- 268 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
‘’HİCRET’’____’’ZAHMET GÜNÜ’’
‘’HİCRET’’____’’ZAHMET GÜNÜ’’
Hicret; Bir yerden bir yere göç etmek anlamı taşır. Göç bedenen de olsa fikren de olsa hicret anlamı taşır. Toplum düzenini bozan bir guruptan ayrılıp düzenli bir hayata yürümekte bir nevi göç sayılır. Küfür lügatinden ayrılıp sükût alemine dönmekte bir yerde göç sayılır. İki kişinin, iki ailenin, iki gurubun birbirleriyle anlaşmayıp birinin alanı terk etmesi bir nevi göç olabileceği gibi ‘’HİCRET’ ’anlamıda taşır. “Hicret” in kelime anlamı “iki kişinin aralarındaki husumetten dolayı dostluklarını ve ülfeti sona erdirmeleridir.” Daha sonra bu kelime “bir kimsenin kerih gördüğü herhangi bir şeyden uzaklaşması” anlamında da kullanılmaya başlanmıştır. Terim anlamı ise Müslümanların müşriklerin hâkimiyeti altında yaşadıkları yerde ve civarında kendilerini güvende hissetmemeleri nedeniyle evlerini ve yurtlarını terk ederek güven içinde yaşayabilecekleri başka bir yere intikal etmeleridir.
Peygamberimiz Mekke zenginlerinin güven vermemesinden epeyce tedirgin olmuştu. Zira Peygamberimizin tebliğine engel olmaya çalışıyorlar ve zorluklar çıkarıyorlardı. İslam’ı seçenlere çeşitli zulümler uyguluyorlar, Mekke dışına çıkmaya zorluyorlardı. Peygamberin tebliğine uyanlar güvenli bir şekilde yaşayamıyorlar tedirgin oluyorlardı. Müslümanlar hiçbir hususta kendilerini güvende hissetmiyorlardı. İslamın güçlenmesi için bazı kararlar alınması gerekiyordu.
Peygamberimizin ilk istişare sünneti o zaman yapıldı. İnananları etrafında toplayarak hepsine ayrı ayrı danıştı istişare etti, netice olarak Habeşistan ve Medine’ye göç gündeme geldi ve göç için bazı kararlar alındı. Peygamberimiz şunu çok biliyordu; Mekke müşriklerinin olduğu yerde islam devletinin kuruluşu mümkün değildi. Mekke’den Medine’ye göç islam da yeni tebliğ şeklinide başlatacaktır. İslâm tarihinin başlangıç sürecinde gerek Müslümanların Habeşistan’a hicretleri, gerekse Hz. Peygamber’in (sav) Müslümanlarla birlikte Mekke’den Medine’ye göç etmeleri, sıradan bir vatan değişikliği değil, hususen İslâm tarihinin, umumun de dünya tarihinin en mühim hadiselerinden biridir.
Kur’ân- Kerîm’de şu şekilde işaret edilmiştir: “Onlar ki, hicret ettiler, yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar öldürüldüler. Ant olsun ki, ben onların kötülüklerini örteceğim ve altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım” Ayetiyle peygamberimiz bazı inananları Habeşistan’a hicret konusunda razı etti ve onları Habeşistan’a gönderdi. Bu günkü Etiyopya’nın yerinde olan Habeşistan kıralı çok adaletlidir ve kimseye zulüm etmez miş onun için sahabeleri oraya yönlendirmiş peygamberimiz. Bilhassa kabileleri içinde himayesiz kalan Müslümanlara Habeşistan’a şu sözleriyle hicret etmeleri tavsiyesinde bulundu. “Şayet isterseniz Habeşistan’a sığının. Zira orada ülkesinde hiç kimseye zulmedilmeyen bir hükümdar vardır. Orası bir doğruluk ve hakikat ülkesidir. Allah kolaylık verene kadar sizler orada kalın demiştir.
İlk hicret burada başlamıştır. Medine’ye göç ile ilk islam devleti şekillenecektir. İslâm tebliğinin yeni dönemini başlatmıştır, Hicretin İslâm ve dünya tarihinin seyrini değiştiren son derece önemli sonuçları olmuştur. İlk İslâm devlet tecrübesi Medine’de oluşmaya başlamış, Mekke’nin fethiyle her ne kadar bu hususi süreç sona ermişse de şartlar oluştuğunda hicret devam etmiş ve edecektir. Hicret, peygamberler ve bütün peygamberlerin tebliğ ettikleri ilâhî hakikatlerin son temsilcisi Hz. Peygamber (s.a.v) için ilâhî bir kaderdir. Habeşistan’a hicretten sonra Medine’deki küfrün baskısı hafifleyince Müslümanların bir kısmı Mekke’ye geri dönmüşlerdir. Müslümanların sayısının giderek artması, özellikle Medinelilerin Mekke’ye gelerek Resulullah’a biat etmeleri, Habeşistan muhacirlerinin bir kısmının geri dönmesi Mekke müşriklerinin dikkatinden kaçmamış, onların Müslümanlara karşı tavırları daha da sertleşmiştir. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v), Müslümanlara Medine’ye göç emrini vermiştir.
“Onlar, haksız yere, sırf, Rabbimiz Allah’tır demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış kimselerdir.” “Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, elbette onları dünyada güzel bir şekilde yerleştiririz. Ahiret mükâfatı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi...” ayetleri Müslümanların Mekke’den ayrılarak. Medine yönetiminin şu sözleri hicret için dönüm noktası olmuştur. Medine’ye gelmesi halinde kendi canlarını, eşlerini ve çocuklarını korudukları her şeyden kendisini de koruyacaklarına dair güvence vermeleri üzerine Resulullah (s.a.v) “Allah, Medineli Müslümanları sizlerin kardeşleri, yurtlarını da emin olacağınız bir belde kıldı.” diyerek onların bu davetini kabul etmiş ve Müslümanlara Medine’ye hicret etmelerini emretmiştir. “Ey iman eden kullarım! Şüphesiz ki benim arzım (yeryüzü) geniştir. O halde ancak bana kulluk edin. Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz. İman edip Salih amel işleyenler var ya, onları içinden ırmaklar akan ve içinde ebedi kalacakları cennet köşklerine yerleştireceğiz. Çalışanların mükâfatı ne güzeldir! Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir.
Müslümanları hicret için teşvik etmiş, hicret nedeniyle karşılaşabilecekleri zorluklara dikkat çekmiş ve sabretmeleri halinde elde edecekleri dünyevi ve uhrevî mükâfatları müjdelemiştir. Resulullah’ın emri üzerine Müslümanlar gruplar halinde Medine’ye hicret etmeye başlamışlardır. Kendisine hicret emri gelmediği için Mekke’den ayrılmamış olup tebliğe devam etmiştir. Mekke müşrikler darul netvede toplanıp çözüm aramışlardır, çözümün ancak Muhammedîn öldürülmesi ve sonuçta da diyetle işi kotaracakları fikri ağır basmıştır. Ortak görüş olduğundan herkes mutludur. ortak bir plan konusunda anlaştıklarından ötürü bugüne “zahmet günü” denmiştir.
‘’Ey Muhammed şimdi sen emrolunanı açıkça ilan et ve yerine getir’’. ‘’Ortak koşanlara da hiç aldırış etme şüphesiz biz Allah ile başka ilah edinen alaycılara karşı sana yeteriz’’. İleride bilecekler. Bu ayet nazil olmadan peygamber hicretle ilgili tebliğini gizli gizli yapıyordu. Ayetin nazil olmasıyla beraber açıktan aleni tebliğe devam etti. Küfrün alay ve istihzalarına tekzip ve işkencelerine maruz kalmalarına rağmen sessizliği seçip karşılık vermemişlerdir. ‘’Sabret senin sabrın ancak Allah’ın yardımıyladır’’. ‘’Sana tuzak kurarlar onlara üzülme. Zira Allah inananları savunur’’. Açıktan islamın tebliğ dönemi çok sıkıntılı geçmekteydi. Baskı ve şiddet artmıştı. Şartların çok ağırlaşması üzerine istişare sonucunda Medine’ye hicret izni çıkmıştır. Resulullah’ın emri üzerine akın akın göç başlamış ve Medine yollarına revan olunmuş. Diğer sahabilerin hicretinden pek korkmayan müşrikler Resulullah’ın gitmesini istemiyorlardı. Hatta evi etrafında nöbetler tutmaya başladılar ve her hareketini gözetlemeye başladılar.
Hicret emrini alan Resulullah bir gece Hz. Ali’yi yatağına yatırarak bir avuç toprak alıp Yasin suresinin ilk sekiz ayetini okudu ve dışarıdakilerin üzerine serpti. Hepsi de uyuya kaldı. Resulu Ekrem Hz. Ebu Bekir ile aralarından geçerek çıkıp gittiler. Onlar Muhammed’e tuzak kurdular. Allah’ta onlara tuzak kurdu. ‘’Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır’’. Sabah olduğunda baktılar ki Resulullah’ın yatağında Hz. Ali yatıyor. Anlamışlar ama Resulü Ekrem savr mağarasına ulaşmıştır. Gittiği yeri kimse bilmemektedir. Sadece Ebubekir’in çobanı biliyor. Onlara süt ve et veriyordu. Mekke müşrikleri iblisi kılavuz seçmişler iz sürdürüyorlardı İblis mağaraya vardığında burada dedi ama mağaranın ağzına örümcek ağ örmüş kapısındaki ağaca kumru kuşu yuva yapmış. Mağaraya girilme emaresi olmadığı için iblise inanmamışlardır.
Müşrikler kapıya gelince Ebubekir’in dizinde yatmakta olan Resulü Ekrem’in yüzüne Ebu Bekir’in ağlamasından kaynaklı bir damla yaş düşüyor. İki cihan serveri uyanıyor, nedenini sorduğunda; Geldiklerini ve bulacaklarını ağlayarak anlatıyor. ‘’Bu benim fikrim: Tasavvuf burada doğmuş ve Resulü Ekrem’in sünneti olmuştur. ’’KORKMA DİLİNİ DAMAĞINA YAPIŞTIR; DİŞLERİNİ BİRLEŞTİR GÖNLÜNDEN ALLAH DE’ ’emrini veriyor Sağına dön dediğinde mağazanın dibi deniz gemi bekliyor. Onlar buradan girerlerse, bizde buradan deryaya açılırız diyor.
’’Doğruluk ve esenlik içinde Mekke’den çık, yine doğruluk ve esenlik içinde Medine’ye gir’’ Buradaki anlam şu olsa gerek; seni Mekke’den çıkarıp, Medine’ye ulaştıracak biziz demek istiyor Allah. Bu aynı zamanda doğruluk ve esenlik içinde girilecek yerin ÖLÜM, çıkılacak olan yerde öldükten sonra DİRİLMEK olsa gerek. Bir başka deyişle peygamberlik görevini üstlenmesi ve görevi yerine getirilmesi anlamına da gelir. Sürake b. Cüşum, müşriklerin peygamberimizin başına konan yüz deve ödülünü almak için atıyla hicret yolcuların peşinden gitmeye başladı. Bir ara atının tökezlemesi ile attan düştü devam etmek istedi bu defa atının ayakları kuma saplandı ve oradan kurtulamadı. Durumun tam anlamıyla Allah’ın bir tuzağı olduğunu anlayın Sürake yakalamaktan vaz geçip geri dönmeyi tercih etmiştir.
Bu konuyu Abdurrahim Reyhan Hz. leri ağlayarak anlatmıştı da bütün tabileri göz yaşı dökmüştü. Resulu Ekrem Küba’ya ulaşınca Gülsüm’ün yanında konaklamış oradan da Sad’ı bin. Haysemenin evinde kendisini görmeye gelenleri kabul etmiştir.
HİCRET
Bir makamdan diğer makama
Bir bilgiden bir diğer bilgiye
Bir halden diğer bir hale.
Fenadan Bekaya
Ten şehrinden can şehrine yolculuktur.
Peygamberimizin sadık dostu sonradan da damadı olan Hz. Ali üç gün sonra Mekke’den ayrılarak Küba’da hicret yolcularına dahil olmuştur. Havalar çok sıcak ve sıkıcı olması cumanın da yaklaşması nedeniyle hemen bir mescit yaptırdı ve ilk cumasını Muhacir ve Ensar ile kuba mescidinde kıldırdı. Hac ve umreye gidenler mutlaka ziyaret ederler. Bize de ziyaret etmek nasip oldu inşallah.
Kubâ mescidinde namaz kılmak temeli takva olan mescit içinde namaz kılman takvaya daha layıktır. ’orada temizlenmeyi seven adamlar vardır, Allah’ta onları tertemiz sever’ ’İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat edenler ve (Muhacirleri) barındırıp yardım edenler birbirlerinin dostlarıdırlar." Kuranı kerimin 27 yedi yerinde ‘’İHVAN’’ diye geçen birbirine kardeş edilmiş Müslümanlardan bahseder.
Cehaletten bilgi ve irfana
Kötülükten yardım ve rahmete
Bedenden ulvi aleme
Kendi varlığından tüm alemin sahibine
Kendini bilmekten kemalata ermektir HİCRET.
Mescidi Küba’dan ayrılan Resulu Ekrem güzergâh üzerinde o kadar çok kabileler kendilerinde kalmasın istemelerine rağmen devesinin ipini serbest bırakıp o görevinin memurudur der ve nerede durursa orada konaklayacağını söyler. Deve nihayet hurma kurutulan bir sahaya gider orada oturur. Burası Neccar kabilesinden iki yetim çocuğun arazisidir. Buraya yakın olan Ebu Eyyüb Halid b. Zeyt’ in evinde yedi ay boyunca oturur ve tebliğini bu evden yürütür. Mescidin yapımı yedi ay sürmüş, inşaat bitince de buradan ayrılmıştır. Bundan sonra Mekke’den Medine’ye hicret etmek isteyenler işkencelere maruz kalmış, malları ellerinden alınmış, fakir bırakılmışlardır. ’’ŞÜPHESİZKİ RABBİN EZİYETE UĞRATILDIKTAN SONRA HİCRET EDEN SONRA ALLAH YOLUNDA CİHAD EDİP SABREDENLERİN YANINDADIR’ ’ayeti nazil olur.
_3_Bazı Müslümanlar tüm engellemelere rağmen hicret için Mekke’den ayrılıyorlardı. Bazıları Mekke müşrikleri tarafından yakalanarak geri getiriliyorlardı. Bir kısımda Mekke müşriklerinin baskısına dayanamayarak işkencelerin altında söz ile irtidat ettiklerini söylemişlerdir. Burada şu notu düşmek gerekiyor. Zulmün sınırı yok, kimisi sıcak kumlara yatırılıp bedenlere taşlar konarak bazılarının azalarına zarar verilerek yapılmıştır. İrtidat etmelerinin en büyük nedeni yapılan işkencelere dayamamalarıdır. ’’Allah’a inandık derler, bir ezaya uğratılınca da insanlardan gördükleri baskı ve işkenceyi Allah’ın azabı gibi tutarlar’ ’Her şeyin en iyisini bilen en doğrusunu bilen Allah onları ikaz ediyor ve onları kınıyor’’.
Allah yine de onlara bir açık kapı bırakıyor. Cihat edenlerin yanında olacağını söylüyor. Bu zulümle sözde döndürüldüğünü zannettikleri Müslümanları cihat etmesi karşılığında bağışlayacağını bildiren Allah birçoğuna müşriklerin kılıçlarına hedef olmuş ve şehitlik mertebesine ulaşmışlardır. Bir kısımda Medine’ye ulaşabilmiştir. ’’Allah elbette kendisine iman eden ileride bilir ve münafıklarıda bilir’ ’Emri ilede içi başka dışı başka olanları uyarmıştır. Bazı Müslüman olupta yapılan işkenceye dayanamayıp bizde sizden olduk diyenler karamsarlığa düşüp islama girdik ve geri çıktık diyerek bizim tövbemiz kabul olmaz diye umutsuzluğa düşmüşlerdir. Bunun üzerine ‘’Ey Allahın kulları Allahtan ümidinizi kesmeyiniz, zira Allah bütün günahları affedendir’’.
Peygamber’den önceki dönemlerde de peygamberlerin ve onlara inanan insanların kâfirlerce hicret etmeye zorlandıklarından ve bunların inançları uğrunda yurtlarını hem işkenceden hemde Allahın emri olan hicreti gerçekleştirmek üzere yurtların ayrıldıkları vakidir. İbrâhim peygamberin , kavminin kendisini ateşte yakma teşebbüsünün ardından, “Doğrusu ben rabbimin emrettiği yere hicret ediyorum” diyerek önce Filistin’e, ardından Mısır’a göç edip daha sonra da Ken‘ân diyarına yerleşmiştir.Lût, peygamber görevini yaparken kâfirlerin azgınlık ve ahlâksızlıkları karşısında Cenâb-ı Hak’tan aldığı emirle bir gece vakti inananlarla birlikte yurdundan çıkmış, arkasına dönüp bakmadan gitmesi isteyen Allahın emrettiği yere doğru yürümüştür Mûsâ, Allah’ın emriyle geceleyin Mısır’dan yola çıkardığı İsrailoğulları’nı göç ettirmeyi başarmış, peşlerine düşen Firavun ve ordusu ise denizde boğulmuştur.
Hasılı bütün peygamberler hicret etmiş ya da zulümle hicrete zorlanmışlardır. kâfirlerden görülen eziyet ve baskılar, hak dini tebliğ imkânının ortadan kalkmış olması onları göç etmek zorunda bırakmıştır. Peygamberimizin Medine’ye gelişi, muhammedül emin oluşu evs ve Hazrec kabilelerinin arsındaki kavgayı kesebileceği ümidi en yüksek seviyede idi. En son kavgaları Buâs denilen yerde cereyan etmiş ve her iki taraftan pek çok kimse ölmüştü. Gerek Buâs gerekse daha önce yapılan savaşlar birçok ocağın sönmesine yol açtığı için Hazrec ve Evs İslâmiyet’i tanıyınca bu yeni din sayesinde aralarındaki düşmanlığın kalkacağını ümit etmiştir. Buas savaşı bu iki kabilenin İslamiyet’e girmesine sebep olmuştur. Nitekim Hz. Aişe’nin, “Buâs, Allah’ın Resulullah için hazırlamış olduğu bir gündü” dediği nakledilir Öte yandan, şehrin İslâmiyet’in çevreye kolayca yayılmasına imkân sağlayacak merkezî bir konumda ve müdafaaya elverişli coğrafî bir yapıda olması, ayrıca kervan yollarının üzerinde bulunması da hicretin sebepleri arasında sayılır.
Hicret hem muhacirler hem Ensar açısından son dere büyük önem arz eder. Kazanan muhacir ve Ensar olmuştur Kaybeden ise müşrikler olmuştur. “Öne geçen ilk muhacirler ve Ensar’la onlara güzellikle tâbi olanlar, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır’’ bu ayette zaten açık açık bunu belirtiyor. ’’Eğer hicret şerefi olmasaydı ben muhakkak Ensar’dan bir fert olmak isterdim’’ diyerek hem muhacirleri hem Ensar’ı yüceltmiş oluyor. Çok konuda önceliği muhacirlere vererek onların önceliğini doğrulamış oluyorlar.
Mekkeli müşriklerin yakınlarından Risalet Penah efendimizin yanında hicrete katıldığını ve Medine’ye hicret ettiğini gören anneler ve babalar; Oğlum geri dönünceye kadar Şu başım güneşten başka bir şey görmesin diye’’ ısrarını belirtmişlerdir. Onların geri dönmeleri için bazı yöntemler uygulamışlarsa da Fayda vermediğini görmüşler ve iyice kinleri artmıştır.
Bu hadise üzerine yeni bir ayet inmiştir. ’Biz size anne ve balarınıza karşı itaati emrettik, Şayet onlar seni hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa bu takdirde onlara itaat etme’ ’diyerek islam dışına çıkarmak isteyen annen babanda olsa itaat edilmeyeceğini bildirmişti. Hicreti ilk yılından itibaren her Ensar muhacirlerden birisini kardeş alarak bağlarını güçlendirmişlerdir. 186 ailenin kardeş ilân edildiği bu uygulama sadece şekilde kalmamış, muhacirler ve Ensar kan bağından öte bir bağlılıkla birbirlerine bağlanmışlardır. Hatta mirasla ilgili ayetler gelinceye kadar bu kardeşler birbirine vâris dahi oluyorlardı. Siyasî, iktisadî, içtimaî, dinî ve askerî pek çok fayda sağlayan muâhât, İslâm toplumunun yapılanmasındaki rolü bakımından hicrete anlam kazandırmış ve muhacirlerin Medine’deki hayatlarını kolaylaştırmıştır.
Siyasî açıdan hicretin büyük bir değişime imkân sağladığı aşikârdır. Mekke’deki müşriklerin baskıları karşısında pek çok eziyet ve işkenceye maruz kalan Müslümanlar hicret sayesinde güç bulmuş ve Hz. Peygamber’in önderliğinde bir devlete kavuşmuşlardır. Medine şehrinin o zamanki adı (Yesrib) “fesat” anlamındaki bir kökten geldiği için hicretten sonra Resûl-i Ekrem tarafından “hoş ve güzel” manasında Teybe veya Tâbe’ye çevrildi. Bununla birlikte daha çok Medînetü’r-resûl (Medînetü’n-nebî) yahut Medîne-i Münevvere adıyla anılmaya başlamıştır. Mekke’denMedine’ye büyük fedakarlıklarla bedeller ödeyerek hicret eden ilk müslümanlar’’Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz’’
Medîne-i Münevvere Müslümanların kurdukları devletin ilk başşehri oldu ve bu konumunu Hz. Osman’ın şehit edildiği tarihe kadar korudu. Ayrıca Resûl-i Ekrem, Hz. İbrâhim’in hareminden (Mekke) sonra bu yeni merkezin de harem olmasını Allah’tan niyaz etmiş, niyazının kabulü üzerine de şehrin doğusundaki Harretüvâkım ve batısındaki Harretülvebere ile güneydeki Âir (Ayr) ve kuzeydeki Küçük Sevr dağları arasında kalan ve yarıçapı yaklaşık 22 km. olan daire şeklindeki alan şehrin harem bölgesi olarak kabul edilmiştir.
Dinimizde Allah’ın yasaklamış olduğu şeylerden uzak durmak, insanın nefsinden kaçıp Allah’a sığınması ve haram kazanç elde eden kişilerin, Allah’ın rızasını kazanmak için helal kazanç yolları araması da hicret olarak kabul edilir. Gerçek hicret bir yerden bir yere göç etmek değil gönülden Allah’a doğru yol almaktır “Hicret, sadece bir yerden başka bir yere göç etmek değildir. Kötü alışkanlıklardan kurtulup iyi alışkanlıklar edinmek; nefis, cehalet ve ahlaksızlık ülkesinden aydınlık ülkesine yol almak da bir tür hicrettir
BÜTÜN peygamberler bir şekilde hicreti yaşamışlardır. Hem ülkelerini terk etmişler hem de insanlığı cehalet karanlığından aydınlık ülkesine hicret ettirmişlerdir. Yüce Allah aşağıdaki ayetlerde hicret etmeyi bir emir haline getirmiştir. Ayetler şöyledir: “Allah yolunda hicret edenler"; "Pisliklerden hicret et”. Şimdi Kur’an’da hicret etmenin ne anlama geldiğini görebiliriz: Saçma laf konuşmak, kötü şeyleri terk etmek; uzak durmak, ayrılmak yalnız bırakmak, gelmek, dönmek; terk etmek, manalarına gelen hicret, İslam tarihinin en önemli olgularından birini teşkil etmekte ve Allah uğruna yapıldığı için de ibadet olmaktadır.
Hicret dirilişin manevi timsalidir. Sadece asrı saadete hapsetmen olmaz sadece o döneme özgü saymak, İslamiyet’i o döneme has kılmakla eş manada sayılır. Çünkü insan, kıyamete kadar hep yaşar hicreti. Tasavvufta 79 ahlakı zemime vardır. Bu sıfatların her birinden kurtulup hicretle ahlakı Hamidiye’ye göç ederiz. Bir nevi kötü ahlakı terk eder güzel ahlaka hicret ederiz. Hicret, iman etmeden önce nefis ülkesini vatan edinen insanların, nefis ülkesinden gönül ve akıl ülkesine göç etmesidir. Zaten bu hicret gerçekleşmeden öteki hicretin gerçekleşmesi mümkün değildir. Nefis ülkesini yurt tutan şeytan, insana ağır baskılar uygulamakta, ona entrikalarla yaklaşmaktadır.
İman, insanı o diyardan kurtarıp güven, sevgi, düşünce ve bilinç ülkeleri olan beyin ve gönül ülkesine hicret ettirmektedir. Bu tür hicret, hicretin en önemli basamağını teşkil etmektedir. Din eğitiminin ana hedefi, insanları akıl ve gönül ülkesine hicret ettirmek olmalı ve ancak bunu gerçekleştirdiğinde kendini başarılı saymalıdır.
Hicretin, sosyal ahlak açısından ihtiva ettiği bir manası daha vardır ki o da kötü alışkanlıklardan, kötü ortamdan iyi alışkanlıklara, iyi ortama hicret etmektir. Ahlaksızlık diyarını terk edip iyiler diyarına göçmek de bir büyük hicrettir. Onun’ ’Pislikleri terk et ‘’ayetinde anlamını bulur. Yaşamımızdaki tüm kötü hasletleri terk ederek nefis ülkesinden hicretin oluşması için iman şartı vardır.
İman olmadan hicrette gerçekleşmez. İman ile irade birlik olursa gerçek manada hicreti yaşarız. İman ve irade bir yerde gücünü bilgiden alır. Bilgisizlik ve cehalet iman ve iradeyi zorlar dolayısıyla cehaletten hicreti gerektirir. Bir başka deyişle bilginin meydana getirdiği hicrettir. Cehalet ülkesinden aydınlık ülkesine gitmek de bir hicrettir, belki de hicretlerin en büyüğüdür İnsan uyanışının. İnsan Uyanışını başta nefsinde yaşar. Kendini Allah’a kul olmakta uzaklaştıracak nefsinin telkinlerinden rabbine sığınarak yaşar. Ailesi ve çevresinde de hakeza. Hicrete devam ettikçe ufku aydınlanır, değeri artar ve manevi yükselişlerle Salihler zümresine ilhak olunur.
Toplumların ve milletlerini Önderleri olan büyük alimler vardır. Türk milletinin büyük önderlerinden Horasan alimleri gelişmek güçlenmek ve milletin terakkisi için halkını Anadolu’ya yönlendirerek bir nevi Allah’ın emri peygamber sünneti olan hicreti gerçekleştirmişlerdir. Büyük alimlerden Ahmet Yesevi talebelerini Anadolu’ya göndererek hicret ettirmiş hemde Anadolu’daki insanların cehaletten bilgiye, şer yaşamdan güzel hayata geçmelerine yani hicretlerine sebep olmuşlardır.
Büyük tasavvuf alimi Muhammed Sami hz. Van’dan Erzurum’a, Erzurum’dan Bayburt ve Erzincan’a göç ederek hicretini geçekleştirmiştir. Ondan sonra yolunu devam ettiren Muhammed Beşir bazen Bayburt bazen Erzincan’a yerleşerek gittiği yerlerde aydınlık meşalesini yakmıştır. Onun talebesi Dede Paşa ise Türkiyenin her yerini gezerek manevi iklimin yaygınlaşması için bütün gayretini bu yola vermiştir. Abdurrahim REYHAN hz. leri ise bulunduğu yerden ayrılarak İstanbul’da otağını kurmuş irşadına burada devem ederken, vefatı üzerine yolun devam ettirici Avni REYHAN hz. İzmir’de otağını kurarak islamın meşalesini söndürmeden devam ettirmektedir. Dikkat edilirse Allah dostları her hâlükârda peygamber sünneti hicreti yaşayarak yaygınlaştırmaktadırlar. Bir sonraki otağ nereye kurulur bilmiyorum.
Mekke’den Medine’ye peygamberimizin hicreti ilk hicreti de değildir. İslam tarihine baktığımızda Çocukluğundan beri muhammedül Emin özelliği ile biliniyordu. Toplumun içinden, Bilgisizlikten, ilgisizlikten, mekândan sıyrılarak Hira’ya hicret ediyor ve içindeki bilgisizlikten, bilgiye, zahirinden, Allah’a hicret ediyordu.
Hira günlerinde kendisini manevî, zihnî ve psikolojik bakımdan geliştirmeye çalışan Hz. Muhammed, burada kaldığı süre zarfında sadece etrafındaki mevcudatın ve mahlukatın durumlarını düşünmekle kalmamış bizzat kendi nefsiyle de ilgilenmiş, nasıl yaratıldığı, ne tür nimetlerle donatıldığı, geleceğinin nasıl olacağı, yaratılış gerçeğini ve daha pek çok hususu düşünüp, tefekkür edebilme imkanını elde etmiş, böylece ruhî-manevî olgunluğunu geliştirmeye çalışmıştır.
Bir nevi zahirden batına hicreti gerçekleştirmiştir. Hira’yı neden seçtiği ise büyük bir anlam ifade etmektedir. Hz. Peygamber bir taraftan uzlete çekilirken diğer taraftan da Kâbe’den ayrı kalmak istemediğinden Hira’yı tercih etmiştir. Hıra ve beyt iki ana karargâhıdır. Hz. Peygamber de nübüvvet görevi kendisine tevdi edilmeden önce Mekke’deki uzlet geleneğine uymuş, bilhassa otuz beş yaşında iken yerine getirdiği Kâbe hakemliğinden sonra başlayıp vahiy alana kadar Hira’ya uzlet için gidip gelmiştir. Onun burayı uzlet için tercih etmesinde kendisinden önce Mekkelilerden örneklerin bulunması etkili olmuştur. Ayrıca buranın Mekke’ye yakın olmakla birlikte şehrin kalabalık ve gürültüsünden etkilenmeyecek bir noktada bulunmasının rolü vardır. Diğer taraftan Hira’nın Kâbe’yi net bir şekilde görebilecek bir konumda olması Hz. Peygamber’in uzlet için burayı kullanmasında önemli etkenlerdendir. Zira uzlet için bile olsa Hz. Peygamber, Kâbe’den tamamen uzak kalmamak için Hira’da kalmış, böylece buranın konumundan yararlanarak Kâbe’ye olan özlemini gidermeye çalışmıştır. Hz. peygamberin dahi kendine has hicreti varsa onun ümmeti olan bizlerinde hicreti vardır. Aydınlık ülkesine yapılan hicret zordur. Hem zordur hemde çok yavaş işler. Cehaletin insanları boğan kara bulutlarından kurtulup aydınlık ülkesine hicret etmek, ancak bilgi gibi çok büyük bir değerin işidir. Bilginin elde edilmesi çok zaman almakta ve çok ağır işlemektedir. Akıl güneşinin doğduğu bu aydınlık ülkesine hicret etmek, çok büyük bir kurtuluş ve çok büyük bir saadettir. Demek ki Kuran, akıl, düşünce, iman, irade ve bilgi ile insanı nefis, cehalet ve ahlaksızlık ülkesinden alıp aydınlık ülkesine hicret ettirerek insanlığın hayatında kökten bir değişim meydana getirmektedir. İşte Peygamberimiz ‘in Mekke’den Medine’ye olan hicreti bunlar vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Bu hicrete, sadece bir göç olarak bakmak doğru değildir; zira o, cehalet ülkesinden Kuran’ın, aklın, bilginin, iman ve iradenin oluşturduğu aydınlık ülkesine yapılan bir hicrettir. (Devem edecek)
HİCRETİN SONUÇLARI
İslam’ın yaygınlaştı ve güçlendi bütün insanlığa adaletli bir yaşam sundu, dolayısıyla daha geniş bir alanda daha çok kişilerle irtibat kurarak hem alan açısından hem de nüfus açısından güçlendi.
Kısaca Şöyle diyebiliriz; Yayılmak yaygınlaşmak için çıkılan yolculuktur.
Hicret sosyal hayatı geliştiren, canlandıran Müslümanları insanları etkileme ve gelişmeleri yönünde çok mesafe kat ettirmiştir.
İslami ticaretin ana kurallarını Medinelilere öğretmiş buda dünyada yayılarak toplumlar arası ticaret ahlakı oluşmuştur.
Hem ticaret yönünden hem ekonomik yönünden toplumda bir intizam oluşmuş ve huzur yaratmıştır.
Hicret ile müşriklere bir güç olduklarını kendileri ile anlaşmazlık durumunda anlaşma imzalayabileceklerini göstermesi bakımından da önem arz etmektedir. Siyasi diplomatik yönünden de bariz faydaları olmuştur.
Hicret olayından sonra İslam’ın yayılması ve dünyada bilinmesi bakımından çok etken olmuştur. Şu bir gerçek eğer çözümü olmayan bir sorunun olduğu yerden kavgaya tutuşmadan oradan ayrılmayı öğretiyor.
Zira Lailahe illallah Muhammet Rasülullah kelimesi onları tedirgin ediyordu. Bu söz hem onu söyleyen için hem de Mekke devletinin oligarşik yönetimi için son derece önemliydi. Bu sözü söyleyen mü’minler, eski inançlarını, ahlâklarını, hayata bakışlarını, anlayışlarını, daha doğrusu atalarının ve bilhassa Mekkelilerin sömürü aracı olan dinlerini terk ediyorlardı.
Hicret yolculuğu sıradan bir göç değildi. Bu bir ekonomik nedene dayanan yer değiştirme, daha rahat yaşam elde etmeye yöneliş, ya da başka diyarların altınlarını veya başka zenginliklerinin çekici daveti değildi.
Bu hicret aydınlığa, kurtuluşa, İslâm’ın nuruna, İslâmî tebliği en uzak yerlere kadar götürebilme imkânına, Allah’a hakkıyla kulluk yapma fırsatına uzanan bir yolculuktu.
İslam hicretle devletleşti, kendi hâkimiyetini kurdu, ayrı bir güç ve taraf olarak ortaya çıktı ve Medine’den diğer insanlara rahatlıkla ulaşabilme yolları açıldı.
Bir başka deyişle diğer beldelerin insanları hicretten sonra İslâm nimetiyle ve onun nuruyla tanışma imkânına kavuştular.
Hicret, sonuçları yönünden üzerinde önemle durulması gereken bir olaydır.
Müslümanlar Mekke’de iken, oradaki site devletinin vatandaşları idiler. Hukuk yönünden mevcut otoriteye bağlı kabul ediliyorlardı. Putperest olan otorite sahipleri ise, ataları adına uydurdukları din ve sistemle insanlara hükmediyorlar, saltanatlarını sürdürüyorlardı.
Hicret öncesi varlıkları fiilî bir varlık iken, Hicret sonrası hukukî bir varlık oldu. Hicretin altıncı yılında Mekkeliler, daha önceden yok etmeye çalıştıkları Müslümanlarla ‘’Hudeybiye’’ anlaşmasını yaptılar, onları hukukî bir taraf olarak tanıdılar.
Hicret, bir kişinin itikadı uğrunda malını-mülkünü feda etmesini ve sevdikleriyle yakınlarını terk etmesini ifade eder. Pek çok peygamber, imanları uğrunda hicret etmek zorunda kalmıştır. Daha fazlasını siz yazabilirsiniz.
===============================AR==========================
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.