DENİZLİ ŞİİR VE MÜZİK ETKİNLİĞİNDE KALEMİMDEN DAMLAYAN ANILAR... (2)
Babamları Konya havaalanı gümrüğünden çıkar çıkmaz hiç oyalanmadan şehrimizin yolunu tuttuk. Gecenin geç saatleriydi. Sokaklarda, yollarda in cin top oynadığı vakitlerdi. Tenha yolda ilerliyor, bir yandan da babamla uçak yolculuğunu konuşuyorduk. Anam yorgun düşmüştü. Arka koltuğa boylu boyunca uzanıp uyuya kalmıştı. Yolcululuk sırasında yolları tepeleye tepeleye giden tırların tehlikeli sollamaları, acı acı bağırtılan kornaları rahatsızlık verse de; aldırmıyordum alışık olduğumdan. Babamda iyiden iyiye yorgunluğuna yenik düşmüştü. Gözleri dalıp dalıp konuşmalarıma ona masalmış gibi geliyor, gırtağından çıkan ’’ hıııı’’ ile bana yanıt veriyordu. Daha fazla sorular sormadan sesimi kestim. Arabanın içerisindeki sıcak havayı devir daim yapmak için camı dört parkamak kadar aşağı indirdim. Göz ucuyla göğe baktım. Ne güzeldi dolunay. Bana tam şiiir yazdıracak havasındaydı. ’’ Ah ülen ahh! Yalnız olsaydım her hangi petrole arabayı çeker, saatlerce seni seyrederdim ya!’’ diye söylenerek yol alıyordum. Hele sonbahar ve kış rüzgarlarının sesi beni daha da duygusal yapar.
Bir saat kadar yol almıştık ki, babam yorgunluğu yenercesine gözlerini açmıştı. Nereye geldiğimizi sorduğunda Kadınhan’ı geçmiştik. Dinlenme tesisli bir petrole gireceğimi, orada sıcak çorba içeceğimizi söylediğimde ’’ Olur. Hollanda’dan yola çıkarken pek bir şey yememiştik.’’ diye söylendi uyku haliyle. Dört gözle bakıyordum petrollere yaklaştığımda. Yarım saat kadar yol almıştım ki; gözlerimi faldaşı gibi açarak, nihayetinde nezih bir yer görmüştüm ’’ Petrolümüzün alanında dinlenme tesisimiz vardır’’ diye yazan ilan levhasını görünce daldım içeri. Parka girerek anamı uyandırdım. Anamın ayağında sorun olduğundan, koltuğuna girerek ağır ağır merdivenleri çıkarak içeri girdik. Lokantada bir kaç müşteri vardı. Genç garson yanımıza gelerek anam ve ben mercimek, babamdan da paça çorbası siparişini alarak gitti. Lokantaya şöyle bir baktım, çok büyüktü. Büyük masraflar edildiği şatafatından belliydi. ’’’Allah daha çok müsteriler versin, beğendim burayı’’ dedim babama. O da başını sallayarak ’’evet’’ yanıtını verdi.
Çorbalarımızın gelmesini beklerken aklım Fatma’nın telefonuna takılıp kaldı. Çocukluk ruhu, sevinci gelip bağdaş kurdu içime. Kendi kendime etkinliğin hayallerini kurarken bir ara bir şeyler mırıldanmışım habersiz, ve ardından tebessim etmişim. Anamın şaşkın bakışları suratıma şimşek hızında çarparken ’’ Hayırdır oğlum? Kiminle konuşuyorsun sen, neden gülümsedin kendi kendine’’ deyince afalladım. Anama ’’çocukluk anılarım önüme geldi. O yıllarda yaşadığım sevinçlerimin dışa vururmu. Babamın askerden geldiğinde beni kucağına alıp sevmesi gözlerimin önünde şimdi ana’’ dedim ve devam ettim. ’’ Sizi havaalanı salonunda beklerken hani geçen yıl eşi Yılmaz hoca ve kızıyla şehirdeki evimize gelen Fatma kardeşim vardı ya, o aradı beni. Bizim vişne ağacına tırmanan, merdivene çıkarak vişne yoplayan atmaca şair-yazar Fatma. Hatırladın de mi ana? ’’Heee, hatırladım kuzum’’ ’’ İşte o kardeşim beni şiir etkinliğine Denizli’ye davet etti de, etkinliğin hayalini de kuruyordum kafamda. Şu pandemi belasının olmasından dolayı etkinlikler ertelenmişti. Şimdi tekrardan başlandı etkinliğe. Denizli’deki candan arkadaşlarımdan Ali Tuluk şair-yazarımız ve Yazar Bir’in katkıları ile muhteşem bir etkinliğe imza atacakalrını, benimde o etkinlikte imzamın olmasını istedi Fatma kardeşim. Onları kırar mıyım be ana?’’ Bunları söyleyince anam da mutlu olmuştu. ’’Selâmımı ilet oraya gittiğinde’’ dedi gülümseyerek. Anam ve babam Yılmaz hocamızı ve Fatma kardeşimi sevmişlerdi. Onlarla Akşehir’i hallaç pamuğuna çevirmiştik. Başta Nasreddin Hocamız olmak üzere epey bi yeri dolaşmıştık onlarla. Akşehir’i beğenmişler, Seyyid Mahmut Hayrani’nin türmesinde, manevi huzuzunda ikindi namazını yılmışlardı.
Sımsıcak çorbalar içildi, tatlılar yendi, soğuk sular mideye indirildi çaylar yudumlandı. ’’Yolcu yolunda gerek, haydi bismillah’’ diyerek kalktık. Ben kasaya ödemeye geçerken anam ve babam arabaya yöneldiler bir birlerine tutunarak. ’’Hah şöyle ya! Genç aşıklar gibi el ele tutuşarak yol alın sevda pınarınıza’’ diye takıldım onlara. Gülümsediler. Ben kasada hesabı isteyince fişi elime tutuşturdu kasiyer genç. ’’ Abooooo, bu ne ya?’’ dedim şaşkınlıkla. Kısaca; kazık fiyatlarla kazıklandık! Desenize ’’ Bu ülkede kazıklanmayan mı kaldı?’’ Haydi geçelim buraları, sinirlerinizin zembereği boşalmasın!
Arabaya ikinci kez gaz dolumu yaptıktan sonra karanlığı yararak evin yolunu tuttuk. Gecenin serin havasına bi türkü tutturayım desemde tutturamadım anamın, babamın yanında. Gecenin suskunluğuna bizlerde uyarak kayıp gittik. Yorgun düşen gözlerimden uyku akıyordu. Gözlerimi oğuşturarak kilometreleri yutuyor, biran önce eve gelip derin bir uyku çekmek istiyordum.
Eve geldiğimizde sabah ezanı okunurken komşumuzun horozu ötmeye başladı. Galiba anama ’’Ayşe teyze hoş geldin, sizleri özledik!’’ selâmıydı. Ardı ardına ötünce Denizli’nin çil horozu düştü usuma. Ne hoş ötüşü vardı komşu horozun. Kendimi kırda tavuk çiftliğinde sandım o an. Çoğu şehirlerde niceleri hasret horoz sesine. SÖtüşlerini hiç duymamış çocuklarımız vardır sanırım. Ötüşleri insana manevi huzur iklimine alıp götürüyor. Kulağımız horozun sesine odaklanmışken, bir yandan da bavulları çantaları arabanın bağajından indiriyor, bir yandan da anam babama tutunarak yavaş yavaş evin giriş kapısına doğru ilerliyorlardı. Bavul ve çantaları hızlıca arabadan indirerek evin giriş kapısına koştum. Kapıyı açmadan önce anam kısa bir dua etti. Hep birlikte ’’amin ve besmele çekerek sağ adımımızla içeri girdik.
Onları eve yerleştirdim. Hemen istirahat etmelerini, sabah on’a doğru geleceğimi söyleyerek bende evimin yolunu tuttum. Saatlerce ayrı kaldığım sekiz köpeğim, dokuz kedim beni yolda karşıladılar. Şafak sökmek üzereydi. Eve girer girmez onların mamalarını verdim, sularını, sütlerini içirdim. Kendim hiç bir şey yemeden, içmeden üzeimi çıkararak balıklamasına daldım yatağıma. Yatar yatmaz sızmışım...
Üç saat kadar uyumuşum. Yavru kedim Gülce yüzümü yalarken uyandırdı beni. Saate baktım telefondan. Dokuzu yirmi geçiyordu. Kalkıp elimi yüzümü yıkadım. Uykumun dağılmasına iyi geldi. Ocağa çayı koyup kitaplığıma yöneldim sabah sabah. Fatma ve Orhan’ın daha önce hazırladıkları Tarsus ve İstanbul konulu antolojiye gözüm takıldı kitaplığında. Çekip aldım onu. Şöyle bi karıştırdım. Nice değerli şairlerimizin şiirleri, kısa anı yazıları vardı içerisinde. Benimde beş şiirim ve etkinlik anısını uzun uzun yazdığım yazılarıma yer vermişlerdi kitapta. Göz gezdirirken hayaller insanı ta o günlere, etkinliklerde yaşanan güzelliklere dalıp götürüyor. Ne hoş gönüülü, yürekli şairlerimiz, yazarlarımızla tanışmıştık. Her biri altın yürekli candan dostlardı. İçimden geçirdim Ali Tuluk arkadaşımızın şiirini okurken ’’ ’’Allah memleketimizi şairlerden, yazarlardan eksik etmesin! Bir şairin yok oluşu, bir alemin yok oluşuna bedeldir!’’ Şairler, aşıklar, ozanlar değil midir haksızlığa, adaletsizliğe baş kaldıranlar? Pir Sultan Abdal, Yunus Emre, Mehmet Akif Errsoy, Hüseyin Nihal Atsız Abdurrahim Karakoç ve nice şairlerimiz halkın sesi, kulağı olmuşlar. Şimdi bizler onlardan bayrağı devraldık. Aynı yolun yolcularıydık. Türklüğün yılmaz sesiydik artık.
Tanrı Türk’ü şair olarak da yaratmış. Bizim şairlerin şiirlerinde derin manaların işlendiği başka ülkelerin şairlerinde pek bulamazsınız. Avrupa’daki şairlerin şiirlerine baktığınızda derinlik bulamazsınız. Amma kültür bakanları, halkı şairlerini korur, onları dünyaya tanıtmak için adeta yarış halinde seferber olurlar. Ya bizimkiler şairlerine ne yaparlar?. Yalnızlığa terk ederler. Destek olunmadığı gibi köstek bile olurlar. Belediyelerin etkinliklerinde kaç şairin davet edildiğine şahit oldunuz? Bence ya birdir yada hiçtir. Fakat, sanatçılıktan öte bacağını taaa ... kadar açanları, Hz Lut kavminden ara kalmış ipne tipleri davet ederler. Onlara halkın parasından yüzbin tl’leri ödeyerek kültür faaliyeti yaptığını sanırlar. İşte böyle adaletsizlikle şairlerimiz, ozanlarımız, aşıklarımız ülkemizde gariptir. Kendi imkanları ile yaşamaya ve kültürümüze karşılıksız değerler katarlar.
Bakın, nerden nereye geldik. İçimiz, dışımız dert küpü oldu. Denizli etkinliğine odaklanırken taaa nerelere yolculuk yaptım. Denizli etkinliğine gittiğimde de göreceğim belediyenin katkı yapıp yapmadıklarını.
Az kaldı Denizli’ye adım atmaya. Şiire aşk derecesinde bağlı olanlar kendi imkanları ile etkinliklere Fizan’da da olsa giderler. Onları farklı kılanda bu!
Adım adım etkinliğe yol alırken heyacanım tavan yapmaya başladı...
Devam edecek...
Zafer Direniş
...
Not: Yazılarımın başındayım henüz. Etkinliğe başladan, etkinlikteki fotoğrafları paylaşıyorum uygun gördüğüm için. Anlayışla karşılamanızı rica ediyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.