- 197 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ŞİRK
ŞİRK
Şirkin kelime anlamı "ortaklık" demek olup Türkçe meallerde, yer yer Allah’a "eş koşmak", "ortak koşmak" olarak da çevrilmiştir. Kur’an’da Allah’tan başka ilah olmadığı gerçeği "La ilahe illallah" hükmü ile haber verilmektedir. Allah’ın tek güç ve kudret sahibi olduğu tek ilah olduğu çok kesin bir gerçek olmakla birlikte ne yazık ki olaya zahiri anlamıyla bakılmaktadır. Bu sebeple ilah kelimesinin anlamını bilmek gerekmektedir. Bu konuda geçerli olan tanım Kur’an’da tarif edilendir. Allah Kur’an’da Kendisi’ni bize birçok sıfatıyla tanıtmış olup Kendisi’nden başka ilah olmadığını bildirmiştir. Yani Allah’ın sıfatlarına sahip başka hiçbir varlık bulunmayıp Allah’ın herhangi bir sıfatına başkasının sahip olduğunu iddia etmek "şirk koşmak" anlamına gelmektedir. Fakat Allah’ın sıfatlarından bazıları insanlar içinde kullanılabilir. Bunda hiçbir sakınca bulunmayıp sakıncalı olan bunun kişinin kendisinden kaynaklandığını düşünmektir. Örneğin Allah’ın zengin sıfatı insan için kullanılabilir. İnsan bu zenginliğin Allah’tan olduğunu bilmeli ve Allah’ın dilediği zaman bu zenginliği alabileceğinin bilinci içerisinde olup zenginlik verilen kişiyi değerlendirirken de onun zengin ya da fakir olmasının hiçbir önemi bulunmayıp onun Allah’ın bir kulu olduğu düşünülmelidir. Mümin ne yapıp edip, bütün iradesini, gücünü kuvvetini, dikkatini toplayıp şirk bataklığına düşmekten kendini kurtarmalıdır. Zira şirk içinde olmanın, Allah’ı unutup insanları, olayları Allah’tan bağımsız gibi düşünmenin karşılığı Allah katında çok büyüktür. Mümin Allah’ı unuttuğunda kaderi unuttuğunda şirke düşer. Bu durumsa kişide tevekkülsüzlük olarak kendisini gösterir. Bu durum sonucunda ortaya çıkan üzüntü, stres, sıkıntı ve huzursuzluksa tevekkülsüzlüğün ve gizli şirkin ortaya çıkış şeklidir. Yine kadere karşı direnmekte şirktir. Çünkü kader hiçbir zaman değişmez. Ne kadar tedbir alıp çabalayıp çırpınsanızda kaderinizde ne yazıldıysa onu yaşarsınız. Zira bütün yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız daha biz doğmadan kaderimizde belirlenmiştir. Yine yas Allah’a isyan etme olup mümin başına gelen her imtihanda çok büyük hayır olduğunu düşünmelidir. Zira her mümin bu dünyaya cennete girmek için ruhunu eğitme amacıyla gelmektedir. İmanda derinleşmenin en güzel yolu şüphesiz başına gelen her olayda yüzünü Allah’a çevirmek ve sürekli Allah’a sımsıkı sarılmaktır. Ayrıca ara bir yol aramak bazı olayların Allah’ın kontrolünde bazılarının da insanların veya başka varlıkların kontrolünde olduğunu düşünmek şirktir. Yani cüzzi irade var demek şirktir. Şirke örnek vermek gerekirse;
1) Başka varlıklarda yer alan özellikler örneğin; güç, güzellik, zeka vb. onlara ait olduğunu düşünmek şirktir. Zira bu özellikler onlara ait değildir. Bu sebeple bu özellikleri onlara ait saymak onları da Allah gibi varlığı kendinden olan bir ilah saymak demektir.
2) İslam dini özgürlük dini olduğu hâlde Müslüman denince akla sanat, bilim ve güzellik karşıtlığı gelmeside şirktir.
3) Şeyhlerden ve evliyalardan himmet istemek şirktir. Örneğin; yetiş ya şeyhim demek şirktir.
4) Mezheplere uymak şirktir. Zira Kur’an’da haram olmayan konular mezheplerce haram kabul edilmiştir.
5) Bir insan soru sorduğunda o soru güzelse bu sorunun soruyu soran kişiden olduğunu düşünmek, müzik dinlediğinde ben dinledim demek, yemek yediğinde ben yedim demek şirktir. Zira soruyu sorduran Allah’tır. Müziği dinleten , yemeği yediren Allah’tır. Bu sebeple Allah sordu, Allah dinlettirdi, Allah yedirdi demek gerekir.
6)Öfke şirktir. Zira her şeyi yaratan Allah’tır. İnsan bir durumu görüp onun Allah’tan olduğunu unutup öfkelenirse bu şirk olur. Zira o durumu yaratan Allah’tır.
7) Şifanın ilaçtan olduğunu düşünmek şirktir. Zira şifayı yaratan Allah’tır. İlaç sadece bir vesile olup ilacıda yaratan Allah’tır.
8) İnsanların kazandığı başarıları, sahip olduğu üstün özellikleri zekasını, güzelliğini, soyunu zenginliğini, mallarını, rütbesini, mevkisini vb. özelliklerini kendi eseriymiş gibi düşünmekte şirktir. Zira bunları o kişiye veren Allah’tır.
9) Herhangi bir kadına duyulan sevgi, Allah’a karşı duyulan sevgiden öte bir sevgiyse, söz konusu durum şirki doğurur.
10) Kainatın Nebimiz Muhammed için yaratıldığını iddia etmekle İsa’yı ve Uzeyr’i(Ezra’yı) Allah’ın oğlu ilan etmek arasında hiçbir fark yoktur.
Şirk olmadığında müminin hayatına büyük bir huzur, bereket ve mutluluk hakim olur. Bu sebeple mümin tüm gücünü kullanarak olaylardan ve insanlardan uzaklaşacak, yalvara yakara dua edip Allah’a yönelecektir. Böylelikle dünya hayatını da tevekkülle ve teslimiyetle cennete dönüştürecek Allah’ı ne kadar çok sevdiğini ve Allah’ı bir an bile unutmadığını yaşadığı her saniye gösterecektir.
Peki insan şirkten nasıl kurtulur?
"La ilahe illallah"ta olduğu gibi insan Allah’ın tek ilah olduğunu ondan başka ilah olmadığını, tüm gücün O’na ait olduğunu, O’ndan başka hiçbir varlığın zarar veya yarar sağlamaya güçlerinin olmadığını kalben kabul etmelidir.
Şirk ve Müşrik Türleri
Kovulmuş Şeytandan Rabbime Sığınırım
Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla
“Onların çoğu Allah’a iman etmezler de ancak şirk katıp-dururlar.” (Yusuf Suresi 106)
İki tür şirk ve üç tür de müşrik vardır. Geleneklerini, kültürünü ve özellikle hadis ve mezhepleri, Kur’an ve vahyin hükümlerine tercih etme hatası itikadî şirki ortaya çıkarıyor. Diğer şirk türü ise, amelî şirk. Doğruyu biliyor, fakat yanlış yaşıyor.
İtikadî anlamda vahyin yeterli olduğuna inanır, hadis ve mezhepleri kabul etmez; ama her şeyin Allah’ın kontrolünde olduğunu tam olarak kavrayamaz ve romantik ve duygusal tavırlar sergiler. Ameli şirk İtikadî şirkten daha farklıdır ama bu da şirktir neticede. Üzülme, öfkelenme, Allah’ın yarattıklarından tam olarak razı olamama, karşı cinsi ilahlaştırma (Allah’ı tenzih ederiz), hayatını karşı cinse adama, hayatın merkezine karşı cinsi alma, ölümlere verilen Allah’ın razı olmayacağı tepkiler gibi Kuran ahlakıyla bağdaşmayan birçok davranış bozukluğu, amelî şirk özelliklerindendir. Bu şirk türünde kişi her şeyin Allah’ın kontrolünde olduğunu tam olarak kavrayamamış ve inancını Kur’an’daki Allah tasavvuruna uygun hale getirememiştir. Geleneksel din anlayışını, mezhep ve hadisi kabul etmez, Kuran’daki İslâm’a iman eder ama Kur’an’daki iman gerçeğini tam olarak kavrayamamıştır ve bu yüzden şirke düşer.
Müşriklerin, birinci grubunu hadis ve mezheplerin hükmünü, Kur’an ve vahyin hükümlerine tercih eden grup oluşturur. Bu yanlış bakış açısını, bir ideoloji olarak savunanlar, hayatlarını bu inancı anlatmaya ve hâkim kılmaya adarlar. Bunların, yanlış yollarından döndüklerine çok ama çok nadir rastlanır. Kur’an’ın, hadis ve mezhep olmadan anlaşılamayacağına kesin iman etmiş biri, belli bir yaştan sonra bu fikrinden dönmüyor ve dönemiyor. Çünkü şirk mantığı hücrelerine kadar işlemiş; şirk damarlarında hareket halinde seyrediyor. Şirk zehri DNA’sına kodlanmış âdeta.
Hidayet önderlerine tabî olan insanlar içinde, bu özelliklere sahip insanları görmek mümkün. Bu tür gelenekçiler, terk edemediği eski inancını başka bir forma sokarak, yani biraz değiştirerek vahye dayalı inancının içine yerleştirmeye gayret ederler ve halen ediyorlar. Bunların örneklerini görüyoruz. Yaşadıkları devrin hidayet önderlerine tabî olduğu iddiasındadırlar. Ancak; eski cemaatinin yanlış ve bütünüyle Kur’an dışı bakış açısını, hak yola aktarmaya çalışırlar. Gelenekçi mistikler, sofiler, dervişler buna güzel bir örnektir. Tasavvuf öğretisini İslâm zanneden gelenekçilerin çok büyük bir bölümüne Kur’an’daki İslâm’dan anlatsanız da hiçbir şey anlamaz.
Birinci grup, hadis ve mezhep savunuculuğu yapar. İslamcı, Hıristiyan ve Yahudi gelenekçilerin ortak özelliği mezheplere ve cemaatlere bölünmüş olmalarıdır. Gelenekleri ve kültürleriyle harmanladıkları bir din anlayışına sahiptirler. Birbirlerine ve kendilerinden olmayan herkese düşmandırlar. Hatta, kendilerinden olmayanların yok olmasını, ölmesini isteyenleri dahi vardır.
Dinlerinin hükümlerini yaşamak, bir beşer için imkânsızdır. Bu konuda, şöyle bir örnek verebiliriz: Hanefi fıkhının en kapsamlı külliyatı Reddül Muhtar adlı eserin, 500 küsur sayfadan oluşan 1. cildinde, abdest 70 sayfada anlatılıyor. Kur’an’da ise, bir ayet var abdestin nasıl alınacağıyla ilgili ve bu ayette abdestin dört farzı bildiriliyor. Yahudi gelenekçilerde de buna benzer uygulamalar var ve detay konusunda İslamcı gelenekçileri hiçbir konuda aratmazlar.
Gelenekçilerin dinlerinin detaylarını, bir âlim zümresi bilir. Bu âlimler, onlar için çok değerlidir. Âlimlerin içtihatları, mutlak doğrudur ve verdikleri hükümler de tartışmaya açık değildir. Örneğin; Kuran’da, her türlü deniz canlısını yemek helal; ama Ebu Hanife’ye göre midye ve deniz kabuklularını yemek haramdır.
“Deniz avı ve onu yemek size ve (yeryüzünde) dolaşanlara bir meta olarak helal kılındı.” (Mâide Suresi 96. Ayet)
Gelenekçiler, bu ayete rağmen, Ebu Hanife’nin hükmünü tercih eder. Âlimlerine olan bu bağlılık, gelenekçilerin ortak özelliğidir. Ruhban sınıfı, üç gelenekçi grupta da vardır ve gelenekçileri yönlendiren asıl bu şirk ehli âlimlerdir.
Bir gelenekçi, devrin hidayet edicisini bulsa bile, bu şirk dininin âlimlerinin etkisinden kurtulamaz. Onlara, yani şirk dininin âlimlerine hiçbir yönden benzemeyen hidayet edicinin farkını anlayamaz. Çünkü kıyas yapabilecek zihni yeterliliğe ve bilgi birikimine, muhakeme istidadına sahip değildir. Böyle bir durumla karşılaştığında eski âlimi nasıl algılıyorsa, hidayet ediciyi de öyle algılar ve hatta aklınca aralarında benzerlikler bulur.
Gelenekçi bakış açısı ve İslâm’ın gelenekçi yorumu kesinlikle hafife alınacak bir konu değil. Çünkü münafıklar, yanlış İslâm imajını gelenekçileri kullanarak oluşturuyor ve dünya kamuoyunu böyle yönlendiriyorlar.
İkinci gelenekçi grup ise; İslam’ın beş şartı olduğuna inanan, cami cemaati kafasına sahip, etliye sütlüye dokunmayan bir muhafazakâr tipi. Bu tür gelenekçiler, köhne Batı medeniyetine hayran ve bu medeniyet karşısında ezik ve kompleksli insanları destekler. Neyi muhafaza ettiği belli olmayan bu şuursuz insan yığınları, yazacağım ayetin kapsamına giriyor. Risksiz hayat ve birkaç ibadeti yerine getirdikten sonra, cennete kavuşma sevdası, bu tür gelenekçi kitlenin din anlayışının temelini oluşturur. Bu muhafazakâr gelenekçi tipini, Hıristiyan ve Yahudi gelenekçilere uyarlamak zor değil. Haftada bir kiliseye giderek vicdan rahatlatmaya çalışan Hıristiyan’ı örnek vereyim, gerisini siz düşünün…
“İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüz üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır.” (Hac Suresi 11)
Üçüncü müşrik grubu, diğer iki gruptan biraz daha farklı; farkı ise şu: Hemen hemen hiçbir ibadeti yerine getirmez ve bir inancı veya davası yoktur. Dünyadaki insanların büyük bölümü, bu müşrik türündendir. Allah’ın varlığına inandığını söyler ama biraz konuşunca, Allah’ın varlığının onun için çok net olmadığını görürsünüz. Hayatları, birtakım klişeler üzerine bina edilmiştir. Klişelerinden birkaç örnek verebiliriz: Dünyayı sen mi kurtaracaksın. İmanla paranın kimde olduğu belli olmaz. Mutlu olduğun şeyi yap… 35 saat dedikodu yapar sonra: “Çok keyifli bir gündü, arkadaşımla dertleştik.” İçindeki sesi dinle. (Evet, ama hangi ses? Üç ses var İblis, nefis ve vicdan) Hiçbir konuda yeterli bilgisi yoktur. Bir konuda duydukları, yani duyumları onun için hakikattir. Okumaz, araştırmaz, ömrü televizyonun başında geçer, siyasî ve sosyal olayların nedenleri ve niçiniyle ilgilenmez. Tek amacı, daha fazla tüketmek ve dünya nimetlerinden daha fazla istifade etmektir. Bu tür insanlar kolay yönlendirilebilir. Deccal(şeytan) kültürünü yaymak için her biri adeta gönüllü elçidir. Ama kimin elçisi olduğunu ve neye aracılık ettiğini bilmeden, bu elçiliği yerine getirirler.
Müşriklerin, üç çeşidini de münafıklar yönetir. Münafıklarıysa şeytan yönetir.
Müşrikler, dünya nüfusunun en kalabalık insan topluluğudur. Münafıklar ve müminler ise çok daha azdır. Özellikle, mümine çok nadir rastlanır; elmas hükmündedir mümin. Müslüman sayısı biraz daha fazladır. Gerçek mücadele, münafık ve müminler arasında geçer. Dünyadaki sistemin kontrolü, az sayıdaki münafıkta olduğu zaman, hayat kâbusa döner ve müşrikleri onlar yönlendirir. Ama Dünyadaki sistemin kontrolü, çok az sayıdaki müminin eline geçtiğinde, hayat normale döner ve müşrikler dahi huzur içinde yaşar ve zulüm görmezler.
KUR’AN’DAKİ İSLÂM’DAN UZAK KALMANIN SONUÇLARI: ŞİRK, NİFAK VE KÜFÜR
Kovulmuş Şeytandan Rabbime Sığınırım
Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla
“Allah’ın ayetlerini oyun (konusu) edinmeyin ve Allah’ın size verdiği nimeti ve size öğüt olarak indirdiği Kitabı ve hikmeti anın. Allah’tan korkup-sakının ve bilin ki, Allah her şeyi bilendir.” (Bakara 231)
“Şu hâlde, siz nereye kaçıp-gidiyorsunuz? O (Kur’an), alemler için yalnızca bir zikirdir; sizden dosdoğru bir yön tutturmak dileyenler için.” (Tekvir 26-27-28)
Kur’an’ı anladığı dilde, düzenli ve yoğun bir program dâhilinde okumayan, sürekli Kur’an dersi yapmayan, doğal olarak, Allah’ın kendisinden istediklerini bilemez. Allah’ın sözünün inceliklerini kavrayamaz, gelenekçilikten kurtularak Kur’an’daki İslâm’a ve Kur’an’ın yeterliliğine iman edemez. Doğruyla yanlışı ayırt edemez, müşriklere hüsnü zan eder, sakınması gereken kötülükleri haramları bilemez, Allah’ın affetmeyeceğini bildirdiği günah olan şirkten arınamaz.
Kur’an bilgisi olmayanlar Kur’an’ın İslâm’ı anlamada ve hükümlerini yaşamada yeterliliğine tam anlamıyla iman edemezler. Kur’an, Müslümanın hayat kitabıdır. Hayat kitabı Kur’an olmayan, Kur’an ile kalkıp Kur’an ile yatmayan bir Kur’an Müslümanı düşünülemez. Müslüman güne Kur’an okuyarak başlar; sabah namazında Kur’an okumak farzdır. Müslüman Kur’an’ı tanır. Müslüman sorularının cevaplarını Kur’an’da bulur. Müslüman Kur’an’a yoğunlaşır. Kur’an ara sıra okunacak bir kitap değildir (Kur’an’ı tenzih ederiz). Bu, Allah’ın sözlerine karşı saygıya uygun olmayan bir tavırdır ve bu yolun sonu delalettir. Müslümanın ömrü Kur’an’ı anlamaya ve hükümlerini yaşamaya çalışmakla geçer. Kur’an’ı hayatının merkezine almayanların şirkten arınması ve Allah’ın rızasına kavuşması mümkün değildir.
“Ve şüphesiz o (Kur’an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız.” (Zuhruf 44)
Ahirette, Allah’a karşı hesap vereceği kitabın hükümlerini bilmeyen birinin kurtuluşa eremeyeceği aşikârdır. Allah’a, hangi konularda nasıl bir hesap vereceğini dahi bilmeyen bir insan Allah’a yaşadığı hayatın hesabını verebilir mi? Bilmediğin şeyi yaşayamazsın ve yaşamadığın İslâm ise seni kurtarmaz ve İslâm; hadislerde, mezheplerde, tarikatta ve tasavvufta değil sadece ve sadece Kur’an’dadır.
"Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir." (Maide 44)
"Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir." (Maide 45)
"Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir." (Maide 47)
Mezhepler ve Şirk
Kovulmuş Şeytandan Rabbime Sığınırım
Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla
“Deniz avı ve onu yemek size ve (yeryüzünde) dolaşanlara bir yarar olarak helal kılındı.” (Maide, 96)
Mâlikî mezhebi hiçbir deniz hayvanını istisna kılmaz. Hanbelî mezhebi yılan balığını haram, Şâfiî mezhebi de kurbağa, yengeç ve timsah gibi hem denizde hem de karada yaşayabilen hayvanların etinin yenilmesini haram kabul eder. Hanefî mezhebine göre ise, balık sûretinde olmayan deniz hayvanlarının etlerini yemek haramdır. Buna göre, daima suda yaşayan, suda barınan hayvanlardan her çeşit balıketi yenebilir. Kalkan balığı, sazan balığı, yunus balığı, yılan balığı bu kabildendir. Fakat diğer su hayvanları caiz değildir. Midye, istiridye, istakoz ve yengeç gibi hayvanların yenilmesi helâl olarak kabul edilmemektedir, haram sayılmaktadır. Bu esaslara göre, midye, istiridye, kalamar gibi deniz hayvanları Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre yenebilirken, Hanefî mezhebine göre yenilmemektedir. Hanefî mezhebinin haram saymasının sebebi, bu çeşit hayvanları gerek görünüş gerekse yenen kısımları itibariyle hoş olmaması, çirkin ve pis sayılmasıdır. (El-Mezâhibu’l-Erbaa)
Yazdığım ayete göre bütün deniz ürünleri eğer yenmek isteniyorsa Kur’an’daki İslâm bunu yasaklamıyor. Ayet, açık ve net. Mezhepler ise hadisleri temel alarak hüküm veriyorlar ve küfre giriyorlar.
“Ey iman edenler, Allah’ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez.” (Maide 87)
Mezhepler, Allah’ın helal kıldıklarını, Allah’ın ayetlerini yok sayarak (Allah’ın ayetlerini tenzih ederiz) haram kılıyorlar mı kılmıyorlar mı? Birtakım insanları aklamak için gerçeklerin üstünü örtmeye çalışmayın. Kâfirin anlamı; hakkın üstünü örten demektir. Âlim, evliya, müçtehit, gavs, müceddid bildiğiniz insanların itikadı sizin bildiğiniz, zannettiğiniz ve hüsnü zan ettiğiniz gibi değil. Kur’an’daki helalleri haram yaparsanız Allah’a, hükmünde ortak olmaya çalışmış olursunuz ki, bu apaçık küfürdür. İnsanlara Kur’an perspektifinden bakın. Bunu yapmayı öğrenmeyecek olursanız Kur’an müslümanı olamazsınız.
"Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir." (Maide 44)
"Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir." (Maide 45)
"Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler fasıkların ta kendileridir." (Maide 47)
ŞİRKE DÜŞÜREN ŞARKI SÖZLERİ!
Kovulmuş Şeytandan Rabbime Sığınırım
Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla
“O, size Kitapta: "Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğinizde, onlar bir başka söze dalıp geçinceye kadar, onlarla oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Doğrusu Allah, münafıkların ve kâfirlerin tümünü cehennemde toplayacak olandır.” (Nisa 140)
Sürekli olarak, Allah’a ve yazdığı kadere isyan eden şarkı sözleri yazıyorlar. Anlatabildikleri tek konu da beşer aşkı. Terk edilen sevgili, aldatılan sevgili, gözü yaşı sevgili… Hayatlarının merkezinde sadece karşı cins var. Bu şarkıları dinleyen farkında olmadan küfre düşüyor. Çünkü şarkı sözlerinde, Allah’ın ayetleri münasebetsizce eleştiriliyor. Küfürle oturup kalkan, zaman içinde kalbini küfre kaptırır. Onlar gibi düşünür, onlar gibi yaşar, onlar gibi konuşur. Cahiliyenin hayat felsefesi vardır ve bu hayat felsefesini her yolla topluma aktarır. Bu yollardan biri de, yukarıda özelliklerini saydığım şarkı sözleridir. Müslüman, Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiği şarkı sözlerini dinleyemez. Bu, Allah’ın haram kıldığı bir fiildir. Eğer, bu haramı işlemeye devam ederse, kişi zaman içinde münafık ve kâfir olur, onlara benzer. ( Allah’ı ve ayetlerini tenzih ederiz)
Şarkı dinlemenin dinen hiçbir sakıncası yoktur ve haram değildir. Sakıncalı olan şirke düşüren yukarıda yazmış olduğum özelliklere sahip şarkı sözleridir.
KADINLARA TAPAN ERKEKLER
Kovulmuş Şeytandan Rabbime Sığınırım
Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla
“Onlar, O’nu bırakıp da (bir takım) dişilere taparlar. Onlar o her türlü hayırla ilişkisi kesilmiş şeytandan başkasına tapmazlar.” (Nisa 117)
İnkârcı erkekler, eşlerini Allah rızası için sevmezler,eşlerini seçerken de Allah rızasına uygun olarak seçmemişlerdir.Allah bu yüzden aralarında samimi bir sevgi meydana getirmez. Bir tür şirk birlikteliğidir.Sürekli eşiyle birlikte çekilmiş fotoğraflar bir göz boyamadır.Dünyada birçok sorun varken zina yapmayın, gayri meşru ilişkiye girmeyin gibi mesajlar vermeyi de ihmal etmez.Hâlbuki insanların fuhuş yapmasından daha öncelikli sorunlar var.Fuhşun nedeni de inkârcı felsefi akımlar,Kur’an’ı bırakarak rivayet kültürüne yönelmesi,insanların dinden uzaklaşması.Elbette eşine tapan bir inkârcı erkekten bu tür duyarlılık beklenemez.Kendisi şirk içinde yaşadığından, insanların şirk koştukları için şirk hayatını yaşadıklarını kavrayamaz.
Şirk Evliliği ve Doğal Sonucu Olan: Boşanma!
İslâm ülkelerinde, kadının toplum içindeki konumunu hadisler ve hadis hükümlerini farklı içtihatlara dönüştüren mezhepler belirliyor. Kadın, hadislerde; aklı ve dini yarım, Âdem’in cennetten kovulmasına neden olan, şehvetinin kölesi, okutulmaması ve eğitim verilmemesi gereken, erkeği yoldan çıkarmak amacıyla güzelliğini kullanan bir şeytan olarak tasvir ediliyor. Bu tasvir, İslâm ülkelerinin kadına bakışını belirleyen, toplumun bilinçaltına nakşedilmiş bir tasvir. Bu yüzden kadın, 1350 yıldır erkek egemen toplumun kölesi olarak yaşıyor. Sosyal hayatın içine giremiyor, eğitim alamıyor, dışarı çıkamıyor ve hatta uydurulan hükümlerle regl olduğunda günlerce namaz kılması, Kur’an okuması engelleniyor. Kâbusa dönüştürülmüş bir hayat.
Gelenekçi erkekler, hayatın her alanının dışına itilen kadınla, cinsel ihtiyaçları zina yapmadan karşılayabilecekleri bir hizmetçi rolü vererek evleniyorlar. Evi temizler ve çocuklara da bakar… Kadın, 1350 yıldır kendisine verilen bu rolü kabul etmek zorundaydı, çünkü çalışması ve ekonomik özgürlüğünü eline alması yasaktı. Boşansa, boşanmak istese, hayatı, devletin güvencesi altında değildi. Ayrıca, Kur’an’da olmayan bir hükümle boşanma hakkından da yoksun bırakıldı. Kadın, erkek egemen toplumun kendine verdiği cinsel ihtiyaçların karşılanabileceği hizmetçi rolünü zoraki kabul etti; zira başka çaresi yoktu.
Kovulmuş Şeytandan Rabbime Sığınırım
Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla
“Onda ’sükûn bulup durulmanız’ için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (Rûm Suresi 21. Ayet)
İslâm ülkelerindeki kadınlar, hayatta kalabilmek için erkeğe sarılıyor, sevdiğinden veya saygı duyduğundan değil. Cinsel açıdan kullanıldıklarının da farkındalar. Çaresiz ve çaresiz olduğundan evlenmek zorunda. Başka seçeneği yok. Erkekle bir çıkar ilişkisine giriyor. Cinselliğini sunuyor, üreme sorumluluğu da var. Erkek de aldıklarına karşılık kadının geçimini sağlıyor.
Bu evliliğin temelinde: Şirk var. Eşler, Allah rızasını gözeterek evlenmiyor. Evliliğin temeli, İslâm’a hizmet ve dava kardeşliği için atılmıyor. Çünkü bu tür bir evliliği yapacak Kur’an bilinci hiç kimsede yok. Gelenekçi bir erkekten, eşine saygı göstermesini bekleyemezsiniz; şirk dininin, müşrik âlimlerince aşağılanan bir varlığa! Yazının başında özetlemeye çalıştığım hadislerdeki kadın tasviriyle büyümüş bir erkek var karşınızda. Sevgi ve şefkatin olmadığı bir çıkar ilişkisi. Yani şirk evliliği.
Batı Medeniyetinde de durum pek farklı değil. Kadın, Batıda ekonomik özgürlüğünü eline aldı ve erkeğe ihtiyacı kalmadı. Erkeğe ihtiyacı kalmayan kadın ne yapar? Boşanır. Batılı ülkelerde, boşanma istatistiklerinin patlama yapmasının gerçek nedeni bu: Kadın, Batı Medeniyetinde de aşağılanıyordu, hayatta kalmasının yolları seküler düzenle açıldı ve erkeğini terk etti. İslâm ülkelerinde, özellikle Türkiye gibi gelenekçilikten biraz sıyrılabilen ülkelerde de bu yaşanıyor: Boşanma vakalarının artışı.
Neden?
Kadın, toplumun eşit bireyi olarak görülmek istiyor. Kur’an’ın, hiçbir cinsiyet ayrımı yapmadığını, hurafelerle/ hadislerle Kur’an gerçeklerinin farklı olduğunun farkına varıyor. Zorla, istemediği ve kendisini aşağılayan bir insanla evlenmek/evli kalmak istemiyor.
Hem doğu hem de Batı Medeniyeti Kur’an’daki İslâm’a dönmediği sürece çıkar evliliğine ve boşanma sorununa çözüm bulunamaz.
Toplumsal çözülme ailede başlar. Toplumsal erozyon devam ediyor. Allah’ı seven, birbirini de Allah rızası için seven, cinsiyet ayrımcılığı yapmadan eşit haklara sahip bireyler olarak gören bir İslâm anlayışının, yani Kur’an’daki İslâm’ın topluma tebliğ edilmesi gerekiyor. Hadis ve mezhep hurafeleri çiftleri bir arada tutamaz. Çünkü gelenek baskısı ve ekonomik kısıtlamalar ortadan kalktığında kadın, gelenekçi bir erkekle birlikte olmak istemez. Yakasını Hıristiyan müşriklerden kurtaran ve ekonomik özgürlüğünü eline alan Batı kadını, şirk sistemini sorgulamak ve ders çıkarmak için iyi bir örnek. Türkiye’nin Batısındaki şehirlerde boşanma istatistiklerini -özgürlüğünü kazanan Batılı kadın bağlamında- geç olmadan iyi okumak lazım. Yoksa aile kurumu diye bir kurum kalmaz.
“Müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman eden bir cariye, -hoşunuza gitse de müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman eden bir köle, -hoşunuza gitse de müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar, ateşe çağırırlar, Allah ise kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler.” (Bakara 221)
Neden Acı Çektiğini Biliyor musun?
Kovulmuş Şeytandan Rabbime Sığınırım
Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla
“Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. “(Bakara 286)
Her şeyi Allah’ın yarattığını düşünürsen zor gelmez. Olayların Allah’tan bağımsız geliştiğini düşündüğün için tedirginsin. İçinde akan hüzün nehrinin kaynağı, şirk. Başkaları ve başkalarının gücü, iradesi var ve sana haksızlık yapılıyor, zulmediliyor değil mi? Böyle kötü bir zanda bulunduğundan, Allah’ta sana karşılığını veriyor.
Sana, hiç kimse, hiçbir zaman iyi veya kötü kabul ettiğin hiçbir şey yapamaz. Sen ve benlik verdiğin her kim varsa, istinasız herkes, Allah’ın kudret elinde yaşıyor ve herkes, bütünüyle Allah’ın kontrolünde.
Sahipsiz bir şey yok kâinatta. Kaos yok. Düzensizlik yok. Başıboşluk yok. Her şeyin tek bir sahibi var. Senin de tek bir sahibin var. O’ndan bil. Her başına geleni, sana söylenen her sözü O’ndan bil. O zaman değişim başlar. Değişimin yüreğinde başlayabilmesi için ne dediğini bilmen gerekiyor. Sen La İlahe İllAllah demiyor musun? Ne demek La İlahe İllAllah? Allah’tan başka bir İlah yok. Allah’tan başka bir ilah olmadığına inanıyorsan başına gelen her şeyi O Yaratıyor demektir. Allah da her şeyi bir hayır ve hikmetle yarattığına göre neden endişe ediyorsun?
Başkalarına güç ve benlik verdiğin zaman, Allah bunu kabul etmez ve bunun manevî ve maddî karşılığını sana verir: hüzün, korku, endişe… Kendini sahipsiz görürsün ve her an sana birileri zarar verecek diye düşünürsün, kalbinin tenhalarında yaşarsın. Savrulursun, seni birileri sürekli tanımadığın yeni acılara savurur…
“Kim Allah’a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş kapmış veya rüzgâr onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir.” (Hacc 30-31)
Ama her şeyi Allah’tan bilirsen, herkese ve her şeye kölelik yapmaktan kurtulursun.
“Allah bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah’ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar.” (Zümer 29)
Başına gelen her şey Tek Dostundan. Ve sana sonsuza kadar sürecek güzellikleri vermek için seni eğitiyor. Tek Dostuna teslim ol. Kendini O’na bırak. Hiçbir yükü sırtına almaya çalışma; belin kırk yerden kırılır. Her şeyi bırak, O’na sarıl. O’na, sıkı sıkı sarıl. Dünya hayatı çok ama çok çabuk geçiyor; bir ân önce sarıl Allah’a. Dosttan gelen her şey güzeldir, güzelliktir, hayırdır, berekettir…
“Ve sizin Allah’ın dışında ne bir veliniz vardır ne bir yardımcınız.” (ŞURA-31 ayeti)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.