Kusursuz Aşk - Bölüm 5 6 7 8
Bölüm 5
Eş zamanlı bir boyutta, Bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesinin garip bir misafiri demir parmaklıklı pencereden bahçeyi seyretmekteydi. 1,68 boylarında, zayıf bedenli, uzun saç ve sakallı, hafif uzunca yüzlü, siyah saç ve gözleri olan bu garip misafirin müdüriyetteki pasaportunda Mehmet Erdoğan ismi yazmaktaydı.
Mehmet, maceralı İtalya serüveninden yine maceralı bir yolculukla Türkiye ye gelmişti. Ancak aklı ve fikri İtalya’ya takılıp kalmıştı. Yerinde duramıyor ve ilk fırsatta İtalya ya gidebilmek için planlar yapıyordu. Sophia… 6 yıllık kız arkadaşı Sohpiha İtalya da Roma yakınlarında ki bir hapishanede hükümlü bulunmaktaydı. Az kalsın kendisi de aynı kaderi paylaşacaktı Sophia ile. Ancak Sophia, Mehmet için kendisini feda ederek son anda polislere yakalanmadan kaçabilmesine yardımcı olmuştu. İtalyan vatandaşı olarak savunmasını daha kolay yapabileceğini ve birkaç aylık bir cezayla bu durumdan sıyrılabileceğini düşünüyordu. Ancak bilgilerine eriştikleri şirketin avukatları çetin ceviz çıkmış ve Sophia bilgisayar korsanlığından 3 sene hapis ile cezalandırılmıştı. Mehmet için tam bir yıkım oldu bu karar. Şirket yetkilileriyle internet üzerinden yaptığı iyi niyet pazarlıkları da bir sonuç vermiyordu. Hatta kendisi de arananlar listesinde yerini almış, artık İtalya da sokağa çıkamaz duruma gelmişti.
Sophia’nın tutuklanmasından bir ay kadar sonra gecenin bir yarısı hemşehrisi ve arkadaşı Yavuz’un vasıtasıyla Türkiye ye hareket eden kuru yük gemisi Taurus ile İtalya’dan çıkmayı başarmıştı. Üç günlük gemi yolculuğu esnasında yıpranan sinirleri hareketlerinde dengesizliğe yol açmış, asabileşen ruh hali Istanbul da kendisini polislere teslim eden kaptan ile son bulmuştu.
Polislerin olağan sorgusu sırasında sergilediği tavırlar neticesinde kendisinin Bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde huzur bulabileceği düşünülmüştü. Ve işte buradaydı. Sonuca kendisi de inanamıyordu. Böylesi zeki bir insan nasıl olurda bu hallere düşebilirdi. Demek ki duygular akla ve bilince galip gelebiliyormuş diye iç geçirdi. Ancak şimdi deliler koğuşundan çıkmak ve bir an önce sevgilisini kurtarmak için bir şeyler yapmak zamanıydı.
Pencereden dışarıyı seyrederken eski güveni geriye gelmiş, kafasında planlar uçuşmaya başlamıştı bile…
Bölüm 6
Köyde hayat her zaman ki gibi sakin, her zaman ki gibi hüzünlüydü Elâ için. Almanya da yaşamış, hayatında bir kez bile göremediği teyzesinin hediye ettiği telsiz telefonunun radyo kanalından romantik şarkılar kuşağı programını dinlemekteydi. Ve hayaller tabii ki… hayaller kurmaktaydı. Mesela hayatında bir kez bile görmediği bu iyilik meleği teyzesini görebilmiş olmayı düşünüyordu. Bir kez bile olsa görmek, kulaklarında sesinin tınısını hissetmek, kokusunu duyumsamak, elini tutup yüreğini teyzesine açabilmek… ancak teyzesi 3 sene önce kanser tedavisi görmekte olduğu hastanede vefat etmişti. Annesinin de aynı kaderi paylaşmaması için canını bile vermeye hazırdı. Ancak elinden hiçbir şey gelmiyordu işte... Ya da kendisi öyle zannediyordu. Çünkü kader ağlarını örüyor, yolların kesiştiği yerde O’na türlü bulmacalar hazırlıyordu.
Bu duygular içerisinde melodiler Elâ’yı alıp başka başka diyarlarda gezintiye çıkarırken, ansızın kendisini gerçek dünya ya çağıran ses ile yerinden fırlayarak annesinin yanına koşmuştu.
- Anneciğim, iyi misin? Ne yapmamı istersin senin için..? Güzel bir çorba yapayım mı sana?
- Canım kızım, hayatımın ışığı… iyi ki varsın… her şeye rağmen, iyi ki varsın… canım benim…
- Annem… boynuna sarılarak hafifçe bir öpücük kondurmuştu yanağına…
- Bir bardak su, canım kızım…
- Hemen anneciğim…
Su testisinden bir bardak ılık su anneye sunulmuştu. Annesi suyu içerken Elâ da şefkatle annesini izlemekteydi.
Bölüm 7
- Suuuu…
Sesin yetersizce boğazdan çıkmasına rağmen hemşire Seçil hastanın serumunu değiştirmek için yanında bulunduğundan bu isteği duyabilmişti. Yatağın yanındaki çekmeceli sehpanın üzerinde hazır olan sürahiden bir bardak su doldurmuş ve hastaya yavaşça içirmişti. Çok fazla su içmemesi gerekiyordu hastanın. Bulunduğu durumdan dolayı vücut direnci zayıflamış, sindirim sisteminde ki bazı rahatsızlıklardan dolayı kana mikrop bulaşmıştı. 10 gün boyunca su içmesi ve yemek yemesi yasaklıydı. Sadece günde bir ya da iki bardak su için izin verilmişti. Bugün için ilk bardak suyuydu Veysel in. Suyunu içince bitkin bir halde başını yastığa bırakmış, gözleri yarı açık yarı kapalı tavanı seyretmekteydi. Çoktan akşam olmuştu. İlk defa zaman kavramı şekillenmeye başlamıştı beyninde… akşam olmalı diye düşündü. Hemşirenin kokusu muydu kendisini uyaran… bu koku diye düşündü… Müge’nin kokusu mu… Müge burada mı..? doğrulmak istedi… yapamadı…
- Zorlamayın kendinizi…Hemşire Seçil yumuşak bir hamleyle yatağına doğru yatırmıştı Veysel’i.
Ve bu şekilde tam 10 gün gecesi ve gündüzüyle zamanın çarklarında öğütülmüştü. Hastanın fiziksel tükenişi durdurulmuş ve yeniden güç kazanabilmesi için gerekli koşullara getirilmişti vücudu.
Polis amiri Salih Alkan da aynı hastanedeydi o gün. Biricik kızları Gülşen hafif ateşlenince aileyi bir telaş almış ve eşi, kayınvalidesi hep birlikte apar topar hastaneye koşuşmuşlardı. Doktor Merih Güngör yaramazlık yapan çocuklara özgü bir gülümsemeyle komiserin yanına gelmiş ve sadece basit bir soğuk algınlığı, merak edilecek bir durum yok demişti Salih komisere. Eski dostlardı doktor ve komiser. Samimiyetleri de buradan kaynaklanmaktaydı. Komiser rahatlamıştı. Nedense bir an geçen hafta hastaneye yatırılan kimliği meçhul adam geldi aklına. Gelmişken şuna da bir bakayım diye geçirdi içinden. Eşi Selvi ye, canım Gülşen’i alıp beni arabada bekleyin annemle, hemen geliyorum deyip, danışma masasına doğru ilerledi.
Hemşire Seçil ile danışma masasında karşılaştılar.
- Merhaba Seçil hemşire, geçen hafta gelen şu meçhul hastamız nasıl? diye sordu.
- Biraz daha iyi dedi Seçil hemşire. Toparlayacak sanırım.
- Hangi oda da kalıyor acaba? Bir görsem diyorum…
- Tabii. Buyrun, 16 numaralı oda, 2. Katta.
Hemşire Seçil komiseri uğurladıktan sonra danışma masasında arkadaşı Elif ile, geçen gece tanıştığı genci çekiştirmeye devam ediyordu.
Komiser Salih odaya girdiğinde Veysel pencereden taşan sokak lambalarının ışıklarına odaklanmış dışarıyı seyrediyordu.
- Merhaba delikanlı!
Veysel’in doğal şartlarda bu sesi duyunca irkilip yataktan birkaç santim yukarıya hoplaması gerekiyordu. Ancak öyle bir şey olmadı. Komiser Salih durumu garipsedi önce, ancak sonra biraz daha samimi bir şekilde hasta ile iletişime geçmeyi denedi.
- Sana olanları hatırlıyor musun delikanlı?
Veysel, ışık dedi. Ne güzel parlıyor değil mi? Konuşurken komiserin yüzüne bakmamıştı. Gözleri belli bir noktaya sabitlenmiş, sesi ise gayet derinden geliyor gibiydi. Komiser Salih durumun biraz değişik olduğunu düşünerek farklı bir sohbet ile iletişim kurmaya karar verdi.
- Evet, delikanlı. Işığın güzelliğini fark etmene sevindim. Hayat her şeye rağmen yaşamaya değer değil mi? diye sözüne devam etti. Karşısında ki kişinin duygularına erişmek ve güvenini kazanmak için yaptığı bu hamlesi havada asılı bekliyordu. Aslında bu duruma kendisi de bir an için şaşırmıştı. Bu tür durumlarda komiser Salih doğrudan konuya girer ve karşısındaki kişiyi sanık sandalyesinde sorgular gibi hırpalardı. Belki de Veysel in görüntüsü kendisinde bir acıma veya yardımcı olma hissi uyandırmıştı kendisinde. Fakat pek sabırlıda sayılmazdı.
Veysel yatağından yavaşça doğruldu ve pencereye, ışığa doğru yürümeye başladı. Komiser olacakları merakla izlemekteydi bu sırada. Her ne kadar karşısındaki kişiye acımış olsa da merakı üstün gelmiş, durumu seyrediyordu. Ancak bu gösteri pek de uzun sürmedi. Komiser Salih ani bir refleks ile ileriye doğru atılmış, uzun bir Duuuur! haykırışının son perdesinde Veysel’i elbisesinden yakalayarak son anda açık pencerenin dışarıya bakan kenarından güç bela içeriye atabilmişti.
- Ne yaptığını sanıyorsun? Deli misin Sen? Deliiiiii ! diye hayıflanarak bağırıyordu.
Bu bağrışmaya doğru koşanlar arasında Seçil hemşirede vardı. Hemen yerde yatan Veysel’e ilk müdahaleyi yaparak, komiser Salih e sordu. – Neler oldu komiserim!? Ne bu hal böyle!?
Bir an için burnundan soluyan kızgın boğalar gibi olduğu yerde dönen komiser Salih, kısa sürede sakinleşmişti.
- Seçil Hanım, sanırım hastanızı Bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesin de ağırlamamız daha güvenli olacak. Az önce intihara teşebbüs etti bu deli.
- Aman Tanrım diye iç geçirdi Seçil hemşire yerde hareketsizce yatan Veysel’in baş ucunda.
Duruma tanık olan doktor Haldun Ekinci konuşmaya müdahil olarak hemşire Seçil’e konuya ilişkin talimatları vermeye başlamıştı bile.
- Müşahede odasına alınız, sabah erkenden sevk için gerekli işlemleri başlatalım lütfen…
Odaya gelen ekip Veysel’i yattığı yerden sedyeye aktararak müşahede odasına götürmek için hazırlıyorlardı.
Bir yandan da mırıldanıyorlardı. – hadi bakalım koca oğlan, hadi bakalım…
Bölüm 8
- Hadi koçum, hadi aslanım benim!
Elâ’nın köyünde yaklaşık bir dönüm yeşillik düz bir alan ve üzerinde köyün genç erkeklerinin neredeyse hepsi. Birlikte çember olmuş, ortalarında güreşen iki delikanlı. Tezahüratlar karşılıklı.
- Hadi koçum, hadi aslanım...!
İlkbahar başlangıcı ve havaların sıcak olduğu bir dönemdi. Yapacak pek fazla bir sosyal etkinlik olmazdı buralarda. Doğal olarak da gençler birbirleriyle dalaşıp dururlardı. Köyün ürkek gençleri ise olabildiğince bu taşkın kalabalıktan uzakta çoğu zaman evlerinde vakit harcarlardı.
Bu etkinlikler bir nevi hükmetme iç güdüsüyle şekillenir, güç gösterisinden galip çıkan kişi kalabalıklara lider olurdu.
Saffet Altınok… köydeki bu tür karşılaşmaların 2 yıldır tartışmasız galibiydi. 24 yaşında, 1,78 boyunda, esmer tenli, düz kısa siyah saçlı, geniş omuzlu, kahverengi gözleri olan Saffet’in ismi, köyün zenginleri arasında anılırdı. Askerliğini de komando olarak yapmış olması kendisine ayrı bir hava katıyordu köyde.
Öğleden sonra saat iki civarıydı. Müsabaka yeni bitmiş, Saffet rakibi Celal’i tuşla mağlup etmeyi başarmıştı. En sevdiği andı bu Saffet’in… kendini yüz binlerce kişilik orduların savaştığı meydan muharebesinde rakibinin kellesini elinde tutan kumandan gibi hissederdi bazen. Gençlerin hep bir ağızdan kendisini öven tezahüratlarıyla da bu duygusunu bir dakikalığına bile olsa yaşamak…
- Hepinize benden birer gazoz, diye bağırdı.
Kalabalık genç topluluğu karışık bir biçimde köy meydanına doğru koşarken arkadan Saffet ve yakın arkadaşları yavaş adımlar ile yürüyerek meydana doğru geliyorlardı. Kısa bir süre içerisinde köy meydanındaki kahvenin bahçesi dolup taşmış, ancak Saffet için bir sandalye ayırmayı da unutmamışlardı. Güreşin galibi, yavaş hareketler ile sandalyesine oturmak üzere hamlesini yaparken bir anda yarı oturmuş vaziyette olduğu yerde çakılı kalmıştı. Gözleri yerde bir nesneye bakar gibi duruyordu, ancak aslında o nu bu şekilde durduran güç Elâ’nın uzaktaki görüntüsüydü. Elâ, o nadir köy meydanı ziyaretlerinden birindeydi. Annesine bakkaldan soğuk birkaç içecek almak için gelmişti. Evlerinde buz dolabı bulunmadığından bu yaz sıcaklarında buz gibi bir içecek annesi için güzel olurdu.
Avını gören bir Kaplan gibi yarım kalan oturuşunu düzelterek ayağa doğrulan Saffet yavaş adımlar ile hedefe doğru hareketlendiğinde, kalabalık gençlik durumun manasını çoktan çözmüştü. İnternetten bile hızlı yayılan dedikodu çarkı işlemeye başlamış, yorumlar havada uçuşuyordu. Elâ düşünceli haliyle durumdan habersiz bakkala doğru hızlı adımlar ile yürümeye devam ediyordu.
Saffet, tasarladığına göre tam bakkalın girişinde Elâ ile karşılaşacak ve kendinden emin, rahat hareketleriyle kızı etkileyecekti. Aslında gerekirse zorla, korkutarak kendine bağlamaya çalışacaktı. Gözlerinden bu tür bir fikir okunuyordu sanki. Zaten ne zamandır böyle bir fırsatı da kolluyordu. Kelimelerinin arasında reddedilmek gibi bir söz yoktu. Daima istediğini elde etmeye alışkın bir aile kültüründen geliyordu.
Hedefiyle arasındaki mesafeyi 10 metreye düşüren Kaplan bir anda olduğu yerde çakılıverdi. Nasıl olmuşsa olmuş, tasarladığı av yerine şimdi karşısında kocaman pençeli bir aslan duruyordu. Muhtar Vural, kocaman cüssesiyle Elâ ile Saffet arasında tam bir güneş tutulması gibi olmuştu. Şaşırmıştı ve kızgındı Saffet.
- O kızdan uzak dur… diye hafif ancak kendinden emin bir tavırla konuştu Muhtar Vural. Elâ durumu fark ederek alış verişi düşünmeden hemen eve doğru koşar adımlar ile uzaklaşmıştı olay yerinden.
Saffet ise soğukkanlı bir bakışla hiçbir şey söylemeden kahvehanenin bahçesine dönmüş, sandalyeden yapılmış tahtına oturarak bu karşılaşmanın rövanşını almanın kiniyle bileniyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.