak budayıp attığı dallardan bir dal alıp eve geldim ve boş duran saksıya ektim. Uzun bir süre kıpırdama yapmayan Çiçek’in köküne yakın bir yerde küçük, çok küçük bir yeşillik oluşunca, saksıya eğildim ve uzun zamandır bir gıdım dahi kıpırdamayan o bir dal yaprağa dedim ki, bak yanında bir yeşillik oluştu hanginiz büyürse o kalacak bu saksı da haberin olsun. İster inanç deyin adına ister başka şey deyin. O iki çiçek öyle hızlı büyüdüler ki, her ikisi de saksıya sığmadı ve başka saksı almak zorunda kaldım, ha bu arada saksıda beliren o minnacık yeşillikte limonmuş meğer. O bir dal diye ektiğim devamında dallanıp budansa da o minnacık çiçeğe yetişemeyince ben de mecburen ikisini ayırıp başka saksılara koymak istedim hem saksıyı değiştirmek hem de ikisini ayırmaktı niyetim. Gelin görün ki bunları birbirinden ayırmak hiçte kolay değildi ayıramadım zaten. Dedim ki siz birlikte büyüyüp geliştiniz, ben sizi ayırmaya kalkışırsam mutlaka ikinizden birine zarar vereceğim, en iyisi siz kendi kendinize bu işi halledin. Çiçek mutfakta ve tezgahımın üzerinde durduğu için mutfaktan çıkıncaya kadar birlikte konuşup dertleşiyorduk bunda da bir sakınca görmüyordum daha sonraları tebessüm ettiğim oldu tabiki de:). Neyse, bir süre sonra ikisi de büyümez yaprak açmaz oldular, önce limon kurudu, kılıç bir süre daha dirense de kılıçta olmadı o da kurudu gitti bana da kuruyan kökleri saksıdan koparıp atmak kaldı. Bazen olmuyor ve olayları kendi akışına bırakmalı ki sıkıntılar daha kökten çözülüyor
Yani, aklınıza ne geliyorsa odur:)
Gündüz Yavuz. 07,07,2023.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.