- 312 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
AKIL NEDİR ,NE DEĞİLDİR.
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
AKIL NEDİR, NE DEĞİLDİR?
Başlangıçta düşünerek bir değerlendirme yapacak olursak; Bilmenin ve akıl etmenin üç unsurundan bahsetmek gerekir.
Birincisi Akıl, ikincisi din kaynakları, üçüncüsü de kalbe gelen her türlü sezgilerdir. AKIL bunların yönetici pozisyonundadır. Akıl, duyu bilgisinin birçok eksik ve kusurlarını giderir.
Akıl bilgi elde ederken duyular dünyasının sonu olarak ortaya koyduğu bilgilerden yararlandığı gibi, tamamen bunlardan bağımsız muhakeme ve kıyaslama yoluyla da akli bilgiler elde edebilmektedir. Akıl ile elde edilen bilgiler sezgisel ve duyuşsal bilgilerden daha geçerlidir ve kabulü kolaydır. Zira aklın yolu birdir.
Akıl bilgisi özellikle nesneler dünyası ve aklın düşünme sahası içinde değerli ve anlamlı, doğru ve güvenilir bilgiler elde edebilmektedir. Akli bilgilerin metafizik alandaki bilgileri kavraması zordur. Metafizik bilgiler ancak ve ancak kaynaklarıyla gerçeklik kazanır. Yine o akıl bilgisi varlıklar üzerindeki birtakım perdeleri ve müşkülleri de kaldıramamaktadır. Bu alan daha ziyade kalbi keşif bilgisi veya ilham bilgisi yoluyla aydınlatılabilmektedir.
“Akıl doğal akıl" ve "kazanılan akıl" diye ayrılır. Doğal akıl, doğuştan, yaratılıştan insanda var olan akıldır. Bu akıl kast edilerek Allahın insanda yaratmış olduğu en üstün ve en değerli şeyin bu akıl olduğu bilinmelidir Kazanılmış akıl ise bilinen ve öğrenilen olaylar aracılığıyla elde edilen faydalardır.
Akıl insanı bilgisizlikten kurtaran, burhan ışığı vasıtasıyla şeytanın vesveselerinden koruyan önemli bir insani güçtür. belirttiğimiz gibi aklı bilginin kaynağı, esası ve doğduğu yer olarak kabul edilmesi gerekir. Şayet akıl, bilginin kaynağı, doğuş yeri ve esası ise -ki öyledir o zaman sonuç olarak buradan aklın şerefinin yüksekliği de ortaya çıkmış olur. Allah’ı, peygamberi ve dini bilip tasdik etmemize imkân veren aklı hiçbir zaman küçümsemeyiz; Şayet akıl değersiz ve güvenilmez bir vasıta olarak kabul edilirse onunla bilinen şeylerin de değersiz sayılması söz konusu olur ki böyle bir şeyden söz edilemez.
Allah Ben sizi güzel yarattım ‘’AKIL’’ ile de donattım dediği bilinen bir gerçektir. Demekki ‘’AKIL’’ her şeyin başı. İnsanın mükellef olması da bu akla bağlıdır. Zira akıl noksan olursa emirlerle mükellef değildir. akıl Allah’ın yarattığı en şerefli varlık olduğu bir gerçektir. Zira eşyanın batınına, sırrına, hakikatine ancak aklın ulaşabileceğini, onların edep ve hikmetlerini ancak aklın bilebileceğini ve ancak aklın çözebileceği gerçeğini unutmamak gerekir.
Bilgi ile akıl; ağaç ile meyve arasındaki ilişkiye benzer. Nasıl ki ağaca göre meyve, güneşe göre ışık ne ise, akla göre bilgide odur. akıl, dünya ve ahiret mutluluğuna vesile olur. İnsanın akıl üstünlüğünü hayvanlar bile kabul eder ve bu nedenle onlara boyun eğer ve itaat eder. İnsanın akıl ve bilgiden yoksun olması ise onu hayvanlığa yakınlaştırır. akıl ile din arasında da bir ilişki kuracak olursak aklı yaratılmışların en şereflisi, dinin dayanağı ve ilahi teklifin muhatabı, sorumluluğun istinatgahı olarak kabul eder ve en önemli insani vasıflardan sayabiliriz.
Akıl, ancak dinin yol göstericiliğinde doğru yolu bulabilir. Din de ancak akıl ile ortaya çıkar ve varlığını sürdürebilir. Akıl ile din bir bina ile bu binanın temeline benzer. Akıl temeldir, din ise binadır. Nasıl ki bina olmayınca temel yeterli değilse, temel olmayınca da bina bir işe yaramaz. Akıl ile dinin birbiriyle olan münasebeti göz ile ışığın birbirine olan münasebetine benzer. Akıl göz yerinde, dinde ışık yerindedir.
Işık olmayınca gözün görmesi nasıl mümkün değilse, göz olmayınca da ışığın varlığı görmesi mümkün değildir. Bir başka deyişle Akıl kandil; din de bu kandilin yağı yerindedir. Yağ olmadıkça kandil işe yaramaz. Çünkü kandil, yağsız ışık vermez; kandil olmadıkça da yağ yanmaz başına ışık vermez. ’’HALA MI AKLETMEZSİNİZ’’
İnsanda göz var, akıl var, kalp var ama birde bağırsak var. Bağırsağı görsek orada durmayız kaçarız. Demek ki yüzünün güzelliğini sağlayan, cildinin güzelliğini sağlayan bağırsaktır. Beyninin işlemesini sağlayan bağırsaktır. Dünyada bağırsak mesabesinde insan var, göz mesabesinde insan var, kalp mesabesinde insan var. Bütünün içinde bakarsak ikinci akıl gibidir. Ebu cahil olmasaydı; peygamberimizin güzelliği ortaya çıkacak mıydı? Fravun olmasaydı Musa’nın güzelliğini bilemeyecektik, illa bir negatiflik olacak ki öbürünün güzelliği bilinsin, kadri kıymeti bilinsin.
Akıl bilginin kaynağını ve değerini sorgulayabilmek için öncelikle aklın ne olduğunu, ona nasıl bir değer atfedildiğini, ne gibi bir öneme sahip olduğunu belirlememizde yarar vardır; Akıl ve Mahiyeti İnsanın hayvan ile melek arasında yaratıldığı, her inanan tarafından bilinmektedir. Çünkü gözün eşyayı görmesi ancak güneş ışığıyla tamamlandığı gibi aklın hakikatleri görmesi de ancak Kur’an ayetleriyle tamamlanır. Ona göre bunlardan birine sarılıp, diğerini terkeden kimse ahmaktır.
Akıldan yüz çeviren kimsenin tıpkı güneşin ışığına gözlerini kapatan kimse gibi olduğunu, böyle kimselerin körlerden bir farkının olmadığı bilinmelidir. Çünkü akıl ancak dinle birlikte olursa nur üstüne nur olur. Akıl ile din arasındaki ilişki bu benzetmelerle ortaya konması onda akıl ile dinin her birinin diğeri için yerinin ve konumunun ne derece önemli olduğunu göstermesi bakımından çok büyük bir önem arz etmektedir.
"Şeriat hariçten bir akıl, akıl da dahilden bir şeriattır. Bunlar birbirlerine yardım ederler, birbirlerine kuvvet verirler sorumluluk ve yükümlülüğün ilk şartı akil ve baliğ olmaktır. Akıl baliğ olmayanlarla akli melekeleri olmayanlardan bazı yükümlülükler kaldırılmıştır. Bir nevi dini yükümlülüğü üzerinden alınmıştır. Akıl yalnız başına eşyanın külli prensiplerini idrak edebilir; Fakat eşyanın bireysel oluşumunu ve onlara ait bireysel hükümleri bilemez. Mesela akıl Allah’a inanmanın, doğru sözlü olmanın, iyi işler yapmanın, doğruluk ve adaletin iyi ve güzel olduğunu bilir. Ama domuz etinin, akmış kan ve şarap içmek, gibi hususların kötülüğünü, haram ve yasak olduğunu bilemez. Bunları ancak akla din bildirir. Akıl dinden uzaklaştıkça doğru yoldan ve isabetli kararlardan da uzaklaşmaya başlar. Akıl ile din birbirinin tamamlayıcısıdır. Esasen bu ikisi birbirine zıttı değildir.
Din hiçbir zaman aklın değerini inkâr etmez. Çünkü aklın değerini belirten, insanları düşünmeye, akıl etmeye, aklını kullanmaya çağıran bir sürü ayet ve birçok hadis vardır. Buna mukabil, akıl da Allah’ı bulmaya, dini anlamaya, iyiyi kötüden, hakkı batıldan ayırmaya yardım eder. İnsana doğru yolu gösteren akıl hiç şüphesiz ki en büyük kazançtır, fakat o tam olarak mutlak doğruyu, mutlak faydayı ve varlıktaki eşyadaki amacı bilemez. Çünkü akıl yaratılıştan insana verilen bir yeti ve kendisiyle eşyanın hakikatinin idrak edildiği bir nurdur. İnsan, eşyanın hakikatini, sebep ve hikmetlerini, varlık mertebelerini akılla idrak eder.
Duyu organları ise insanın sevinç, keder, aşk, şehvet, irade vb. gibi ruhi halleri algılayamadığı halde akıl bunları idrak edebilmektedir. Bütün duyu organları aklın hizmetinde çalışan memurlar gibidir. Yaş ilerledikçe duyular zayıfladığı halde aklın idrak gücü gittikçe güçlenir. İnsanın aklı ile bir işin sonunu anlayıp iyiliğin nerede olduğunu bildiğinde içinden bir yönelişle o tarafa yönelir. O işin sebeplerini gerçekleştirir ve onu ister. Bu tamamen şehvet kuvvetinden farklı bir yöneliştir. Buna kuvve-i fikrîye denir.
Akıl insana verilmiş öyle bir alettir ki, onunla insan birtakım sanatları icra eder, gereği gibi takdirlerde bulunur, zihinde ve hayalinde tedbirler alır, güzel görünen her şeyi güzel ve hoş, çirkin görünen şeyleri de çirkin görür. Bu niteliklere sahip olan aklın en önemli etkinliği ve görevlerinden biri de düşünmek ve bilgi üretmektir.
Akıl yaratılmışların en şereflisi, dinin dayanağı ve ilahi teklifin muhatabı, sorumluluğun istinatgahıdır. En önemli insani vasıflardan sayılır. Akıl, ancak dinin yol göstericiliğinde doğru yolu bulabilir. Din de ancak akıl ile ortaya çıkar ve varlığını sürdürebilir.
Akıl ile din bir bina ile bu binanın temeline benzer. Akıl temeldir, din ise binadır. Nasıl ki bina olmayınca temel yeterli değilse, temel olmayınca da bina bir işe yaramaz. akıl ile dinin birbiriyle olan münasebeti göz ile ışığın birbirine olan münasebetine benzer. Akıl göz yerinde, dinde ışık yerindedir. Işık olmayınca gözün görmesi nasıl mümkün değilse göz olmayınca da ışığın varlığı görmesi mümkün değildir.
Akıl bütün müşküllerde ve çözümü zor sorunlarda hakikate perdeyi tam olarak aralayamamaktadır. O, insanın bu şüphelerden kurtuluşunu, Allah’ın kalbe attığı bir nur ile kalbin hakikatleri doğrudan ve ispata ihtiyaç duymayacak şekilde birden kavramasıyla mümkün olduğu hakikatidir. Aklın, matematik, mantık ve tabiat bilimlerinin tecrübeye dayalı alanlarındaki yetkisini kabul etmektedir, metafizik problemlerin çözümünde ise aklın aciz olduğunu ve bu alanda çözüme ulaşabilmek için batının keşfe ve vahyin desteğine ihtiyacı bulunduğunu düşünmektedir.
Bilgi edinmede duyu organları kalbin her zaman emrinde olan askerler gibidir. İslam bilginlerine göre sadece duyu bilgilerine değil, akıl ve tecrübe bilgilerine de kalp bilgisinin ihtiyacı olduğunu söylerler ve duyu, akıl ve sezgi olmak üzere üç bilgi kaynağı vardır. Duyular, beş duyunun etkinlikte bulunduğu maddi ve duyusal bilinirler. Akıl, insanı diğer varlıklardan ayıran ayırıcı bir özelliktir. Yine akıl bütün hizmetlerin kendisi için yapıldığı kabul edilen bir reis durumundadır ve her türlü sorumluluğun esasını teşkil eder; Duyu bilgisi, duyulur algı dünyası için nasıl anlamlı ve geçerli bilgi ise, akıl bilgisi nesne ve makuller dünyası için doğru ve güvenilir bir bilgidir.
Akli bilgilere özellikle metafizik ve gaybi varlık dünyasının çözümünde güvenilemeyeceğini, bu alanda aklın ortaya koyduğu yargılarda ve çözümlerde bazı çelişik durumların ortaya çıkabileceği, sonuçta akli bilgiden de şüphe edilecek durumların doğabileceği bilinmelidir.
İşte bu noktadan itibaren dinin ve vahyin rehberliğine ihtiyaç vardır. Çünkü akıl bazı metafizik gerçeklikler üzerinden şüpheleri ve birtakım örtüleri tam olarak kaldıramamaktadır. Dünyanın sorunlarını nur ile yani sezgi ve ilham bilgisiyle çözmek mümkün olmaktadır. Sonuçta akıl kuvveti akıl ötesini metafizik olanı kavrayamaz. Tamda burada Ayet hadis ve iştihad mevzularının ışığında çözebileceğimiz konular olduğunu anlarız. ’Bitti’’.
=============================AR================================
YORUMLAR
Akıl, düşünme ve tefekkür için verilmiş olan bir duygu ve mahiyetinin anlaşılması mümkün olmayan ilahî bir sırdır.
Akıl, hayrı ve şerri birbirinden ayıran, insanı doğru yola sevk eden ilahî bir nurdur.
Eserden müessire (eseri yapana) intikale aracı olan bir anlama aletidir.
Çünkü akıl, insanı, gözle görünen eserden, görünmeyen, gerçek yaratıcı ve eser sahibi olan Cenab-ı Hakk’a götürür.
___Evet, bilim ve medeniyet sahasındaki ilerlemeler akılla mümkün olduğu gibi, maneviyat sahasındaki ilerlemeler de yine akıl sayesinde gerçekleşmiştir.
Bugünkü bilim ve teknik sahasındaki göz kamaştıran harika gelişmeler, akıl ve fikrin meyveleridir.
Çünkü aklın meyvesi tefekkür (düşünmek), onun meyvesi de ilim ve irfandır.
O gelişmelerde en büyük hisse akıl ve fikre aittir. Akıl ve fikir, insanı bilinen şeylerden, bilinmeyen yani meçhul olan hakikatlara götürür. cüzi hakikatlerden, külli hakikatlere intikal edebilmek yine fikir iledir.
Kâinatın sırları, maddî ve manevî âlemlerin sırları akıl ve tefekkür ile anlaşılabilir.
________Günün yazısını ve yazan kalemi can-ı gönülden en içtenlikle kutlarım.
Güzel ve anlamlı bir çalışma okudum sevgiler ve selamlar...