- 552 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
HALKIN SANATÇISI YILMAZ GÜNEY
’’Yağan yağmur
Esen rüzgâr
İlle de fırtınalar
Seni hatırlatıyor”
Yirmi yıl önce yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak bedenen aramızdan ayrılan eserleriyle, fikirleriyle ve anılarıyla milyonlarca insanın yüreğinde yaşayan Yılmaz Güney’i ozan emekçi dizelerinde böyle dile getiriyor.
Yılmaz Güney’in Adana’nın yoksul bir köyünde Nisan 1937 yılında başlayan 1984 yılı 9 Eylülünde sona eren kısa yaşamı, gerçekçi fakat imkânsızlıkları olur kılmış onurlu bir yaşamdır.
Yılmaz Güney herhangi bir sanatçı değildi. O romancıydı, hikâyeciydi, senaryo yazarıydı, şairdi, hele hele sinemacıydı. Devrimci fikirlerle ilk ilişkisini, ilk romanı ‘Boynu Bükük Öldüler’ e yazdığı önsözde şöyle dile getirir.
“1954 lerde, Adana’da, İnönü caddesinde bir kolonyacı dükkânında çalışıyordum. On yedi yaşlarında idim. Genç bir adam işçilerden, köylülerden söz eden, İspanya iç savaşının acılarını anlatan şiirler okurdu bana. Küçük kırmızı kaplı bir cep defterine özenle yazılmış şiirlerdi bunlar. Kim yazmıştı yüreğime coşku dolduran bu etkili şiirleri? İlk kez ondan duyuyordum. Bir adam vardı Adı Nazım Hikmet’ti.
Bir yıl öncesine kadar, yaz tatillerinde yenice köyüne döner ırgatlık yapardım. Orada doğmuş, orada büyümüştüm. Kürt asıllı, topraksız, yoksul bir ailenin çocuğuydum. Limon çiçeği kokan o küçük kolonyacı dükkânında içime düşen ateşin adını ve hangi sınıfın adamı olduğumu öğrendim” Yılmaz Güney in ölümünün üzerinden yirmi yıl geçti. Fakat o halkına hizmet eden her sanatçı gibi, bu günde eserleriyle halkın içinde yaşıyor. Yılmaz Güney i emekçi yığınlar içinde büyüten olgu, onun sanatının çıkış noktasında bizzat emekçi yığınların, işçilerin, köylülerin, emekçilerin, ezilenlerin yaşamı, onların tasaları, kaygıları, sevinçleri, sevgileri, umutları, umutsuzlukları, isyanlarının durmasıdır. o Nazım Hikmetin bir sözcüğüyle “Büyük İnsanlık” sanatçısı büyük insanlığın, yani bir dünya kurma savaşımın bir neferidir Sanatı bu savaşın hizmetindedir.
Yılmaz Güney sanata daha lise yıllarında edebiyatla başlar. Daha ilk öykü denemelerinde Yılmaz Güney in bütün sanatında görülen temel belirleyici özellik, yoksulların hayatını çıkış noktası alması kendi içinden geldiği, kendisinin bir parçası olduğu halkın sorunlarını işlemesidir. O bu özelliğiyle daha ilk andan egemenlerin dikkatini çeker. Sansür daha lisedeyken karşısına çıkar. Lisedeki okul duvar gazetesi için yazdığı, hasta karısını şehre getiren ve parası olmadığı için doktora tavuk vermek isteyen yoksul köylüyü anlatan öyküsü yayınlanmaz.
Bu yıllarda yazdığı öyküleri edebiyat dergilerine göndermeye başlar. “ ilk önemli öykülerim” olarak nitelendirdiği “ ölüm beni çağırıyor” ve “ ezilmenin sonu yok” 1956 yıllarında “yeni ufuklar” dergisinde yayınlanır.
Aynı yıl “on üç” adlı dergide yayınlanan “üç bilinmeyenli eşitsizlik sistemleri” başlıklı öyküsünde “komünizm propagandası yaptığı” gerekçesiyle yargılanır, bir buçuk yıl hapis 6 ay sürgün cezasına çarptırılır. Bu dönem için Yılmaz Güney kendisi hakkında henüz solculuğun ve sosyalistliğin ne olduğunu bile bilmediği tespitini yapar. Evet o henüz bilimsel anlamda solculuğun, sosyalistliğin ne olduğunu bilmemektedir. Fakat düzenin çarpıklıklarını yoksulların sömürülmesini bizzat kendi teninde yaşamakta ve bunları öykülerinde dile getirmektedir. O daha sanata ilk adımlarını edebiyat alanında attığında gerçekçi halktan yana düzene karşı bir sanatçıdır. Ve bu niteliklerini kavrayan düzen tarafından cezalandırılır. Fakat bu cezalandırma onu yıldırmaz. Yılmaz, yılmaz.
Yılmaz Güney i geniş halk yığınları onun sineması üzerinden tanır. Sanatçı olarak Yılmaz Güney bu alana edebiyatla girmesine rağmen esasta sinemacıdır. Onu Türkiye nin en önemli sosyalist sinemacısı yapan gelişme kısaca şöyledir.
Yılmaz Güney in ilk tanıması ile ona vurulması o on üç yaşındayken olur. Öncelikle sinemaya gelip filmleri bedava seyredebilmek karşılığında sırtına film panolarını takıp mahalle aralarında dolaşarak yaptığı reklam işiyle girer.
Sinema hayatına on dört yaşında kendi deyimiyle sinema çığırtkanlığından makinist yardımcılığına geçer. Okul dışındaki öyküler yazmaya ayırdığı hemen tüm zamanı sinemada geçer. Daha sonra bit film şirketi için film bobinlerinin sinemadan sinemaya taşıması işlerini yapar. Yani onun sinemayla tanışması, sinemacılığı sinemanın en alt kesim emekçiliğinden başlar. O sinemaya sinemanın hamallarından biri olarak girer.
1957 yılında adana erkek lisesi mezunu olarak cebinde bütün sinema emekçiliği döneminde biriktirdiği 150 lira ve bir film şirketinden aldığı iş sözüyle İstanbul a gider.
İstanbul da önce edebiyat çevresinde ilişkilerini geliştirir. Yazmaya devam eder. Yeni yazdıklarına yeni davalar açılır. Bu kez yayıncı Tanju Cılızoğlu ile birlikte yedi buçuk yıl ağır hapis ömür boyu kamu haklarından yoksun bırakılma cezası çıkar. Yargıtay aşamasında yeni ceza geri çevrilirken ilk mahkemenin aldığı bir buçuk yıllık mahkûmiyet ve altı ay sürgün cezası kesinleşir. Bu ceza karşısında aydınların tavrı suskunluktur.
Yılmaz Güney içine girmek istediği sinema dünyasının kapısını yazarlık yoluyla açar. 1958 yılında Atıf Yılmaz ın çekmeyi planladığı senaryosunun ilk taslağı Yaşar Kemal tarafından “Bu Vatanın Çocukları” filminin senaryosunu düzelterek girer sinema dünyasına.
Atıf Yılmaz bu girişi şöyle anlatır:
Yaşar Kemal le çalışmamız sırasında birde ben bakabilir miyim diyerek senaryoyu aldı. Doğrusunu söylemek gerekirse senaryoyu o sahiplendi. Nerdeyse Yaşar Kemal le ben devre dışı kaldık. Ekler yaptı kendine göre yeniden düzenleyip getirdi.
Yılmaz senaryosunu yazdığı bu ilk filmde aynı zamanda Atıf Yılmaz ın yanında yönetmen yardımcılığı yapar. Çok ısrarı üzerine, üçüncü derecede bir rolde de oyunculuk yapar. Bu Yılmaz Güney in hayatında bir dönüm noktasıdır. Buradan itibaren o, edebiyattan tümüyle kopmasa da ve daha sonraki yıllarda edebiyat ödülleri kazansa da ki 1962 de hapisteyken tamamladığı “ Boynu bükük ödüller” romanı, yazıldıktan on yıl sonra 1972 de Orhan Kemal roman ödülünü kazanır – esasta artık yazar Yılmaz Pütün değil, sinema adamı Yılmaz Güney dir.
Bu Vatanın Çocukları filminde Yılmaz Güney üçüncü derecede bir rol oynamasına rağmen oyunculuğu ve tipi ile dikkatleri üzerine çeker. Süreçte genellikle güzel ve zengin insanları oynayan starların hakim olduğu Yeşil çam sınamasında o günün yeşil çamın güzellik ölçülerinde hiç uymayan, ince uzun tipiye kavruk teniyle aslında halkın içinden çıkıp geldiğini bağıran tipiyle Yılmaz Güney yeni bir soluktur.
İlk başrol oyunculuğunu Atıf Yılmaz ın Yaşar Kemal in bir öyküsünden yola çıkarak yönettiği “Alageyik” filminde oynar. Filmin aynı zamanda senaryosunun yazımında da yer almış, yönetmen yardımcısı olarak da filme katkıda bulunmuştur.
Bu filmde Yılmaz Güney ezilen halk yığınları nezdinde onlardan biri olan onların hayatını canlandıran, onların sevdiği “ Çirkin krallığa” önlenemez ilk adımı atar.
Bu filmi yine Yılmaz Güney in büyük oyunculuk gücünü gösteren “ Tütün Zamanı” filmindeki başrol oyunculuğu izledi ve Yılmaz Güney giderek ünlenmeye başladı. Onun Yeşilçam daki önlenemez yükselişi 15 haziran 1961 günü bir buçuk yıl hapis altı ay sürgün cezası çekmek üzere Atıf Yılmaz ın çektiği Yılmaz Güney in yardımcılığını yaptığı “ Tatlı Bela” filminin setinde tutuklanmasıyla hakim sınıfları tarafından kesintiye uğratılır.
Cezaevi ve sürgünden sonra yeniden Yeşilçam a dönüp iş için kapılar çaldığında, önce kapılar yüzüne kapanır. Fakat o cezaevi süresince kendine göre planın yapmıştır. Kendi istediği gibi filmleri çekebilmek için Yeşilçam da önce oyunculuk gücüyle, halktan tipleri canlandırarak kendi değimiyle Yeşilçam a egemen olan o bebek yüzlülerin tahtlarını taçlarını yerle bir edecektir. Yakın arkadaşlarının sen yazarsın boş ver oyunculuğu yönlü iyi niyetli önerilerini geri çevirir. Yeşilçam dan zorunlu olarak ayrı kaldığı iki yıl içinde boş durmamış . Bir roman yanında, bir dizi senaryo ve proje hazırlamıştır.
1963 te, senaryosunu kendi yazdığı Ferit Ceylan ın yönettiği “ ikiside cesurdu” filminin başrol oyuncusu olarak yeniden sinemaya döndü. Ardı ardına her türlü acıya ve zulme katlanan, sabreden, dayanma gücünü zorlayan, sonunda patlayıp ezenlere isyan eden tipleri, yani halkı anlatan filmlerde başrol oyunculuğu yaptı. 1964 te 12 , 1965 te 21 filmde hemen her alanında emeği olan tam 21 filmde başrol oynadı.
Dönüşü Yeşilçam da adeta bir depremdi. Önünü kesmek için filmlerinin dağıtımını engellemeye çalıştılar. İstanbul, Ankara sinemalarında ilan edilmemiş bir ambargo sonucu vizyona girmeyen Yılmaz Güney filmleri taşrada gişe rekorları kırıyordu. Halk kendinde bir parça olarak gördüğü Yılmaz Güney i sahipleniyor, onun filmlerinde kendini onunla özdeşleştiriyor:
Onunla birlikte acı çekiyor: onunla birlikte isyan ediyor, kötülere hak ettikleri cezayı veriyor, onunla gülüyor, onunla birlikte ölüyordu. Yılmaz Güney halkın gözünde onun sesi, olarak büyüyordu
1966 da bir söyleşi sırasında , o dönem Yeşilçam ın ünlülerinde Ayhan Işık tan kesme şeker gibi dört köşeli yakışıklı kral diye söz edilince “ ne yapalım o kesme şeker gibi köşeli ve yakışıklı kralsa” bende çirkin kralım der Yılmaz Güney. O günden itibaren magazin basınında “ çirkin Kral” diye anılmaya başlanır. Egemenlerin magazin basınının olumsuz bir anlam yüklediği bir deyimin halk tarafından olumlu, Yılmaz Güney i öven, onun kral olduğunu dosta düşmana ilan eden bir deyim olarak benimsenmesi ile Yılmaz Güney artık halk yığınlarının sevgilisi “ Çirkin Kral ı” olur. Yılmaz Güney filmlerinin iş yaptığı görülmesiyle Yeşilçam ın ambargocu beylerin ambargosu kırılır. Yılmaz Güney le film yapmak, onun filmlerini göstermek için bu kez Yeşilçam beyleri Yılmaz Güney in kapısını aşındırmaya, onu kendilerine benzetmeye çalışırlar. Beceremezler, Yılmaz seçtiği yolda içinden çıkıp geldiği halka hizmet yolunda giderek daha bilinçlenerek kendi istediği gibi filmleri gerçekleştirerek yürümeyi sürdürür. 1960 lı yılların sonlarına gelindiğinde arkasına Yılmaz Güney filmleri görmek isteyen milyonlarca hayranı vardır.
Yılmaz Güney ona istediği projeleri gerçekleştirme imkânı hazırlayan çirkin kral dönemi filmleri için şu değerlendirmeyi yapar:
Yarattığım tip, aşağı yukarı ezilmiş bir adamdır. Durmadan kaçar, ekmeğinin derdindedir, kendi işindedir. Bir takım olaylar olur, o karışmak istemez fakat mecbur edilir. Bu kaçan, kovalanan bir adam bir yerde isyan eder patlar ortaya atılır, vurur kırar. Fakat sonunda hep yeniktir.
Hep halkımın karakterlerini taşıyan insanları oynadım, bunu düpedüz yaşamımın getirdiği deneylerden çıkardım. Filmlerimin devrimciliğinden söz edilemez pek. İlk filmlerde olsa olsa seyircime belli bir direnme bilinci aşıladığım söylenebilir. Boyun eğmemesi, mücadele etmesi gerektiğini getirdim. Fakat bu devrimci film için yeterli değildir.
Bu dönem filminin toplumda ezilmişlerin, haksızlığa uğramışların, ekmeğinin derdinde olan emekçilerin durumlarını oldukça gerçekçi bir biçimde yansıtan: düzenin bozukluğunu belli ölçülerde gösteren filmlerdi bunlar.
Bu dönem Yılmaz Güney in siyasi alanda kişisel gelişmesi açısından da, halktan yana bir sanatçıdan, sosyalist bir sanatçıya doğru evrimlendiği dönemdir. Bunda kuşkusuz Vietnam savaşı, dünyada ve Türkiye de 68 öğrenci olayları bunların Türkiye de ve bir dizi ülkede kısa sürede işçilerin köylülerin devrimci eylemliliklerine dönüşmesi dış şartları oluşturur. En başından itibaren halkın sanatçısı olan Yılmaz Güney aradığı çıkış yolunu bilimsel sosyalizmde bulur.
1968 de başrol oyunculuğu yaptığı “ seyit han” filmi rejisörlüğünü de doğrudan kendisinin yaptığı ilk filmdir. Film ezilmişliği, başkaldırıyı, sevdayı, tutkuyu destansı bir dille anlatır. Film büyük başarı kazanır. 1969 da Adada da Altınkoza film şenliğinde en iyi görüntü, en iyi müzik, en iyi erkek oyuncu ve en iyi üçüncü film seçilir. Dönem artık Yılmaz Güney filmlerine resmi şenliklerde ödül verilmesinin önlenemez olduğu bir dönemdir. 1969 da Yılmaz Güney yönetmen, senarist, başoyuncu olarak “ Umut” u üretir. Umut Yılmaz Güney in artık bir sinema ustası olduğunun ilanıdır. Film Türkiye de sosyalist gerçekçi diye adlandırabileceğimiz sinemanın en önemli ürünlerinden biridir. Onu sosyalist gerçekçi kılan, onda bir emekçinin şahsında düzenin bozukluklarının, ezilenler için gerçekte egemenler tarafından umut diye sunulan ve emekçilerinde umut olarak gördüğü hiçbir çözümün piyango, kendini kurtarma, birey olarak kurtarmaya çalışma, define arama gibi şeylerin gerçekte umut olmadığını, yer yer İtalyan yeni gerçekçi sinemasından esinlenen ve fakat taklitçi olmayan belgesel ve şiirsel bir dille teşhir edilmesidir.
Umut Adana da en iyi film olarak altın koza yı kazanır, bunun yanında en iyi yönetmen en iyi erkek oyuncu ve en iyi görüntü ödüllerini de toplar. Egemen sınıflar korkularını filmi yasaklayarak gösterir. Yurtdışına gizlice çıkarılmak zorunda kalınan film Uluslararası Grenoble Film şenliğinde büyük jüri özel ödülünü kazanır. Yılmaz Güney artık Türkiye nin sınırlarını zorlayan, uluslararası alanda büyük sinemacılar arasında yerini arayan bir yönetmendir.
Umut un ardından 1970 de “Ağıt” 1971 de “Baba” 1973 de “Arkadaş” ve 1974 te endişe filmleri gelir. Endişenin çekimleri sırasında Yılmaz Güney bir provokasyon sonucu yine halkından ve sinemadan kopartılmaya çalışılır ve 1982 deki maceralı kaçışına kadar sürecek yeni mahpusluk dönemi başlar . Yılmaz Güney cezaevinden gerçek anlamda yönettiği iki filmiyle “sürü” ve “yol” ile sanatının doruğuna ulaşır. Ne yazık ki yol filmi Türkiye deki seyirciyle buluşabilmek için 17 yıl beklemek zorunda kalacaktır.
Sürü ve yol uluslararası alanda büyük başarı kazanır sürü 32. Uluslararası Lokarno film festivalinin büyük ödülünü kazanırken Yol 1983 te kosta Gavras ın kayıp filmi ile kan film festivalinin büyük ödülünü paylaşmıştır.
Yılmaz Güney yurt dışına çıkmak zorunda kalmış, hapishane şartlarında yakalandığı amansız bir hastalık sonucu aramızdan bedenen ayrılmıştır. Yurt dışında büyük bölümü hayatında kamera karşısına geçmemiş amatör oyuncularla çektiği Duvar filmi son filmidir. Yılmaz Güney’in Adana nın Yenice köyünde Nisan 1973 de başlayan 1984 yılı 9 eylül ünde Pariste sona eren kısa yaşamı gerçekçi fakat , imkansızlıkları olur kılmış, onuhalkın sanatçısı yapmış onurlu bir yaşamdır.