- 380 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
Üç Hikaye
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Mezarımda
36 gün sonra gün yüzüne çıktım. Yerin altındaydım. Ölürüm diye girmiştim önceden yaptığım mezarıma, ölmedim. 36 gün sonra erzakım tükendi. Mezarım da iyice açtım büyüttüm tuvalet ve banyo yeri de kazdım. Su da buldum. Suyoluna bir boru tesisat bağladım. Bidonda çeşmeli. Su giderini de açtığım çukura veriyorum ve zamanla toprak çekiyor. Kış geçti baharda geldi ve mezarımın bulunduğu arsama bostan yapacağım. Yine kışa doğru güzün bostanı bozduktan sonra ve emekli maaşımla diğer öteberileri alıp yine mezarıma uzun boylu gireceğim. Bu arada ara sıra mezarıma girip çoğunlukla barakamda kalıyorum.
Bahçeme fundalık dikmiştim. Baya büyüyüp açıldılar. Onların ortasından mezarıma bir pencere açmak istiyorum. Mezarımda yatarken gökyüzünü seyrederim hem de daha temiz hava alırım. Mezar evim hayattan öbür dünyaya kestirme yol diye düşünüyorum. Ha kitapta okuyorum ve kitapta yazıyorum. Arsamda barakamda var oraya elektrik açtırmıştım. Mezarıma elektrikte çektim. Su çekemdim dediğim gibi kaynak buldum. İşte böyle inşallah mezarımda son nefesimi veririm. Kimseyle pek derdim olmadığı gibi kimseyle iletişim kurup ilişkide ilerletmiyorum artık. Emekli olunca hepten boşa çıktım. Bende kabuğuma çekilmenin bir ötesi mezarıma çekildim. Canlı canlı olarak.
Yerin altı nemli dolayısıyla rutubetli oluyor. Yanlarıma iyi gelmiyor. Ama elektrikli ısıtıcıyla ve yalıtımlı malzemeyle önlemimi alıyorum. Mezarımın iç havasını da ısıtıcıyla çok kurutmuyorum. Böylece böyle sorunlarımı da çözmüş oluyorum. Televizyon izlemiyorum ama internete tabletim var, giriyorum. Dünyadan da haberdar oluyorum. Sosyal medyadan bir kadınla yazışıyorum. Vakit geçiriyorum derken. Bir ruhun zihnime vurgun zihni ise ruhuma musallat olduğunu hissediyorum. Bir kış günü fundalıkların içine açtığım penceremden beni bir kadın dikizlemez mi? Baktım o kadın. Sosyal medyada yazıştığım kadın. Kendimi hiç açık etmedim sanırken kadın beni çözmüş. Bende seninle kalacağım demez mi? Asumancığım bu mezar benim mezarım ve tek kişilik diyorum. Bana mısın demiyor. Şimdi beraber yatıyoruz mezarımda. Hazır mezarıma kondu. Kondu hayat yaşıyoruz mezarımda birlikte.
Karı koca olunca dünya çöker ya mezarımız çökmedi de göçtü. Yani yerin dibine doğru göçtü. Meğer kazdığım mezarımın altı büyük bir yer altı mağarasına açılıyormuş. Allahtan mezar göçerken göçtüğü yerde değildik. Neyse göçük yerinden aşağıya bir merdiven salladık. Aşağıya indik. Cennet. Biraz karanlık bir cennet. Mağaradan sıcak su kaynıyor ve bir gölcük oluşturmuş. Hamamı da bulduk. Karıyı bulmuşken iyi oldu. Yiyip içip çimiyoruz. Hayata yeniden doğduk. Mezarı boş verdik artık mağaramızda kalıyoruz. Bıkınca barakamıza çıkıyoruz. Barakamızı da elden geçirdik. Kimseye bir şey demiyoruz. Yaşayıp gidiyoruz.
Radyosundan Kitabına
Dağlarda çobanlık eden Mahmut, bugün Karadağ’ın adamlar bölgesine gitti. Bir kayanın oyuğuna girdi. Yaslandı. Çantasından küçük radyosunu çıkartı. Açtı ve şimdi küçük radyosunun içinden bakıyor dünyasına. Kaval çalarken koyunları keçileri kavalından çıkardı. Şimdi o radyosunun içinde. Sanki. An ki, güzel zaman geçiriyor şu an. Küçük radyosunun devreleri arasında aklı dolaşırken dinlediği şarkının tesiriyle dünyadan çıkıp evrene düşüyor. Düş kuruyor. Sevdiği kızı ve sevdiği kızı annesinden babasından annesiyle babasıyla istemeyi düşlüyor. Bir an başını sallıyor. Bu sefer gurbete gidiyor. Gurbette çalışıp para kazanıp sevdiği kızı Sibel’i öğle istiyor. Sibel istiyor mu? Diye düşündü. Bakışmışlardı ve Sibel gülmüştü. Mahmut’un gönlünde o an konca gül açmıştı. Daha ne olacaktı. Arada koyunlarına bir baktı ve kanal değiştirdi. Bir konuşma dinliyor şimdi. Mahmut, pek konuşamazdı. Kime konuşabilirdi ki köy yerinde. Daha Sibel’e bile açılamamıştı. Çocukken dedesiyle konuşurdu. Şimdi babasından arada sırada azar işitiyor. Onunla yetiniyor. Arkadaşı Kemal ile ise pek konuşmazlar. Dağı taşı bir gezerler. Derede çayda çimerler. Avuçlarına alırlar dalgalarını ama pek konuşmazlar. Arada sırada laf atarlar o an çevrelerinden geçen köylü akranlarına. Nadir konuşurlar. O da azıcık kızlardan çoğunlukla köy işlerinden ve büyüklerinin davranışlarından. Sıkıldı ve yine kanal değiştirdi. Bu sefer bir radyo oyunu denk geldi. Şimdi onu dinliyor. Ve acaba yazabilir miydi diye düşünüyor. Kendince kendini radyosundaki geçen konularla tartıp değerlendiriyor. Radyosunu elinden yerde bir taşın üzerine koyup çantasında kitabını çıkartı. Mahmut, Nietzsche okuyor. Zerdüşt’ü mü hayır kısa kısa görüşlerini yazdığı kitabını okuyor. Kafasını çok yönlü karıştıranda bu kitap olsa gerek. Bu kitabı tren yolunun orada bulmuştu. Trenden düşmüştü zahir. Bir gün trenle bu kitabın yolundan gidecekti. Emin serzenişte bulundu bu sefer. Felsefe aklını başından almıştı. Okulu bıraktığı yerden okuyup büyük adam olacaktı. Şimdi felsefe öğretmeni oldu. İstanbul üniversitesinde.
Küçük Kız
Küçük kız olduğuna bakmayın büyük cadı çıkacak bunun ruhundan. Canlı zamanla oluşur. Önce anne karnında sonra anne kucağında derken kendi zihniden doğar, insan asıl. Adı gibi dilber bu kız. Dili öğle berber hikâyeleri anlatır ki zamanı tıraş eder sanırsın. Ne anlatır bu kız daha altı yaşında. Dinlediği şeyleri baktığı şeylere bandırarak ruhuna bandıra bandıra anlatır. Annesi anlatır babası dinler ya sonra babası anlatır annesi dinliyor ya işte annesinin babasının konuşmalarını kendince derleyerek dilini döndürüyor. Çok düşünmüyor. Zihnine alıyor belleğine kaydediyor. Ruhunda şekil veriyor. İşte anlattığı ruhunun şeklidir aslında. Bak abisi pek konuşmaz. Abisi düşünür. Çokça. Dolayısıyla abisi dinlediklerini siler, unutur. Başka türlü hatırlar. Ama pek paylaşmaz. O resim yapar. Çok değişik değil doğal bir edimdir. İnsanın yaptıkları genelde. Abisi Tabir, kendisi Masal. Masal kız doğmasaydı. Tabir ’in erkek kardeşinin ismi Terim, olacaktı. Aslında Tabir’in ismini Terim düşünürken. ‘Terim’ kelimesinin anlamını araştırırken ‘Tabir’ kelimesini isim olarak benimsediler. Küçük kız, abisinin ağzı, abisi küçük kızın dili olmuş. Abisinin konuşamadığını küçük kız kardeşi konuşur sanki. Abisi de küçük kız kardeşinin konuşma ahenginde devinimlerinin izleminde ailesinin hayata bakış resimlerini yapar. Bilimsel bakıştaki açılaması bu yönde olur. Ancak. Cümle ailesi, hayata bilimsel bakışta bir ailedir. Bir aile bakar konuşur dinler ve şehre kök salar. Ne kadar büyüyebildiyse o kadar nam salmıştır mahallesine. Bir ağaç gibi. Cümle ailesi mahallesinde bir fidan ama zamana aşılanmış bir fidan gibi diri ve iyi bir fidan gibi aile ağaçları. Özellikle küçük kızları, öğle güzel çiçek açmış ki rüzgâr onun küçük bedeninden bir rüzgârgülü dönmeden teninden yumuşamadan geçemez. Küçük kızın busesini alır mahallede gezdirir. Rüzgâr, insanın dilinin doğada başlangıcıdır. Dil ise doğada tüm nesnedir. Rüzgâra yön veren güneşe gölge tonunu bırakan. Yoksa dil nesnelerin neliklerini nasıl döndükçe tanımlar ve açıklardı. Küçük kız ailenin en çok konuşan ferdi olsa da ailenin küçük dilidir. Mahallenin hıçkırığı. Küçük kızı çok benzettim her şeye sevip okşayıp geçemedim bir türlü. Her küçük şey büyüyecek birçok şeydir. Ondan çok takıldım bu küçük kıza. Büyüyüp bedeni olgunlaşıp sonra ruhuna çökecek. Yaşlanacak. Ama küçük kız diğer küçük kızlarda tekrar var olacak. Hep yenilenip tazelenecek. Kaç kişilik oluşumumuz var dersek birçok dönemden ibaret olsa da birçok özel anlarda özel olarak kişiliğimizde değişir ve de dönüşür. İşte bu özel anlarımıza özel olan çocuklarımızdır. Bu küçük kızda olduğu gibi. Küçük kız büyüdü ve ünlü bir ressam oldu. Abisi de iyi bir siyasetçi çıktı. Nasıl dersiniz. Ne yaparsak yapalım birine öykünüp onu anlattığımızda zamanla onun karakterini alır ve bir yaşam edinirken mesleğimizde olur. Abi kız kardeş büyümeleriyle bir birlerinin karakterlilerini de değiş tokuş etmişlerdir. Tabir biraz çocuksuysa Masal biraz daha olgundur. Davranışlarının çekim kuvvetini bir birlerinin yaşları belirlemektedir. Küçük kız, büyük ressam oldu. Abi Tabir, iyi bir siyasetçi oldu. E bize ne? İşte mesele. Nasıl ki hücrelerimiz arasında bir iletişim bir bilişim organ ve vücutsa toplumda iletişim bilişim olarak beden canlılığımıza paraleldir. Bir birimizi kanımız canımız içinde var edip toplum içinde paylaşıyoruz. Hiç kimseyi ve hiçbir canlıyı es geçmeyeceğimiz gibi cansız varlıkları da es geçemeyiz. Yürürken bir taşa takılsak içimizde bir ura sebep olabiliriz. Toplumumuzla çatışırsak içimizde bir organımızın kanser olmasına da sebep olabiliriz. Ya dua ibadet utalım ve tekrarladıkça hatırlayarak düzenli mesafe, bağışıklık kazanalım. Ya da bilip not alıp hastalandıkça iyileşelim. İşte küçük kız bana bunları düşündürdü. Tanıyıp bilmesem de hemen var oluşunu kurgulayıp aile yapısını düşüncelerime göre tanımladım. Aşağı yukarı. Düşünürken küçük kız benliğimi sardı vücudumun her hücresine taşınarak aldığım ve verdiğim nefesle yeniden doğdum. Bu hikâye şu an yazarken benim yeniden doğuşumdur. Bu yeni doğuşuma vesile olanda anlattığım küçük kızdır.
YORUMLAR
Birinci hikâye kısmını okumuştum son derece etkili bir anlatımla hem de üç ayrı hikaye ile ilgiyle okunan bir paylaşımdı, gönülden kutluyorum tebrikler üstâdım.
Daha nice paylaşımlar diliyorum.
Sonsuz selam, sevgi ve saygılarımla.
Naki Aydoğan
hocam değişik bir anlatım değişik bir çalışma okudum keşke böyle bir çakma ahıret dünyası yapma imkanı olsa da bizde yapsak yinede denemek lazım doğa ile baş başa yaşadığında o sonsuzluk dünyasında yaşıyor gibisin kutluyorum çalışmanızı
Naki Aydoğan
Yazdığım şiir ve yazılarımı beğensem de pek belli etmem. Bu üç hikayeyi yazdıktan sonra beğenme botuna basmıştım. Günün yazısı seçilmiş. Şaşırdım. Hiç beklemiyordum. Çünkü ben hep yazmayı düşünür ama diğer yazın arkadaşlarımla öğle çok paylaşıp şenlenmem. Bu yüzden pek ilgi çekmem diye düşünüyordum. Birde çoğunlukla şiirlerim beğeni alıyordu. Yazılarım henüz beğeni pek almamıştı. Bu yüzden de şaşırdım. Seçici kurula teşekkür ederim. Pek tatmadığım bu duyguyu bana yaşattıkları için.
Ertürk Mustafa
OLMADIK OLUR MU HER ŞEY OLDUK OLUR BİRGÜN
ÜÇÜNÜ DE OKUDUM PSİKOLOJİK TAHLİLLERİNİ BEĞENDİM
ÇOK ÇOK VE CANDAN KUTLUYORUM 05. 07. 2023