ALA DAĞLAR
ALADAĞLAR
Bu sefer Türker beyin karavanı sabah dört gibi evimden almış, Oğuz bey gece hiç uyuyamadığını anlatırken Mustafa Aka’nın evine vardığımızda Sıtkı beyle Mustafa Dinç’in beklediklerini görmüştük. Karanlıkta eşyaları yükleyip, Eğirdir kavşağında Alper ve arkadaşı ile Kamil Sayılanı alıp, Gelendost Madenli kasabasını geride bırakarak Kozluçay üzerinden Akşehir’inKonya yoluna girmiştik. İlk molamızı Meke gölünde verdik. Bu tabiat parkının güzelliği fotoğraf makinalarıyla belgelemek için çalışırken, ben kasılan ayaklarımı açmaya çalışıyordum. Burada harika manzara eşliğinde acele bir kahvaltıdan sonra tekrar yola koyulduk. Bu çayda ne var bilemedim,meğer bir bardak çay bu ülkenin insanlarının gözünü açan bir sihre sahipmiş. Yol gittikçe yeşil bitiyor, büyük boş düzlüklerde sadece asfalt kenarındaki cılız akasya ağaçlarıyla teselli buluyordum.Bu arada Torku firmasının yol kenarı ağaçlandırmasını minnetle kaydettim.
Konuşmalardan anladığıma göre çoğumuz heyecandan uyuyamamıştık ve vücudumuz bunun şaşkınlığınıyaşıyordu. Sonraki molamız Adana-Pozantı yolundaki şeker su tesislerinde verildi. Aka beyin tanımıyla Türkiye’nin bir numaralı suyunu hem içtik hem şişelerimizedoldurduk. Hava sıcak güneş tam tepemizde sırıtıyordu. Pozantı’da alışveriş molası vererek önümüzdeki zorlu günler için toplu yiyecek aldık. Böyle zamanlarını maliye bakanı Aka Bey, hemen kollarını sıvayarak liste tutmaya başladı. Önce rehberliğimizi yapan Oğuz beyin doğduğu Çamardı köyüne,buradanzorlu bir tırmanışla TDF’nin dağ evini geride bırakarak Sokullu pınarına ulaştık.Burası Aladağlar milli parkının içinde yer alan kamp yerimizdi. Karavanı dinlenmeye alarak, çadırlarımızı kurup, Aka beyin önderliğinde akşam yemeğine hazırlık yaptık. Burasınınsürprizi gelengilerdi. Yer sincabı da denilen bu sevimli hayvanlar aile olarak hareketli bir yaşam sürüyorlardı. Bizler ağzımız açık bu tatlı kavanozlarını izlerken fotoğraf makinaları çıldırmış gibi çalışıyor, ilginç görüntüler yakalıyorlardı. Gelengiler insandan çok çekinmiyor,adeta mankenlik yapıyorlardı. Parkın bekçiliğini yapan Abdullah bunlar en çok yırtıcı kuşlardan çekiniyor, insan olunca kuşlar gelmediğinden keyiflerine diyecek yok dedi. Aileden biri iki ayağının üzerine dikilip, gözcülük yaparken diğerleri etrafta koşturuyor keskin tiz bir çığlık duyulduğunda toprak altında ki oyuklarına koşturuyorlardı. Yemeğimizi turizm şirketinin kurduğu kara çul çadırlardan birinde yedik. Önümüzde Aladağlar gurubunun engin zirveleri gerdan kırıyor, yok mu aranızda bir babayiğit diye meydan okuyordu. Torosların bu yalçın dağları üç binin üzerindeki zirveleriyle bizleri izliyordu.
Güneşin görevini devretmesiyle tabak gibi bir ay ortaya çıktı. Görseli doyum olmaz ışık oyunları tepelere vuruyor âdeta tiyatro kumpanyası perdesi gibi her anı bizleri heyecanlandırıyordu. Yoğun bir gün geçirmenin ve zorlu yolculuğun sonucu çadırlarımıza erken çekildik. Herkesin özelini ifade eden çadırlarımızda uyku alemine hazırlık yaparken karşı tepelerden yankılanan bir uluma sesi duyuldu. Aslında kurt uluması bu yabanıl milli park içinde çok tuhaf durmuyordu. Sabahın geldiğini çadır fermuarlarının yol almasından anladık. Yeni doğan günle birlikte yine ışık oyunları başlamış, bu doğal mucizeleri kayıt altına alma mesaisi başlamıştı. Kahvaltıdan sonra uyum yürüyüşü planlanmıştı.1960 metredeki kampımızdan hafifçe yükselerek toprak yoldan devam ettik. Karın yeni kalktığı belli olan toprakta renkli oya motifleri gibi yüzlerce çiçeği hayranlıkla izliyor, hafızamıza kaydetmeye çalışıyorduk. Toprağı dikkatle dinlediğinizde alttan akan su sesi kulaklarımıza misafir oluyordu. İkinci kapuz boğazına kadar yürüyüp burada kısa bir mola verip, dönüş yoluna başladık. Birinci kapuz boğazından gürültüyle inen suyun çılgın sesi gelmesine rağmen buradan inişi deneyelim istedik.
Gerçekten kampımıza ulaştığımızda iyi bir yürüyüş yapmış olmanın zevkini yaşıyorduk. Siyah kıl çadırın altında oturup çay eşliğinde neşeli bir sohbet yaparken Niğde Akut ekibinin geldiğini gördük. Heyecanlı bir tanışma ve kucaklaşma töreninden sonra onlar da çadırlarını kurdular. Yarın önemli gündü, Aladağların Emler zirvesini (3723 m) deneyecektik. Bu arada katırcı Mehmet diye ünlenen (Mehmet Şenol)tanıştık.
Gece 04.00 da kalkıp, çadırlarımızıtoplayıp, çıkışa başlamayı planlamamıza rağmen Akut ekibi bizleri teskin ederek çıkış saatimizi önce beşe, sonra altıya aldırdılar. Biz yine de beşte kalkıp çadırlarımızı toplayarak atlara yüklenecek hale getirerek topluca kahvaltı ettik. Sadece zirve çantalarımızı alarak sessizce önceki gün yürüdüğümüz toprak yolda ilerlemeye başladık.Akabey yatmadan bir çalışma yaparak öğle ve ikindi kahvaltılığı (ekmek arası) hazırlamıştı, buna üç litre suyu da ilave edince ağırlığını alan çantalarımızla Akut ekibinin yanından geçtik. Onlarhiç acele etmediklerinden bize avans veriyorlar diye düşündük. Derin bir vadiye (karayalak boğazı) girerek ilerlerken Oğuz bey eskiden buranın yaşlı çam ağaçları ile kaplı olduğunu anlatınca şimdiki halini düşünerek içimi bir hüzün kapladı. Derin kaya yarıklarında çıkan birkaç ardıç ağacından başka ağaç yoktu. Kapıya ulaştığımızda sohbetler, konuşmalarkesilmiş, herkes bastığı yere dikkat kesilmişti. Büyük kaya blokları ancak bir insanın geçmesine izin veren dar bir patikadan başkasına izin vermiyor, bir bazen iki yanımız derin bir uçurumla kesiliyordu. Kapı denen bu yapıyı arkamızda bıraktığımızda sanki marsa adım atmış gibi hissettik. Derin bir sessizlik, yüksek tepeler, mor kayalar, kırmızı bir toprak görüntüsü ile sanki farklı bir gezegende yol alıyor gibiydik. Etrafımızı çevreleyen yüksek tepelerin büyük çoğunluğu 3,000 metreninüzerindeydi. Gözlerimiz yüksek tepelerde, kendimiz dar patikada yol alarak sürekli yükseliyorduk. Havagüzel, açık ve güneşliydi. Bir kaç denemeden sonra Alper’imizin öncülüğünde karar kılarak, yavaş bir tempo tutturduk. Dinlenme taşında denilen büyük bir kayanın gölgesinde mola verdiğimizde, çantalarımızda ki ekmek arası yiyeceklerimizi çıkararak hem enerji, hem öğle yemeği niyetine midelerimize indirdik. Kalkmaya hazırlanırken önce Akut ekibini, sonrada bize doğru gelen atları gördük. Arkamızdan istikrarlı bir şekilde izlerimizi takip ediyorlardı. Bizler Çelik buydurana doğru yol alırken eşyalarımızı sırtlayan atlar bizlere yetişerek beklemeden solladılar. Bu kısımdan sonra karlı kısımlar başladı artık önümüzdeki arkadaşımızın kardaki izlerine basarak dikkatle çıkıyorduk. AKUT ekibi şimdi dinlenme taşında mola vermişlerdi, ama bizim tersimize büyük sırt çantaları ile yol alıyorlardı. Çelik buyduran sırtının üzerine ulaştığımızda bunu çantalarımızı indirerek güzel bir mola ilekutladık. Burası 3,200 metre yükseklikte olup, şu anda kendi rekorumu kırmış bulunuyordum. Hemen yanımızda Emler zirvesi,karşımızda Demirkazık buraların yabancısı gördükleri bizleri merakla süzüyorlardı. Aşağıda gece kamp yapacağımız yedi göller uzanıyordu. On-on beş dakikalık bir dinlenmeden sonra isteyen burada bizi beklesin teklifine hepimiz muhalefet ederek doktorumuzun ilerlediği patikaya girdik. Dik bir yükselişle sık sık molalar vererek devamlı değişip güzelleşen görüntüleri içimize çekerek yolumuza ısrarla devam ettik. Yarı yola gelmiştik ki Akut ekibinin daha önce bizim mola verdiğimiz yere ulaşarak dinlediklerini gördük. Hava istisnai şekilde güzeldi, bir ara büyük bir sis dalgası bütün dağ kütlesini sarmaya başlayınca nasıl ineceğiz diye kısa bir telaş yaşasak da, on dakika sonra sisin dağıldığını görüp rahatladık. Gökyüzü daha önce görmediğimiz harika bir maviliğe sahipti, bunu havadaki nem oranının çok az olması sebep oluyormuş. Sonunda zirveye ulaştığımızda sırt çantalarımızı indirerek bir birimizi ödüllendirme yarışına girdik. Çevremizdeki tepelerin bir kısmı ile aynı yükseklikte olmanın haklı gururunuyaşıyorduk.
Biz zirve sevincini yaşarken Akut ekibide yavaşça yanımıza sokuldular. Ellerinde en az üç metrelik bir anten ve aküler vardı, hemen telsiz istasyonu kurarak konuşmaya başladılar. Geçen yer isimlerinden Amerika ve Afrika ile iletişimde olduklarını tahmin ettim. Toplu fotoğraflar ve ikramlık çikolatalardan sonra çantamın dibinde unuttuğum elma kurularını bulunca hemen dostlarla paylaştım. Artık inişe başladığımızda bu sefer hiç mola vermeden hızla eşyalarımızın bir kısmını bıraktığımız çelik buyduran sırtına ulaştık. Öğleyi hafif geçmiş saat 15,00 gibi olmuştu. Sırtımız terli, burasını rüzgarlı bulunca sakin bir kuytuda kahvaltı yapalım dedik. Etrafımız ay üssü alfa gibiydi. Büyük kar blokları altında tatlı bir şırıltıyla akan küçük dereler ve bu bayramı kutlayan küçük ama bin bir renkli dağ çiçeklerinin konvoyu vardı.
Dolaşan birkaç kar kelebeği, ilave olarak kameraya yakalayamasak da doktorumuz kar serçelerini hepimize öğretti. Kar geçişleri yaparken altlarından akan suların küçük gölcükler oluşturduğunu gördük. Turistleri gezdiren firmanın buraya iki beyaz muşambadan çadır kurduklarını,birinin yemek için kullanıldığını diğerinin kalmak için kullanıldığını anladık. Bizden önce gelen atlardan indirilen eşyalarımızı alıp çadırlarımızı kurduk. Çünkü yedi göller 3,000 metre yükseklikte olduğundan gece soğuk olacağını düşünüyorduk. Aka beyimiz hemen kollarını sıvayarak bir bulgur pilavı hazırladı, arkasından da mis gibi bir çay gelince artık yorgunluğumuzu hissetmez olmuştuk. Arkadaşlarımı örnek alarak buz gibi kar sularına ayaklarımı soktum. Su öyle soğuktu ki on saniyeden fazla içerde tutamıyorduk. Erkenden çadırlarımıza çekilerek yorgunluktan sızlayan kaslarımıza özel ilgi göstermeyi denedik.
Ertesi sabah erkenden hem de dinlenmiş olarak uyandık. Etraftaki küçük gürültüler güneşin doğmasıyla foto safarilerin başladığını gösteriyordu. Buzulgölleri, yeşilsırtlar, karlı tepeler başlayan yeni güne merhaba diyorlardı. Fotoğraf hastalığım olmadığından hareketin olduğu yemek çadırına doğru ilerlediğimde çayın ve kahvaltının hazır olduğunu görünce bende masadaki yerimi aldım. Sıcak çay sabah serinliğinde bütün hücrelerime yayılıyor, yeni güne uyandırıyor, yapılacak işlere hazırlıyordu. Bu gün acele etmeden çadırlarımızı toplayacak, öğle yemeği yine yolda yenecekti.
Doğan güneşin tadını çıkaran doğaya imrenerek tekrar eşyalarımızı atlara yüklenecek hale getirdik. Akut ekibi çevredeki tepelerde eğitim yapacaklarından onlarla vedalaşarak dönüş yolculuğuna başladık. Çelikbuydurana ulaştığımızda aşağıdan eşya getiren atların gurubuyla karşılaşıp, selamlaşarak kendi yollarımıza devam ettik. Onlar yedi göllere eşyalarınıindirip biraz dinlenecek bizimkileri yüklenip inişe geçeceklerdi. Tekrar nerede karşılaşırız, daha doğrusu nerede bize yetişirler diye tahminler yürütmeye başladık. Ben de kapılar civarında bize yetişirler diye bu tahminlere katıldım. Çelik buyduranda çok az mola verip bastıran sise rağmen kar geçişi yaparak inmeye başladık. Güneşin yüzünü göstermesiyle yumuşayan karda botlarımızın topukları ile basarak hızla iniyorduk. Çıktığımızdan çok daha hızla indiğimizi söylememe sanırım gerek yok . Sık sık arkamıza bakmamıza rağmen atları göremeyip şaşırdığımızı görünce Oğuz Bey çok hızlı indiğimiz için yetişemediklerini söyledi. Çıkış yapan İzmirli bir gurupla ve daha sonra iki turistle selamlaşarak yolumuza devam ettik. Kapıya geldiğimizde hem dinlenme hem de enerji takviyesi için mola vererek dağıtılan kumanyaları neşeyle tükettik, artık bundan sonrası zevkliydi. Neşeli sesler,espriler havada uçuşuyor, bazen bir türküyü hep birlikte seslendiriyorduk. İyi bir iş yapmanın tadını iliklerimizde hissediyor, kendimizi ayrıcalıklı insanlar olarak görüyorduk. Daha önce kamp yaptığımız Sokullu pınar gözüktüğünde neşemiz bir kat daha arttı. Kara kıl çadırlara ulaştığımızda çantalarımızı indirip sohbete başladık. Güneş tepemizde sevincimize alkış tutuyor,gelengilerin tatlı koşuşturmaları cenneteymişiz duygusunu köpürtüyordu.
Minibüsten Türker beyin çay hazır sesiyle çay eşliğinde sohbet devam ederken uzaktan atların geldiğini gördük. Yorgun atlar yüklerini indirip dinlenmeye çekilirken bizde eşyalarımızı teslim alarak karavana yükledik. Bu geceyi burada gelengilerle geçirme planımızı düzelterek yola koyulduk. Dağın etrafını dolaşarak Kayseri tarafına yöneldik. Erciyes’e uzaktan el sallayıp, bir dahaki sefere sendeyiz dedik. Oğuz bey akşam yemeği için bir alabalık çiftliği için anlaşınca tesise girerken ortalığın tenha olmasından cesaretlenerek bir köşede kalabilir miyiz teklifimize olumlu yanıt verdiler. Burada bol salataya ikişer alabalığı katık ederek güzel bir yemekten sonra sakin bir alana uyku tulumlarımızı çıkarıp yattık. Kocaman çınar ağacına kondurulmuş ağaç evinde su seslerini dinleyerek sağlam bir uyku çektik. Sabahleyin uyandığımızda tesisin iki tarafının da nehir gibi suların aktığını gördük. Burası Kayseri-Adana sınırında olduğundan sıcaktan kaçanların uğrak yeri olduğunu söylediler. Tesisin ikramı olarak muhteşem su manzarasının ortasında sağlam bir kahvaltıdan sonra hep birlikte etrafı gezmeye çıktık. Aladağlar milli parkının girişine de çıkarak dağdan suların patlama yaparak çıkışını hayretler içinde izledik. Kapuzbaşı şelaleleri hakikaten görülmesi gereken yerlerdendi.
Evden çıkalı beş gün olmuştu. Doludolu geçen zamanımıza yaşadıklarımıza şükredip dönüş yolculuğumuza başladık. Niğde Aladağlar Milli parkı girişine giderken yanık bir aşk hikâyesine tanık olarak yazıldık. Olay şöyle gelişmişti, bölgeye turist olarak gelen Ayşe’yetutulan Niğdeli genç tekrar bu güzel gelir mi diye yollarını beklemekten sıkılıp bir çay evi açmışve Ayşe’ye türkülerle aşkını ilan etmeye başlamış, bununla da yetinmeyip dünya liderlerine yardım etmelerini isteyen mektuplar yazmaya başlamış. Ben elimde olmadan ilgilenince Alper Eğirdir’in kemali dururken dedi ve beni ayıpladı. Ben de en kısa zamanda diye söz verdim.