BİR BAŞARI HİKAYESİ
BİR BAŞARI HİKAYESİ
Onu Isparta Kitap Fuarında tanımıştım. Tertemiz giyinmiş ve yerel yazarlar standına uğrayarak, bizleri ziyaret etmişti. Bekledim, ziyareti bitince görüşmek istedim. Onun hayat hikayesini gençlere aktarmak istediğimi söylediğimde memnuniyetle kabul etti.
SORU: Bizlere kendinizi tanıtır mısınız?
Ben 1946 doğumlu Ömer Gençer, Koçuların Barak yaylasındanım. Aksu ortaokulunun ilk öğrencilerindenim. Ortaokula kadar ayağım lastik pabuç görmedi. Köyde birinin ineği yada eşeği öldüğünde ona bir hediye götürürdük, o da bize çarık yapacak kadar deri verirdi. İşte ayağımızda olan buydu. Babam çobandı, koyunlarımız vardı. Yaz geldi mi köyden Pınar pazarına sekiz saat yürüyerek hayvan götürürdük. Sekiz liralık koyunu iki bilemedin üç liraya almaya çalışırlardı. Ancak bu o zaman için yine de büyük paraydı. Bir sürü koyunu pınar pazarına götürür, kalanı da ucuz-pahalı satar, dönüş yoluna geçerdik. Daha ortaokuldayken çalışmaya başladım, otellerde, lokantalarda, temizlik-bulaşık ne işi varsa yapardım. Ortaokul bitince babama,
-Ben okuyacağım dedim. Babam,
-Sen bilirsin ama bende bir şey yok, biliyorsun dedi. Boynumu büktüm, bunu biliyordum. Soruşturmaya başladım, tavsiye üzerine Senirkent Yapı Enstitüsüne başladım.
SORU: Bize biraz Yapı Sanat Enstitüsünden bahseder misiniz?
Cumhuriyetin kuruluş yıllarında bir Fransız guruba Milli Eğitimimizi örgütlemesi istenmiş. Onların hazırladığı rapor doğrultusunda iki çeşit sanat okulu kurulması planlanmış. Biri bir şeyler yapabilmek için temel bilgileri içeren Yapı Sanat Okulları, diğeri karın doyurmak amacıyla meslek edindiren Meslek Liseleriymiş. Yapı Sanat Enstitüleri sağlıklı evler, fabrikalar,köprüler yapmak için Türkiye çapında yedi tane planlanmış,biri Lefkoşa olmak üzere toplam sekiz taneymiş.Nedense halkımız Yapı Sanatları sevmedi,bu yüzden gelişemediler.
SORU: O günleri biraz anlatır mısınız?
O zaman okulumuz yatılı değildi, Kızılayın yurdu vardı, ben de orada kaldım. Bazen kaymakam bazen öğretmenlerim kullanmadıkları elbise yada defter-kitap getirirlerdi. Harçlığımı çıkarmak için bütün boş vaktimde Konak Oteli, Konya lezzet lokantası, meyhane gibi yerlerde çalışırdım. Bir gün babama,
-Kışlar soğuk oluyor, ceketle olmuyor, bana palto lazım dedim. Beni aldı,bit pazarına götürdü,oradan bir palto aldı.Bu bana biraz tuhaf geldi.
-Baba bu böyle olmadı dedim. Bana baktı,
-Seni bir ustanın yanına mı versek? Deyince ne demek istediğini anladım, boynumu büktüm. Okumak için başka çarem yoktu, ama babamın imkanı olmadığını da biliyordum.
SORU: Peki ya sonra ne oldu?
Lise bitince beni işe alabilecek her yere mektuplar yazıp, durumumu anlattım. Sonra imkanım oldukça yüz yüze görüşmelere gittim. Devlet Su işlerine kaç defa gittiysem artık, mühendis şoförünü çağırdı,
-Bunu ikinci Kovada’ya at gel dedi. Şoför beni götürdü, arabadan inince eşyalarımı da aşağıya attı, beni öylece bırakıp gitti. Etrafıma baktım, hiçbir şey yoktu, bir taşın üzerine oturdum, ne yapayım diye düşündüm. Gelirken bir köyün içinden geçmiştik, İnişli köyü, oraya gittim, birkaç köylüyle konuştum. Sağ olsun benimle geldiler, birlikte çadırımı kurduk, sonra da ilk binaları yapmaya başladık. Sürveyan (Kontrolör) olarak işe alınmıştım, belki de işin zorluğunu görüp, bırakıp, gitmemi istiyorlardı. Gerçekten de iş çok zordu, bir gün çadırıma girdim, kol kalınlığında bir yılan çöreklenmiş bana bakıyordu. Kovduktan sonra yattım, çünkü uyumak zorundaydım. Ara sıra yanıma güzel ciplerle gelip,
-Şöyle yap deyip gidiyorlardı. Aşağı Gökdere ye kadar on iki menfez yaptırdım. Bir gün mühendisin söylediği bir şeyi hatalı yaptırmışım, mühendis işçilerin yanında terslendi. Hatta biraz bağırdı, bende,
-Bir gün okuyup geleceğim, senin amirin olacağım dedim.
Adam ciddiye aldı, beni arabasına bindirip, Ispartaya getirdi. Karşılıklı anlaşma yapıp, beş nüsha yazdık. Şube müdürü, muhasebeci derken ayrı kasalara koyduk, birer tane biz aldık. Buna göre Akşam Tekniker okulunu üç değil, dört yılda bitirirsem ödül verilecekti. Hemen İstanbul’a gittim, bizim atama işlerine bakan müdürden sıra alarak yanına girdim.
-Okumak istiyorum, buraya bir yere atama istiyorum demeye kalmadan beni bağırarak odasından kovdu. Sirkeci’de Gürman otelde kalıyordum, gece pijamamı giyip yattım ama kafam ne yapabilirim diye düşünüyorum. Birden aklıma hemşerim Süleyman Demirel geldi. Bir ara babam Nazmiye hanımın bir yakınıyla aynı yerde askerlik yaptığını söylemişti. Hemen hazırlanıp, otelden çıktım, ilk otobüsle Isparta’ya geldim. Babamı yanıma alarak İslamköye gittik. Süleyman Demirel’in babası Yahya Çavuşu bulduk. Meseleyi anlatınca, kağıt-kalem istedi. Kağıda eski yazıyla bir şeyler yazmaya başladı, ben itiraz ettim,
-Aman dayı dedim, bunu okuyamaz,
-Bilir o dedi.
Kağıdı alıp, Ankara’ya gittim ama Süleyman Demireli hiç bulamadım.Ben de Hacı Ali Demirele gittim,o da kağıdın altına……..Beyin dikkatine yazıp,imzaladı. Sonra da,
-Hadi git dedi.
Tekrar İstanbul’a gittim, beni önceden kovan adamın odasına girdim. Adam kağıdı görünce, bana bakıp, sordu,
-Nereyi istiyorsun?
-İstanbul’u istiyorum, okuluma yakın bir yer olsun dedim.
Neticede Alibey baraj inşaatında göreve başladım. Normalde oraya baraj yapılamaz, zemini çok kötüdür. Süngerimsi bir yapısı var, yüke bindikçe eğiliyor toprak, bu yüzden ABD de Hoover barajı yıkılmış ancak gelecekte İstanbul için suyun değerini tahmin ettiğimizden içme suyu amaçlı bir baraj yapılması kararlaştırılmıştı. İki ABD li mühendis çalışıyor, bizimkilere akıl veriyorlar. Beni de onların yanına verdiler, onlara yardım ediyordum. Tabi bunlar bir gün memleketlerine döndüler ama inşaat bitmemişti. Bir gün Genel müdür geldi, ortalık karıştı, kimse ne yapacağını bilmiyor. Müdür bağırıyor, ben ortaya çıktım,
-Ben bu işi öğrendim, isterseniz devam ettirebilirim dedim.
Herkes şaşırmış bana bakıyordu, çaresiz,
-Tamam dediler.
Artık bana kapılar açılmaya başlamıştı. Kardeşlerimi okuttum, evlendim, iki erkek, bir kız çocuğum oldu. Okulumu üç yılda bitirdim, gelip mühendisin karşısına çıktım. Ödülümü verirken,
-Ben zaten başaracağını biliyordum dedi.
Başlamışken durur muyum, mühendislik de okudum. İşim iyiydi, sonuçta bildiğim işi yapıyordum. Ben bu işlerle uğraşırken Ziya Günaydın da İstanbul’a geldi. O zamanlar kırmızı bir Opel arabası vardı. Beni orada gördü, tanıdığı halde tanımıyormuş gibi davrandı. İlk yıl mühendislik okudu, sonra ne düşündüyse mimarlığa geçti. Ben de daha çok zemin etüdü ve baraj planlama-proje işlerine odaklandım. Türkiye’de birçok barajın plan projelerini yaptım.
SORU: Bu baraj projeleriyle ilgili çok şey söyleniyor.
Şimdi biz proje yaparken maliyet hesabı da yaparız, üstüne % 25 kar payı koyarız. Ancak ihalede adam % 40 fiyat kırıyor. Yani bırakın karı adam barajı maliyetinin altına yapacak. Aslında bunları ihaleden elemek lazım, öyle yapılsa 2886 ihale yasası çok iyiydi ama uygulama hatalıydı. Bunları hep karar vericilere bildirdik ama bunlar hep ekip olunca hırsıza kilit olmuyor. Bazen oluyor, adam ihaleyi almış ancak bakıyor, zarar edecek hemen yukarıdan baraj bağlantı yolları yada sulama ek işleri emri geliyordu.
SORU: Şimdi buna vahşi sulama deniyor. O zamanlar bunun zararı bilinmiyor muydu?
Bizim işleri biraz da olsa bilenler sulama kanaletlerinin aslında çitçiye ihanet olduğunu, toprağa zararlarını bildiği halde bunlara onay verildi.
SORU: Ya sonra,
Sonunda 1996 yılında emekli olmaya karar verdim. Bir gün sabah namazımı kıldım, kitap okuyayım diye niyetlenmiştim, ev telefonum çaldı, baktım Ziya başkan,
-Akrabam ne yapıyorsun?
-İyi dedim.
-Vaktin var mı?
-Var deyince,
-Ben aşağıdayım dedi.
Aşağıya indim, arabasında oturuyordu. Öğrenmiş tabi, Gökçay projesini benim yaptığımı, ondan gelmiş. Yaptığımız projeler bizim çocuğumuz gibidir, yardım istedi, kabul ettim. Projemi büyük ölçüde uyguladı ama üst yapı olmaz dememe rağmen yaptı.
SORU: Hayatınızı hayranlıkla dinledim, gençlere ne tavsiye edersiniz?
Eğer ben kaderim bu diye düşünseydim, normal bir adam olur, çıkardım. Fakat karşıma çıkan her zorluğu ben bunu yenmem lazım diye baktım. İnsan böyle düşününce Allah da yardım ediyor. Yollar art arda açılıyor. Sizi gitmek istediğiniz yere ulaştırıyor. Çok çalıştım, çok da mücadele ettim, sonuçta başarılı olduğuma inanıyorum.