- 159 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
NUH TUFANI YEREL MİYDİ?
Nuh Tufanı’nın varlığını inkar edenler, bu iddialarına delil olarak dünya çapında bir tufanın varlığının imkansız olduğunu söylemektedirler. Ayrıca böylesine bir tufanın gerçekleşmemiş olduğu iddiasını, inkarlarına bir gerekçe olması amacıyla da öne sürmektedirler. Tevrat’ta yapılan çeviri hatası sebebiyle bu tufanın evrensel olduğunu ve tüm dünyayı kapsadığını söylemektedir. Oysa Kuran’da böyle bir bilgi verilmez, aksine, ilgili ayetlerden Tufan’ın yöresel olduğu ve tüm dünyanın değil, Nuh Nebi tarafından uyarılıp-korkutulan Nuh Kavmi’nin cezalandırıldığı anlaşılmaktadır.
Tevrat’ın ve Kuran’ın Tufan anlatımlarına bakıldığında bu farklılık kolaylıkla görülebilmektedir. Tarih içinde yanlış çeviri ve tefsirlerle çeşitli tahrifatlara maruz kalmış olan Tevrat, Tufan’ın başlangıcını şöyle açıklamaktadır:
Yar.6: 5 RAB baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte.
Yar.6: 6 İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı.
Yar.6: 7 "Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri*, kuşları yeryüzünden silip atacağım" dedi, "Çünkü onları yarattığıma pişman oldum."
Yar.6: 8 Ama Nuh RAB’bin gözünde lütuf buldu(Yaratılış 6:5-8)
Oysa Kuran’da tüm dünyanın değil, sadece Nuh Kavmi’nin helak edildiği bildirilmektedir. Tıpkı Ad Kavmi’ne gönderilen Hud (Hud Suresi, 50) veya Semud Kavmi’ne gönderilen Salih (Hud Suresi, 61) ve diğer elçiler gibi Nuh da yalnızca kendi kavmine gönderilmiştir ve Tufan da Nuh’un Kavmi’ni ortadan kaldırmıştır:
Kovulmuş Şeytandan Rabbime Sığınırım
Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla
Andolsun, Biz Nuh’u Kavmi’ne gönderdik. (Onlara) ‘Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıp- korkutucuyum. Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size (gelecek olan) acıklı bir günün azabından korkmaktayım’ dedi. (Hud Suresi, 25-26)
Helak olanlar Nuh’un tebliğini dinlemeyen ve isyanda direten kavmidir. Bu konudaki ayetler kesin bir anlatım ile açıklanmıştır:
Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları da suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi. (A’raf Suresi, 64)
Böylece onu ve onunla birlikte olanları katımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayarak inanmamış olanların da kökünü kuruttuk. (A’raf Suresi, 72)
Ayrıca Kuran’da Allah, herhangi bir kavme elçi gönderilmedikçe, o kavmin helak edilmeyeceğini bildirmektedir. Helak için, kavme uyarıcı korkutucu gelmiş olması ve bu uyarıcının yalanlanmış olması gerekmektedir. Kasas Suresi’nde Allah şöyle buyurmaktadır:
Senin Rabbin, ‘ana yerleşim merkezlerine’ onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve Biz, halkı zulmeden şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz. (Kasas Suresi, 59)
Kendisine uyarıcı gönderilmeyen bir kavmin helak edilmeyeceği Kuran’da bildirilmektedir. Bir uyarıcı olan Nuh ise sadece kendi kavmine gönderilmiştir. Bu sebeple Allah, uyarıcı gönderilmemiş olan kavimleri değil, sadece Nuh’un Kavmi’ni helak etmiştir.
Kuran’daki bu ifadelerden Nuh Tufanı’nın tüm dünyayı kaplayan değil, yöresel bir felaket olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca Tufan’ın gerçekleştiği düşünülen arkeolojik bölgede yapılan -ve birazdan inceleyeceğimiz- kazılar da, Tufan’ın tüm dünyayı kaplayan evrensel bir olay değil, Mezopotamya’nın bir bölümünü etkisi altına almış olan çok geniş bir afet olduğunu göstermektedir.
Yine her ne kadar Tevrat’ta Tufan’ın tüm dünyada olduğu söylensede Tevrat’a bakalım : “Gemiyi şöyle yapacaksın : Uzunluğu üç yüz , genişliği elli yüksekliği otuz arşın olacak. ( Yaratılış 6:15) Halbuki üç yüz arşın yaklaşık 135 m , elli arşın yaklaşık 22.5 m , otuz arşın yaklaşık 13.5 m’dir. Dikkat edilirse uzunluğu 135 m olan bir gemiye tüm dünyadaki insanlar binemezler hal böyleyken nasıl oluyorda Tufan bölgesel değilde dünyasal oluyor ?
Kuran-ı Kerim’de tufan sonrası geminin “Cudi”ye oturduğu bildirilmektedir. Bereketli, münbit yer anlamına gelen bu kelime tufan araştırmacıları için çok önemlidir, çünkü tufanın hem bölgesel olduğuna hem de geminin durduğu yerin Ağrı dağı gibi çok yüksek bir dağ olmadığına işarettir. Cudi, tufan sonrası ikamet edilebilecek, tarıma uygun, su havzalarının bulunduğu ve her türlü yerleşim şartlarını barındıran bir yer olmalıdır.
Gemiye Bütün Hayvanlar Alındı mı?
Kitab-ı Mukaddes yorumcuları, Nuh’un yeryüzündeki tüm hayvan türlerini gemiye aldığına ve hayvan neslinin Nuh sayesinde yok olmaktan kurtulduğuna inanırlar. Bu inanışa göre yeryüzündeki tüm hayvanlar toplanmış ve gemiye yerleştirilmiştir
Bu iddiayı savunanlar elbette birçok açıdan çok zor duruma düşmektedirler. Gemiye alınan hayvan türlerinin nasıl beslendikleri, gemide nasıl istiflendikleri, birbirlerinden nasıl tecrit edildikleri gibi soruların cevaplanması elbette mümkün değildir. Dahası, farklı kıtalara has hayvanların nasıl toplandığı da merak konusudur; kutuplardaki memeliler, Avustralya’daki kangurular veya Amerika’ya has bizonlar gibi. Ayrıca insan için son derece tehlikeli olan yılan, akrep gibi zehirli olanların ve vahşi hayvanların nasıl yakalandığı, Tufan’a kadar bunların kendi doğal ortamlarının dışında nasıl yaşatılabildiği gibi sorular da birbirini izlemektedir.
Ancak bunlar yanlış çeviri ve tefsirlerle tahrif edilmiş Tevrat’ta yer alan ve açıklama getirilemeyen izahlardır. Kuran’da ise, yeryüzündeki tüm hayvan türlerinin gemiye alındığına dair bir açıklama bulunmamaktadır. Daha önce belirttiğimiz gibi Tufan belirli bir bölgede gerçekleşmiştir. Bu nedenle gemiye alınan hayvanlar, Nuh Kavmi’nin bulunduğu bölgede yaşayanlar olmalıdır.
Ancak sadece o bölgede yaşayan tüm hayvan türlerinin bile bir araya getirilmesinin mümkün olmadığı açıktır. Nuh’un ve çok az sayıda oldukları belirtilen müminlerin (Hud Suresi, 40) çevrelerindeki yüzlerce hayvan türünden çiftler topladıklarını düşünmek de zordur. Yaşadıkları bölgedeki hayvanlardan sadece böcek türlerinin toplanması bile mümkün değildir; hem de erkek dişi ayrımı yaparak! Bu nedenle, toplanan hayvanların rahatlıkla yakalanıp himaye edilebilecek ve özellikle de insanlara yarar sağlayacak evcil hayvanlar olduğu düşünülebilir. Buna göre, Nuh muhtemelen, inek, koyun, at, tavuk, horoz, deve ve benzeri hayvanları gemiye almış olabilir. Çünkü Tufan nedeniyle canlılığını büyük ölçüde yitirmiş olan bölgede yeni kurulacak hayat için gerekli olan temel hayvanlar bunlardır.
Burada önemli olan nokta şudur: Allah’ın Nuh’a verdiği hayvanları toplama emrindeki hikmetlerden biri, hayvanların neslini korumaktan çok, Tufan sonrasında kurulacak yeni yaşama gerekli olan hayvanların toplanması olabilir. Çünkü Tufan yerel olduğu için hayvanların soylarının tükenmesi söz konusu olamaz. Nasıl olsa Tufan’dan sonra zamanla diğer bölgelerden hayvanlar bu bölgeye göç edip bölgeyi eski canlılığına getireceklerdir. Önemli olan Tufan’dan hemen sonra bölgede kurulacak yaşamdır ve toplanan hayvanlar temelde bu amaçla toplanmış olmalıdırlar.
Sular Ne Kadar Yükseldi?
Tufan hakkındaki bir başka tartışma ise, suların dağları kaplayacak kadar yükselip yükselmediği konusundadır. Bilindiği gibi Kuran’da, geminin Tufan sonrası “Cudi”ye oturduğu bildirilmektedir. “Cudi” kelimesi kimi zaman özel bir dağ ismi olarak alınır, oysa kelime Arapça’da “yüksekçe yer-tepe” anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Kuran’da “Cudi”nin, özel bir dağ ismi olarak değil, sadece geminin yüksekçe bir mekâna oturduğunu anlatmak için kullanılmış olabileceği göz ardı edilmemelidir. Ayrıca cudi kelimesinin bu anlamından, suların belirli bir yüksekliğe eriştiği, ama yine de büyük dağların seviyesine kadar yükselmemiş olduğu da çıkarılabilir. Yani Tufan Tevrat’ta anlatıldığı gibi tüm yeryüzünü ve yeryüzündeki tüm dağları yutmamış, sadece belirli bir bölgeyi kaplamış olmalıdır.
CUDİ KELİMESİ NE ANLAMA GELİYOR
Denildi ki: ‘Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut.’ Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudi üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: ‘Uzak olsunlar’ denildi. (Hud Suresi, 44)
Geleneksel Kuran tefsircileri “Cudi” kelimesinin bir dağ ismi olabileceği üzerinde durmuşlar ve Cudi isimli bir dağ aramışlardır. Buradan hareketle, Hicaz’da, Filistin ve Kuzey Mezopotamya’da olabileceğini söylemişlerdir. Daha ziyade yakın tarih tefsircileri ise bu kelimenin özel isim olmadığını “herhangi bir dağ” anlamında bir cins isim olabileceği düşünmüşlerdir.
Geminin oturduğu yere işaret eden “Cudi” kelimesi eğer özel isim değil de sıfat kabul edilirse “bereketli münbit yer” anlamına gelir. Kelimenin yer isminden çok bu anlamıyla anlaşılması Kuran’daki anlatıma daha uygundur, Nuh gemisinin oturmasını istediği yer hakkında şöyle dua eder: “Ve de ki: “Rabbim, beni kutlu (bereketli) bir konakta indir, sen konuklayanların en hayırlısısın.” (Müminun Suresi 29)
Nebimiz Nuh duasında bereketli ve kutlu bir yere inmek istemiş ve onun duasını kabul eden Allah da onu Cudi’ye –yani bereketli bir yere- indirmiştir. (Hud Suresi, 44)
Cudi kelimesinin sözlük anlamı CVD kökü “bereketli, münbit, iyi yer” manasına gelir. Cudi ise CUD kökünden nisbet sıfatı olur. O zaman “bereketli münbit, iyi yer” anlamı pekişir ki, ayette “munzelen mübareken” duasıyla bütünleşir. İki ayet birbirini tamamlar. Yani Nuh’un gemisi tufan sonrası ziraat edip hayvanlarını besleyebilecekleri, bereketli ve verimli bir yere indirilmiştir. Bu iki ayet birlikte düşünüldüğünde Cudi kelimesinin yer veya dağ özel ismi değil, nisbet sıfatı olduğu anlaşılır.
Buradan da geminin karaya oturduğu yerin Mezopotamya ovasının güney kısmındaki iç ovada herhangi bir yükselti olabileceği anlaşılmaktadır.
“Cudi” özel ismi ile anılan dağ ve yükseltilerin onlarcası Mezopotamya’da, İran’da, Türkiye’de ve daha bir çok yerde mevcuttur. Cudi ismi ile bir dağ aramaktansa “CVD” kökünden türeyen hali ile, yani “bereketli, münbit yer, iyi bir yer olan yükselti” aramak Kuran’daki genel anlatıma daha uygundur.
Nuh Tufanı’nın Yeri
Nuh Tufanı’nın gerçekleştiği yer olarak Mezopotamya Ovası gösterilir. Bu bölgede tarihte bilinen en eski ve en gelişmiş uygarlıklar kurulmuştur. Ayrıca bu bölge, Dicle ve Fırat Nehirleri’nin ortasında yer alması sebebiyle, coğrafi olarak büyük bir su baskınına uygun bir zemin teşkil etmektedir. Tufan’ın etkisini artıran sebeplerden birisi, büyük bir ihtimalle, bu iki nehrin yataklarından taşıp bölgeyi etkisi altına almış olmasıdır.
Bu bölgenin Tufan’ın gerçekleştiği yer olarak kabul edilmesinin ikinci bir sebebi de tarihseldir. Bölgedeki birçok medeniyetin kayıtlarında, aynı dönemde yaşanmış bir Tufan’ı anlatan çok sayıda belge ortaya çıkarılmıştır. Nuh Kavmi’nin helak edilmesine tanık olan bu medeniyetler, bu felaketin oluş biçimini ve sonuçlarını tarihsel kayıtlara işleme ihtiyacı hissetmiş olmalıdırlar. Tufan’ı anlatan efsanelerin çoğunluğunun Mezopotamya kökenli olduğu da bilinmektedir. En önemlisi de arkeolojik bulgulardır. Bunlar, bu bölgede gerçekten de büyük bir su baskınının meydana geldiğini göstermektedir. Bu su baskını, ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz gibi, bölgede bulunan uygarlığın bir süre için duraksamasına neden olmuştur. Yapılan kazılarda böylesine büyük bir felaketin açık izleri toprağın altından çıkartılmıştır.
Mezopotamya bölgesinde yapılan kazılardan anlaşıldığına göre, bu bölge tarih içinde birçok kez seller ve Dicle, Fırat Nehirleri’nin taşması sonucu meydana gelen felaketlerle yüz yüze gelmiştir. Örneğin, MÖ 2000 civarında Mezopotamya’nın tam güney kısmında bulunan büyük Ur kentinin hükümdarı olan İbbis’in zamanındaki bir yıl, “gökle yer arasındaki sınırları yok eden bir Tufan sonrası (1) şeklinde tanımlanmaktadır. MÖ 1700’lerde Babilli Hammurabi zamanında bir yıl da “Eşnunna kentinin bir selle yıkılması” olayıyla tanımlanmaktadır.
MÖ 10. yüzyılda hükümdar Nabumukinapal zamanında Babil şehrinde bir su baskını gerçekleşmiştir.(2) Milattan sonra 7., 8., 10., 11. ve 12. yüzyıllarda da bölgede önemli su baskınları vuku bulmuştur. 20. yüzyılda 1925, 1930 ve 1954 yıllarında da bu meydana gelmiştir.(3) Anlaşılan odur ki bölge, her zaman için bir sel felaketine açıktır ve Kuran’da belirtildiği gibi büyük çaplı bir selin tüm bir kavmi yok etmesi açıkça mümkündür.
NUH NEREDE YAŞADI
Nuh: “Rabbim, gerçekten onlar bana isyan ettiler; mal ve çocukları kendisine ziyandan başka bir şeyi arttırmayan kimselere uydular. Ve büyük büyük hileli-düzenler kurdular. “Ve dediler ki: Kendi ilahlarınızı bırakmayın; bırakmayın ne Vedd’i, ne Suva’ı, ne Yeğus’u, ne Ye’uk’u ve ne de Nesr’i. Böylece onlar, çoğu kimseyi şaşırtıp-saptırdılar. Sen de o zalimlere sapıklıktan başkasını arttırma.” (Nuh Suresi, 21-24)
Vedd, Suva, Yeğus, Ye’uk ve Nesr isimlerinin Mezopotamyalı kavimlerin sözde ilahlarını temsil ediyor olmasının ve bu isimlerin güneş, ay ve yıldızları sembolize ediyor olduğunun anlaşılmasından sonra Nuh’un Mezopotamya’da yaşadığı ve tufanın da bu yerde gerçekleştiği anlaşılmıştır. (Maria Höfner, “Die vorislamische Religionen Arabiens” Die Religionen Altsyriens, Altarabiens und der Mandaer, von Hartmut Gese, Maria Höfner, Kurt Rudolph, Sututgart 1970)
Yapılan arkeolojik araştırmalar neticesinde de tufanın Mezopotamya’da gerçekleştiği anlaşılınca, yukarıda isimleri geçen putların ve bunlara tapan putperest toplulukların da burada yaşadıkları netleşmiş oldu. Nuh’da bu putperest topluluklara uyarıcı olarak geldiğinde hayatının büyük bir bölümünü bu bölgede geçirdiği ve tufanın da burada gerçekleştiği anlaşılıyor.
Tufan’ın Arkeolojik Delilleri
Kuran’da helak edildiği haber verilen kavimlerin birçoğunun izlerine günümüzde rastlanılması oldukça dikkat çekicidir. Arkeolojik verilerden anlaşılmaktadır ki, bir kavmin ortadan kaybolması ne kadar ani olursa, buna ait bulgu elde edilmesi şansı da o kadar fazla olmaktadır.
Bir uygarlığın birdenbire ortadan kalkması durumunda -ki bu bir doğal felaket, ani bir göç veya bir savaş sonucu olabilir- bu uygarlığa ait izler çok daha iyi korunmaktadır. İnsanların içinde yaşadıkları evler ve günlük hayatta kullandıkları eşyalar, kısa bir zaman içinde toprağın altına gömülmektedir. Böylece bunlar, uzunca bir süre insan eli değmeden saklanmakta ve gün ışığına çıkartılmalarıyla geçmişteki yaşam hakkında önemli ipuçları sunmaktadırlar.
İşte Nuh Tufanı’yla ilgili birçok delilin günümüzde ortaya çıkarılması bu sayede olmuştur. MÖ 3000 yılları civarında gerçekleştiği düşünülen Tufan, tüm bir uygarlığı bir anda yok etmiş ve bunun yerine tamamen yeni bir uygarlık kurulmasını sağlamıştır. Böylece Tufan’ın açık delilleri, bizlerin ibret alması için binlerce yıl boyunca korunmuştur.
Mezopotamya Ovası’nı etkisi altına alan Tufan’ı araştırmak için yapılmış birçok kazı vardır. Bölgede yapılan kazılarda başlıca dört şehirde büyük bir tufan sonucu gerçekleşmiş olabilecek sel felaketinin izlerine rastlanmıştır. Bu şehirler Mezopotamya Ovası’nın önemli şehirleri Ur, Uruk, Kiş ve Şuruppak’tır. Bu şehirlerde yapılan kazılar, bunların tümünün MÖ 3000’li yıllar civarında bir sele maruz kaldıklarını göstermektedir. Önce Ur şehrinde yapılan kazıları ele alalım.
Günümüzde Tel-El Muhayer olarak isimlendirilen Ur şehrinde yapılan kazılarda ele geçirilen medeniyet kalıntılarının en eskisi MÖ 7000’li yıllara kadar uzanmaktadır. İnsanların ilk uygarlık kurdukları yerlerden birisi olan Ur şehri, tarih boyunca birçok medeniyetin birbiri ardına gelip geçtiği bir yerleşim bölgesi olmuştur.
Ur şehrinde yapılan kazılarda ortaya çıkartılan arkeolojik bulgular, buradaki medeniyetin çok büyük bir sel felaketi sonunda kesintiye uğradığını, daha sonra zaman içinde tekrar yeni uygarlıkların meydana çıkmaya başladığını göstermektedir. Bu bölgede ilk kazıyı yapan kişi, British Museum’dan R. H. Hall’dür. Hall’den sonra kazıyı yürütme görevini devralan Leonard Woolley, British Museum ve Pennsylvania Üniversitesi tarafından ortaklaşa yürütülen bir kazı çalışmasına da başkanlık etmiştir. Woolley’in yürüttüğü ve dünya çapında büyük sansasyon yaratan kazı çalışmaları 1922’den 1934 yılına kadar sürdürülmüştür.
Sir Woolley’in kazıları Bağdat ile Basra Körfezi arasındaki çölün ortalarında gerçekleşti. Ur şehrinin ilk kurucuları, Kuzey Mezopotamya’dan gelmiş olan ve kendilerine “Ubaidyen” ismini veren bir halktı. Bu halka dair bilgi elde etmek için detaylı kazılar başlatıldı. Reader’s Digest dergisinde Woolley’in kazıları şöyle anlatılıyor:
Kazı yapılan bölgede, derine inildikçe çok önemli bir buluntu ortaya çıkarılmıştı; bu, Ur şehrinin krallar mezarlığıydı. Araştırmacılar Sümer krallarının ve soyluların gömülmüş olduğu bu mezarlıkta birçok efsanevi sanat eserlerine rastladılar. Miğferler, kılıçlar, müzik aletleri, altından ve kıymetli taşlardan yapılmış sanat yapıtları. Bunlardan çok daha önemli olan başka şeyler de vardı; kil tabletlere hayret verici bir ustalık ve beceriyle, yüksek bir teknikle pres edilmiş tarihsel kayıtlar.
Araştırmacılar, Ur’da kral listelerindeki aynı adları taşıyan yazılar bulmuş, hatta bunların arasında Ur’un ilk krallık ailesini kuran kişinin adına rastlamıştı. Woolley, mezarlığın ilk Ur Hanedanlığı’ndan önce başladığı neticesine vardı. Bu nedenle, son derece gelişmiş bir medeniyetin ilk hanedandan daha önceleri var olduğu sonucuna vardı.
Kanıtın iyice incelenmesinden sonra Woolley kazıyı daha derinlere, mezarların altına doğru ilerletmeye karar verdi. İşçiler çamur olmuş tuğlaların içinden bir metre kadar derine daldılar ve çanak çömlekleri çıkarmaya başladılar. “Ve sonra birdenbire herşey durdu.” Woolley böyle yazıyordu. “Artık ne çanak, ne çömlek, ne kül vardı, yalnız suyun getirdiği temiz çamur.”
Woolley kazıya devam etti, iki buçuk metre kadar temiz kil tabakasından geçilerek derine dalındı ve sonra birdenbire işçiler, tarihçilerin son Taş Devri kültürü olarak isimlendirdiği bu devrin insanları tarafından yapılmış zımpara taşından aletler ve çanak çömlek parçalarına rastladılar. Çamur iyice temizlenince altında kalmış bir medeniyet ortaya çıktı. Bu durum, bölgede büyük bir su baskınının meydana geldiğini gösteriyordu. Ayrıca mikroskobik analiz, temiz kilden kalın bir katmanın, eski Sümer uygarlığını yok edecek kadar büyük bir tufan tarafından buraya yığılmış olduğunu gösteriyordu. Gılgamış Destanı ile Nuh’un öyküsü, Mezopotamya Çölü’nde kazılan bir kuyuda ortak bir kaynakta birleşmiş oluyordu.
Ayrıca Max Mallowan kazıyı yürüten Leonard Woolley’in düşüncelerini şöyle aktarıyordu:
Woolley, tek bir zaman diliminde oluşmuş böylesine büyük bir kil kütlesinin sadece çok büyük bir sel felaketinin sonucu olabileceğini belirterek; Sümer Ur’u ile Al-Ubaid’in boyalı çanak çömlek kullanan halkı tarafından kurulan kenti ayıran sel tabakasını, efsanevi Tufan’ın kalıntıları olarak tanımladı.
Bu veriler, Tufan’ın etkilediği yerlerden birinin Ur şehri olduğunu gösteriyordu. Alman arkeolog Werner Keller de söz konusu kazının önemini şöyle ifade etmişti: “Mezopotamya’da yapılan arkeolojik kazılarda balçıklı bir tabakanın altından şehir kalıntılarının çıkması burada bir sel olduğunu ispatlamış oldu.”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.