- 355 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
TEMMUZ SICAĞINDA ERİMELİYDİ BUZULLAR...
Hangi duygunun istilası idi b/ölünen sözcüklere eşlik eden karın mıydı varlığı içini üşüten sözcükler bazen yorgan misali örtüyor muydu ruhunu?
Ve depreşen gün miadı dolan.
Ve isyanda zalim aşkın uleması mazlum kıtlıktan çıkmışçasına acıları bir bir içine çeken.
Sevdalı methiyeler yazıldı ansızın.
Renkler soldu s/üzgün bir rüyada kendine rast geldi insan.
Sona ramak kala büyüdü ve büyüdü çocuklar üstelik çocuk yaşta öğrendiler hayatın acımasızlığını.
Bir gül idi şeceresi toprak.
Bir gül idi serdiği yaprakları topak topak.
İnhisarında yalnızlığın esen rüzgâra muhtaç iken tohumlar ve uçuşan polenlerinde saklı sırlar…
Nüfuz edense hazandı oysaki Temmuz sıcağında erimeliydi buzullar…
Ne mümkün?
İstilasında karanlığın geniş mezhepli ruhlardan elini çekti Tanrı ve günü böldü geceye gece ise pürü pak varlığında yalnızlığın şerh düştü evrene.
Kayıtsızlığında mevsimin azat edilesi.
Kalburüstü yetilerinde bilinmezin yüreğin çöreklendiği.
Bildiklerim bir bir b/öldüm ve ölgün güne devasa bir bulut hediye etti Tanrı.
Rengin özüydü beyaz ve aşkın da ihbarı.
Üstü örtülü cehalet ve cihanda yaşayan milyarlarca bedevi.
Bir rakım belki de üstüne konulası en çok da yüreğin nemalandığı günbegün büyüyen bir hüzün seli.
Elini her uzattığında insan ederi olmasa da hayatın bir hayalle ve umutla izdivacı sessizliğin ve hüküm süren yalnızlığın endamlı ayak sesi.
Güneş tehir etti gülücüklerini.
Sözcükler ufka hasret
Şiirler hayal mahsulü yine de gerçeklere d/okunmanın diğer adı nasıl ki yaralı yürekler şiirlerde buluşmakta.
Gün devinen.
Geceye kıyasla durağan mı nedir bu gün?
Geceler şükre delalet ve ötüşen ibibikler.
Bir karambol.
Bir girdap hatta.
Delik ceplerinde isyanın dibe vurmuşken hayatın uçuşan perdesi ve melun mahzun göç etmekte ruhlar.
Tanrının kudreti her şeye yeter madem ve işte matemin durağı mentollü şeker tadında acılar.
Dalgalar denizin selası.
Deniz ruhların çözeltisi.
Sevgi nemli sevgi yorgun sevmekse adeta ölümle eş değer hele ki karşılık bulmadıysa insan.
Namert bir kurşun az evvel ıskaladı ruhumu ve sökün etti gün ışığı hali hazırda tortu çöreklenmişken dibe ve işte yaftaların da sonlanmadığı ve işte hezeyan göçen zamana duacı ve taziyelerini sunan.
Rugan varlığı verilen hükmün ayaklarını sıkarken şairin şimdilerde yalın ayak koşmakta sözcükler ve şair bir mahlasın peşinde şair uçuşan nidalardan bir mabet inşa etti yaralı kalbine.
Özümsenen zaman.
Mekânı önemsemeyen sonsuzlukla iştigal.
Hercai duygular bazen bir mısra bazen bir roman ve keli görünmüşken şairin aslında biliyor da şair; sevginin fedaisi olduğunu.
Yüzü suyuna hürmeten ve işte özlemi kaşıklıyor nidalar.
Ölümüne sevdalı sevgiye ve aşkın meşalesinde tüten duman misali tortulu dibinde yaşamın kimse nifak sokan coşkusuna ve umuduna ve işte seyreldi zaman ve işte duraksamadan şair beklemeye aldı artık özlemlerini ve sözcüklerin haznesinde saklı o ulaşılmaz hazinenin peşinde elbet vakti gelene değin mutluluğun ve aydınlığın asla da göz ardı etmeden yalnızlığın sunarken altın tepside…
YORUMLAR
Renklerin halis munis idi tanısı ve yalnızlığın tek tanrısı…
Aşka hicret biçen ölümsüz düşler ve mağduriyetin tınısı…
Bir öykümüz yoktu binlercesine haiz ve öldürdüğümüz kadar sonsuzluğa denk düşen zifiri karanlığın ihtimamla üstünü örttüğü yalan ve ziyan ve zulüm.
Mevsim geçiştiriyordu içindeki nemi de mademki zikrediyordu nasıl ki fikrine eşlik eden nemli gözleri bulutların ve zararda ziyan insan ve kelam, yaralı bedenler ölmeden giydikleri kefenle avunuyordu yaşadıkları kabir azabına çoktan nail olmuşlardı üstelik girmeden kabrine her biri kabul görmek adına saklı tuttukları sözüm ona masumiyetleri oysaki Araf idi artık yaşamın defteri kebri…
Bir sure.
Bir suret.
Bir hadis.
Hadiselere yol açan pürüzler ve işte gömülü kentler sömürülmüş vicdanlar…
Tutuşan eteklerinde zalimin kafir addedilen her ölü cümlenin yeniden doğacağının da müjdesini verirken hayat.
Kimse ama hiç kimse nasıl ki kazık kakmayacaktı bu cihana arz ettiği kadar varlığını talep bulmasa bile önemliydi işte her bir insan.
Kutsalın çağrısı.
Kul olmanın nazı niyazı.
Kölesi olmuşken nefsin…
Nefesini boş yere harcayan ölü neslin…
Bir gün doğumu ve güneş batımı.
Mevsim şaşkın Tanrı pişman yarattığına bunca insanı ve iman gücünde saklı iken her huzurlu vicdan ve işte yan batsa da gemi, kaptan sadıktı görevine ve kulvarında tekti kaptan köşkünde değil geminin kıçında ya da bir miço gibi su alan gemiyi boşaltırken elleriyle küreği aslında imandı kaptanın kürediği bir limana yol alırken boşluğa düştüğü kadar da hedefinden vazgeçmemişken…
Müspet ya da menfi…
Şaşkın doğa şaşkın beşer.
Meali ölüm mizacı yitim olsa bile hep yarınlardan medet ummaz mı insan?
Sözcükler bir dalgaya yol açan ve azgın okyanusun saltanatını süren fısıltılar saklı iken yorgun kollarında yalnızlığın tek hükmedene tapan her inançlı insan illa ki bulacaktı sabrının karşılığını…
Ümmeti yaratılmışlığın.
Umarsızlığında yaşamın.
Uykuda geçen zaman ve gözlerde saklı hüsran bir de mil çekmişken gözlerine şeytan, gördüğü her karabasandı zihnini meşgul eden ve masum bedenler mazlum yürekler kör topal eşlik ederken cihana kimse acıya zimmetli varsa yoksa kültür farkıydı dünün yiten kelamın nezdinde külyutmaz yetileri ile taşkınlık yapan hangi ihtiraslı beden ise şerh düşen kötülüğe…
Uyruğu yoktu işte hüznün.
Karabatak gibi bir batan bir çıkan.
Yerdeki çamur gibi basmasan dahi üstüne sıçrayan.
İnzivada geçmiş bir ömrün de çetelesini tutarken insan…
Döngü kırılmadan.
Zincirler eklenmeden olmuyordu işte yine de özgürlüktü ç/ağrısı insanların medet umdukları kadar birbirlerinden batağa saplanmış halde biten tükenen zamanın alarmı ne zaman çalacaktı sahi?
Güne konuşlu.
Geceye tutsak.
İçine düşülesi o tuzak…
Yaşamakla ölmek arasındaki o ince çizgi ve de…
Donuk suretler inançlı sureler ve iman gücüne sıkı sıkı sarılı insanlar az da olsa seçkin bir yalnızlığın mensubu iken her biri ve Yaratan nasıl ki kodluyor ve kolluyordu yarattığı evreni…
Kıyıya vuran ölü bir bebek.
Azgın dalgalarda telef olan nice insan göçmen addedilen yersiz yurtsuz kimsesiz aradığı çıkış noktasında kaderi ile yüzleşen.
Muhtevası hayat denen kebirin kimine göre yaşarken hissedilen kabir azabının tetiği de çekilmemiş iken henüz elbet umuduna Rabbine sadık her canlı her insan bekliyordu son sözün söylenmesini oysaki çoktan yazılmış ve onaydan da geçmişti ferman…
Bir düş takvimidir her gün işaretlediğim ve de mademki her şerde bir hayır var…
Yoksa ağzımdan çıkmayan her hayır kelimesinde mi saklıdır hayır?
Bir de bir de hayra yorduğum rüyalarım.
Söz yemin nasıl ki temkinliyim artık yaşarken ne de olsa babamdan tembihliyim ve tek lüksüm sözcüklerin teşrifi.
Adeta yeri göğü teftiş ediyorum gün gece fark etmiyor ne de olsa ruhumdur radarı evrenin: riyasız ve yalansız ve dolansız her ne kadar yaşarken kar etmese de.
Günü uyuttum geceyi erteledim ve işte yine takılı kaldım kancanın ucuna.
Melun bir sessizlik içimi dağlayan.
Mundar bir gürültü yalnızlığıma atıp tutan.
Köküm kurudu işte ve bağlandığım kim varsa nasıl da azat ettiler beni.
Bir renk kasvetli.
Bir riya sehven öldüğüm.
Göğün mıntıkası semanın neferi günü birlik sevgilerin ihlal ettiği.
Kürediğim kadar kanal tedavisi yapıyorum damarlarıma hücum eden kanı bağışlıyorum yaralı yamalı kimsesizliğime.
Bir gün değil bu yaşadığım gece hiç değil: gözüm kapalı yaşadığımsa tek doğru hem de bir ömür.
Sıfatın hası ve hazzı zalimin:
Bir renkten diğerine koştuğum bir rivayetten hayatı resimlediğim ve rivayetleri gerçek kıldığım belli ki bir şehir efsanesi şehrin surlarına serdiğim sırlar ve arsız bir melankoli kimse cürüm eden o cahil cesareti ile her şeyi her zulmü hak gören.
Bağışlanası bir günahım var oysa benim hali hazırda günah işlediğim:
Çengel bulmaca adeta hayatın iniş çıkışları ve içinde dönendiğim labirent.
Vuku bulacak umudu beklerken köşe başında.
Bekletildiğim ise su götürmez bir gerçek.
Tahayyülü varsın olsun imkânsız yeni hayatımın beni usulca çağırdığı…