- 272 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Öl ve Ol
‘’ÖL VE OL’’
İnsanlar yaratılış gayesini unutup türlü telaşelere kapılmış sürüklenip gidiyorlar. Hâlbuki ki; Allah her maksada bir sebep ve kapı vermiştir. Sebebini arayacaksın. Kapını bulacaksın. Hiç birşey sebepsiz zuhur etmez.
Yaratılış gayesini bilecek ve zuhuru bulacak zuhuru huzuru bulmazsa maksadına da ulaşamaz. ’Güzel yarattım, akıl ile de donattım doğruyu ve güzeli bulsun ‘’diyen allahı her aklı selim arayıp bulacak. ’’Nazar eyler nazar eyler bulamazsa güzar eyler’ ’Hakkı sen arayacaksın o zaten mekândan münezzehtir. Öyleyse neden ayrı kalıyoruz. Bizim aklımız zihnimiz yar ile olacak, yar ile olmazsa bizim mekanımızdan ayrılmıştır da ondan.
Zannettim ki o ayrıdır ben ayrıyım Bildim ki can içinde can imiş’’. Gönül neyle meşgul ise insan onunladır. Dünyaya tevessül etmiş ise onunla iştigal eder. Gönül diğer bir anlamıyla kalp neyle meşgulse kişi onunladır. Sen maksadın kapısını kapatmışsan suç Allahın değil kapıyı kapatanındır. Sen maksadın kapısına gideceksin, kapı sana gelip açılmaz. Bu zahirde de böyledir. Bir şeye ihtiyaç duyarsın o sana gelmez sen gidip arayıp bulacaksın iyisini veya kötüsünü ayırıp seçip alacaksın ki senin olsun. O ihtiyaç duyduğun şey senin kapına gelip dayanmaz.
Maksadın kapısında bile ayırt edici olacağız en alasına talip olacağız. Şunu iyi bileceğiz ‘’Allah mekândan münezzehse neden biz gezeceğiz’ ’Evet gönül kapısını kapatmışsan nasıl olacak aç kapıyı ki seninle olsun. Eve ihtiyaç duyduğun bir malzemeyi almak için oldukça seçicisin ve bir sürü mağazayı gezip öyle alıyorsun. Hatta kalitesini rengini desenini seçiyorsun. Maksadın kapısınıda gezeceksin ve seçeceksin.
Musa Turu Sina’ya giderdi. Çünkü maksadının kapısı orasıydı. İki cihan serveri neden mağaraya gidiyordu? Çünkü maksadının kapısı orasıydı. Diyeceksiniz ki onlar peygamberdi, seçilmişlerdendi. Her inananın bir turu Sina’sı vardır. Peygamberler seçilmişlerdir her biriside bir ruh ve beden taşır ama evet öylede onlar seçilmişler seçkin ve üstün bir ruha sahipler. ’’Aramakla bulunmazlar, bulanlar arayanlardır’’ Ben insanı yeryüzüne halife olarak yarattım ‘’diyorsa her aklı selim halifedir. Ancak gücüne göre maksadına göre böyledir. Peygamberler seçilmişlerdendir demiştik;
Evet onlar seçilmişler. Birde Allahın nurunun zuhur ettiği veli kulları vardır ki onlarda seçilmişlerdendir. Fakat Onlar peygamber ve seçkin bir ruh, Cenâb-ı Hak onları peygamber seçmiş göndermiş. Veliler peygamber olarak gelmedi. Onlar Dünyaya geldikten sonra veli olmuşlar. Senin benim gibi dünyaya gelmişler, çalışmalar ve kendi Say’ları ile veli olmuşlar. Ama onlar da insanlardan seçilmişler. Çok seçilmişler, insanlardan. Allah’ın Rab isminin nuru velilerde zuhur etmiştir. Ondan dolayı seçilmişlerdir. Veliler evliyalar Allah’ın birer aleti olmuşlardır. Onun gücüyle güçlenmiş, onun sıfatlarıyla sıfatlanmışlardır.
Bir velinin maneviyattaki varlığı, büyüklüğü, maneviyattaki vücudu diğer insanlardan çok farklıdır. Zira Allah’ın gücüyle güçlenir. Bedenide öyledir. Manevi bedeni dünyayı kuşatmıştır. Kelamı kibarda buyurulur ki ‘’Dünya harmanında ben bir daneyim, dünya benim harmanımda bir dane’’. Dünyada sekiz buçuk milyar insan var, hepsinin maneviyatı bir velinin maneviyatına denk gelemez. Çünkü veliyullah gücünü Allah’tan alıyor. Allah’ın gücüyle güçleniyor. Allah’ın sıfatları veli kullarında tecelli ediyor.
Böylece o Allah’ın âleti olmuş oluyor. Gücünü, istidadını da nereden alıyor? Allah’tan alıyor? İbrahim Aleyhisselam’ı ateşe attıkları zaman, Cenâb-ı Hakk dört tane melek gönderdi. Melekler onu kurtarmak için geldiler. Ama onları reddetti. Meleğin bir tanesi diyor ki: Sen bize müsaade edersen biz dağları getirir, ateşi dağların üzerine çıkarırız, sende kurtulursun diyor.
İbrahim peygamber meleğe diyor ki; sen bu gücü nerden alıyorsun? Melek Allah’tan diyor. Onun emri ile güçleniyor onun izni ile müdahale ediyorum diyor. Sana güç kuvvet ve salahiyet veren Allah beni de görüyormu? Elbette; o zaman sen çık aradan. Rabbim beni biliyor. Sana güç veriyorsa bana da o gücü verebilir. Rabbim ile beni baş başa bırak. Rabbim bana yeter, sen girme araya diyor. Bir büyüğümüzün sohbetinde şöyle bir cümle işitmiştim hiç aklımdan çıkmaz. “Biz velilerimizi yeşil kubbemizin altında gizledik.""O velimizin gören gözü bizim gözümüz, işiten kulağı bizim kulağımız, uzanan eli bizim elimiz, yürüyen ayağı bizim ayağımız, düşünen aklı bizim aklımızdır.
Şimdi şöyle bir düşünecek olursak tasavvuftaki ‘’Aklı Kül’’ bu demek herhalde. Cüz’i irâde Cenâb-ı Hakk’ın kula vermiş olduğu ne ise, noksan sıfatlarında tecelli eden aklı, ilmi, bilgisi, becerisi, gücü ve kuvvetidir. Ama küllî iradeye geçince bu sefer Cenâb-ı Hakk’ın sıfatları da tecelli ediyor.
Yek nazar eylese Ârif-i Billah
Aslı kemhâreyi mücevher eyler
Mücevher ile uğraşanlar doğadaki kara çortuklu bir taşı alet edevat ile öyle işliyor ki. O taş oluyor mücevher. Allahın veli kullarıda her yanı hata isyan olan insanı sohbeti ve feraseti ile mükemmel insan yapıyor. Sanatkârların tümü biçimsiz şekilsiz şeyleri işleyerek kıymetlendiriyor. Evliyada insanı sohbetleriyle değerli insan yapıyor. Onların sohbetinden uzak kalmamak lazım. İnsanı yapısı iki şeyden müteşekkil. Birisi cesedi; Toprak, Hava, Su ve Ateş, diğeri ise ‘’Ruhumdan ruh üfledim’’ Ayetiyle sabit olan ruhudur. Ceset kirli Ruh ise saf ve temizdir. Ceset temiz olmazsa, Ruh nerden temiz olsun? Çünkü Ruh’u ceset taşıyor. Ceset Ruh’un bir kalıbıdır.
Çok temiz bir kaba pis bir şey koysalar, kabın temizliği onu temizlemez. Çok pis bir kaba da temiz madde koysalar, kabın pisliğini o şey temizlemez. Onun için bir tâlip cismi ile şeriatte, aklı ve ruhu ile tasavvufta olması gerekir. Hak’tan gelen ruhumuz geldiği yeri özler. Ama cesedi kirli olunca ulaşamaz. Ceset temizlenirse o zaman ulaşma fırsatı bulur. Öyleyse insan İslami bir kimlik ve kişilik olması gerekiyor. Yani islamı eksiksiz yaşaması gerekiyor. ‘’Ruhu Hakk’a ulaştırmak için, cismi ile şeriatte, aklı ile tasavvufta, sırrı ile bila vuslatta olması’’ gerekiyor. Şu söz tamda buraya yakışıyor. ’Ey tahâretten habersiz, râbıta bilmez habîs’’. Cismimizi şeriatla temizleyeceğiz, kalbimizi ise Rab nuruyla yani rabıtayla temizleyeceğiz. Tasavvufta manevi tahsilin ilk dersi İNCİTMEMEK, son dersi de İNCİNMEMEKTİR.
İnsanı necasetten, kirden vücuda bulaşan pisliklerden su temizler. Cismimizi de ibadet temizler. Kimler namaz kılmaz, ya da şöyle söyleyelim: Kimler ibadetten mesul değildir. Elbette aklı olmayanlar. Eğer bir insanın aklı var ise Söz vermiş demektir. Söz vermiş ama sözünde durmuyor. Cismini temizlemiyor. Cismi ibadet temizler. Çünkü ibadet yapmayan bir cisim hayvanî sıfattan kurtulamaz. İbadet yapacağız ki hayvanî sıfattan kurtulalım. Hayvanı sıfattan kurtulmanın yolu ise kalbin Allah ile meşgul olmasından geçer. Bir nevi Rab isminin nurunun tecelli ettiği rabıta ile meşgul olması gerekir.
Bedeni bir temizliği ve terbiyesi varsa aynen ruhunda temizlenmesi ve terbiyeye ihtiyacı vardır. Bir nevi sevmek gerekiyor. Sevgi bazı parazitleri yok eder. Gönül hep bu sevgi ile meşgul olursa zamanla kar topu gibi büyür büyür kalbi kaplar başka şeylerin sevgisi kalmaz. İşte buradan itibaren aşk dedikleri yoğun sevgi tezahür eder. Bu tezahür eden sevgi yoğunluğu üç bin derece fırında eritilen demir gibi gönüldeki bütün kirleri eritir ve yakar. Bize düşen ise fırındaki cevherin üzerindeki cürufu alıp atmak ve esas cevheri meydana çıkarmak düşer. Kelebekler ateşe ışığa aşıktırlar. Hiç dikkat ettiniz mi kelebek ve kepenekler ışık ve ateş etrafında dolanır dururlar. Dolanıp dururken sevgileri o derece artar ki kendilerini ateşe atıp yakarlar. İsterseniz bir gözleyin sizde göreceksiniz. Kalbi de temizleyen ne oluyor? Râbıta.
Râbıta olmazsa o kalp pis. Niye pis? Evliya sevgisi bir müslümanın kalbinde olmazsa, onun kalbinde çok arzular, çok düşünceler olur. Evliya sevgisi bir kelâmda şöyle ifade ediliyor: ’Pervâneler geçti ateş bâbından ’’Ateş kapısından içeri girerse pervâne, daha onun cismi kalır mı? Pervâne nedir? Kepenek, kelebek. Kendini ateşe atıyor. Ateşe aşık âşık olmasa ateşe atamaz kendini aşk attırıyor ateşe. Cenâb-ı Hakk onu da öyle yaratmış. Ateşe düşen kelebekte vücut kalır mı? Yok eder ateş. Bizim kalbimizde de arzularımızın her biri bir kelebektir, bir cisimdir bunlar. Bunları ancak Allah aşkı, peygamber aşkı, meşâyih aşkı yakar.
Allah’ı sevmek Peygamberini sevmekle mümkündür. Peygamberi sevmek ise onun yolundan milim dahi sapmayan evliyaları sevmekle mümkündür. Yani alttan başlarsak Evliyayı sevmek Hem peygamberi hem Allah’ı sevmek anlamına gelir. Meşâyihi sevmek, Resulullah’ı sevmektir. Resulullah’ı sevmek, Allah’ı sevmektir. Allah peygamberine "Habibim seni seven beni sever. Seni sevmeyen beni sevmez. “buyuruyor. Demekki Peygamberi ve Allahı sevmek Evliyayı sevmekten geçiyor. Resulullahı ne ile seveceğiz ki O’nu sevebilelim? Vârisi olan velileri seveceğiz ki O’nu sevebilelim. Peygamberimiz Ebu Bekir’e ne buyurdu" Senin elinden tutan benim elimden tutmuştur. Sana biat eden bana biat etmiştir. Senin kabulün benim kabulümdür. Senin reddin benim reddimdir.
Elinde var iken fırsat, geçirme ede gör gayret
Tutagör bir yed-i kudret, olunsun menzilin bâlâ.
İnsanın ruhu yüksekten geldi ve geldiği yeri arzuluyor. Şunu iyi anladım; Evliyayı sevmeyen peygamberi sevemez, peygamberi sevemezse Dolayısıyla Allah’ı da sevemez. Bizi yükseğe çıkaracak olan peygamberimiz peygambere çıkaracak olan ise evliyadır. Bir başka tabirle: Allah’tan gelen ruhun, Allah’a ulaşmasıdır. Hakikatten maksat, mana budur. Ama bu tasavvufsuz olmuyor. Cesedimiz şeriatta, aklımız, ruhumuz tasavvufta olacak ki bizde terakkî olsun.
"Bizim dergâhımız günâhkârların dergâhıdır. Günâhı olanlar gelsin bize, günâhı olmayanları bize gelmezler "Bu beyitten mana günah işleyin demek değildir. Kendilerini Allah’a karşı eksik ve aciz hissetmeleri ve beşeriz şaşarız demeleridir. büyük. Nimetimizin kadrini, kıymetini bilelim. Allah’ın emri öyle: “Ben bir kuluma nimet veririm, bu nimetin kıymetini bilirse büyütürüm, yükseltirim, artırırım onun nimetini. Yoksa çeker elinden alırım. “Burada anlayacağımız bizim:
Allah bizi müslüman olarak halk etmiş. Eğer müslüman olarak yaşarsak Allah bizi cennetine koyacak. Cenâb-ı Hakk âhirette bize çok ihsanlar verecek. Yok!.. Müslümanlğımızı yaşamazsak, Allah bizi cehennemine koyacak. Bunu Cenâb-ı Hakk buyuruyor: “Biz insanı güzel, çok güzel halkettik. Çok güzel halk ettiğimiz insanı biz aşağıların aşağısına da düşürürüz. cehennemin esfeli sâfilinine düşürürüz. “Güzellerin en güzeliyle yarattım dediği insanoğlu yaşamı boyunca kendini kirletiyor. Temizlenir de beşerî sıfata geçerse güzeldir. Melekî sıfata geçerse, güzellerin güzeli olur. Çok güzel olur o zaman. Bir güzel var, bir de çok güzeller var. Dilersen dilberi dilber, kılarsan dilberi dilber.
Sana da keşf olur dilber,
mühim esrârı dervişân
Beşerî sıfatlarından geçebilen bir kişi esrarın kapısını çalmış demektir. İnsan hepsinden geçtikten sonra, "ten de onun, can da onun"Varlığımın herşeyi onun benim olmayan bir varlıkları benden niye isterki diye düşünebiliriz. Madem ki herşeyimiz onunsa alırda verirde bir hakkı iddia edemeyiz. Gerçi bütün varlıklarından geçtikten sonra daha senden bir şey istemez. Nefsinden geçtikten sonra, ondan senin sorumluluğun yok. Ama insanların nefsinden kurtulması nefsin ıslah edilmesi, Bütün enelerin terkedilmesidir. Nefsi olmazsa, insanların yemesi, içmesi, uyuması olmaz. Bunlar hep nefsinden olmaktadır. Bunlar da insanlarda vardır. Peygamber de olsa, veli de olsa, avam da olsa bunlar da insandırlar. Ama velilerin nefsi veya beşeriyetten kemal ehline geçenlerin nefisleri ıslah olmuştur ve nefis ıslah olduğu müddetçe vücutta bazı makamları vardır. Oraları işgal etmiştir. Dikkat edin, inkılâp yapan kimse mühim noktaları muhafaza ediyor.Bütün eneleri terkedenin nefsi artık ölmüştür.’’ÖL veOL’’Bir nevi ölü gibidir. Yada şöyle diyelim ‘’Nefsi Müslüman’’olmuştur.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.