- 431 Okunma
- 5 Yorum
- 3 Beğeni
YETERİNCE YAŞANMIŞ KENTLER
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Dışarıda uzanmış yatıyor şehir. Özlem yüklü tren çığlığı binlerce insanın düşlerine haykırıyor. Uçsuz bucaksız pencereler, çatılar, bacalar, bizler buradayız diyor gecelerce yağmuru yedikten sonra. Çocuklarımızın başında dururken hüzün bize doğru eserek çatlakların arasından gözyaşlarını sızdırmaya başlıyor. O parlak siyah hayaletin, dondurucu yalnızlığın içimizde tırmanışı başlıyor. Hüznün ocağına düştük işte. O uzakların, o dile gelmezin, o belirsizin ocağına düştük. Hüzünlerin gözyaşlarının haykırışların ocağına düştük. Hadi bakalım, gecenin sükûnetinde haykır, suskun yalnızlıkta haykır. Damarlarımızdaki bütün kanımızla bu haykırışın ocağına düştük, düştük işte.
Ve bizler bu şehirdeyiz. Bu insanı altında ezip suyunu çıkaran taştan dağın en altında hiçbir sesin bize seslenemediği, hiçbir kulağın bizi işitmediği hiçbir gözün bizi görmediği bu şehirde yüz olmaktan çıkmış, yüzlerin önümüzden geçip gittiği bu kentte yalnızız, isimsiz, sayısız. Paylaşmalardan uzak, kalpsiziz. Dur durak bilmeden bir başlangıçtan, sığınacak bir limandan yoksun yosunlardan farksızız. Zaman ırmağında taşlara tutunup kalmış yosunlar yosunlar. Derinlerden çıkıp gelen, sonra geride iz bırakmadan dünyanın sularına dalıp kaybolan yosunlar, yüzler, insanlar. Ve bu şehirde bizler yersiz yurtsuz ve ağaçsız, kuşsuz, balıksız, yalnız, yitik... Dışarıda uzanmış yatıyor şehir. Şehir bunaltıcı, karanlık, tehditkâr. Şehir büyük ve zalim, şehir suskun, mağrur, taştan ve ölümsüz. Aralıksız yağan yağmur kesildi sıvışıp gitti. Dışarıda uzanmış yatıyor şehir suskun taştan gri ötekiler gibi.
Duvarlardan, harçtan, toz topraktan ve çimentodan bir denizin eline bırakılmışız. Duvarlardan binaların cephelerinden, demirden, betondan ve lambalardan oluşan şehirde yitiğiz. Ne yapacak bu şehirde ilkbahar? Nabız atışlarımızla, burunlarımız, kulaklarımız gözlerimizle, kaldırımlara, taşlara, katran, dubalar ve kanallara zincirlenmiş, kaçış için bir hedeften yoksun çatıların altında ezilmiş, bodrumların tavanların ocağına düşmüşüz. İşte buyuz bizler. İşte bu haldeyiz. İçimizdeki ve çevremizdeki canavarların eline düşmüşüz. Oysa bizler sanki önümüzde yaşayacağımız sonsuz zaman varmış gibi gülümsüyoruz. Ve ayrılık kapı tokmaklarına tünüyor, üşüyerek, saatlerin içinde sırıtarak tik tak edip duruyor ve bizler yaşıyoruz dışlayarak ölümü. Oysa vedalar içimizde çoktan hazır. Bekliyoruz. Tüm ölümleri içimizde taşıyoruz. Beynimizde, kalbimizde, ciğerlerimizde, kanımızda. Her gittiğimiz yere taşıyıp götürüyoruz ölümümüzü. Bir okşayış sağanağında hem kendimizi hem ölümü aklımızdan çıkarıyoruz. Ve ölüm ve ölüm ve ölüm iniltilerimize kekemelerimize gülüp duruyor. Bizim yok oluşumuz küpeşte arkasından bize bakıp sırıtıyor, arabaların altında pusu kurmuş bekliyor bizi. Köprülerin ayaklarında çatırdayıp duruyor. Yok, oluşumuz kaçınılmaz.
Tekrarlanıp duran işlere koşturuyor, doruklara yükselmekle övünüyoruz, ölçüsüzlüğün elinde esiriz. Düşünmeden sürekli binalar inşa ediyoruz. Yakında dünya dev bir şantiyeye dönüşecek. Delilik dev binaların altında kuluçkaya yatıyor. Buralarda milyonlarca uyurgezer ve kör uğultunun içinde otomatlar gibi didinip duracak, soluksuz kalana dek.
Sınırsız bir ilerlemeye doğru gidiyoruz. Eserlerimizi tahayyül edemiyoruz yani onlar bizi aştı. Ölümün gölgesinde inşa etmeye devam ediyoruz binaları, duvarları, ölüm için olgunlaşıyoruz…
Sanılandan daha çabuk geleceğiz bu hale. Bugünden yarına uçuruma yuvarlanmış olacağız ve orada uyanacağız. Son yolculuğumuzu yaptığımızı hissedecek kadar kısa bir süre içinde bile olsa.
Ölüme doğru yürüyoruz…
Can çekişme tercihi bize kalan son tercih olacak
Kendimizden kaçarak kendimizi arıyoruz. Yaşadığı dünyayı yeniden düşünmek yerine yok olmayı tercih ediyoruz.
Yolu kaybettik.
Bir gün, harabelerin ortasında yeniden düşüneceğiz
FATMA LEYLȂ DENİZ 06/06/2023 Yazımı günün yazısı seçen kurula ve okuyan herkese çok teşekkür ediyorum.
YORUMLAR
Hani deriz ya -olumlu- tersinden mi kalktın?
Herkes gidiyorken Mersin'e sen gidersin tersine.
Tığ inceliğinde örmüş Yazar.
Okurken içi acıyor insanın.
Bir yanı çılgınlık tadında hayasızca tüketir ve tükenirken insanın ansızın uyanması...
Daha doğru, uyandırılması.
Eeee...
Ne olacak şimdi?
Pişman olsak.
Gidip dönsek.
Sak...
Sek....
Aynısı olurdu, hakikat.
O halde, şişedir kırılırsa yapılmaz.
Mevla'ya sığındım.
Çok saygımla Şairim.
Çok güzel bir anlatım. Kentler kentler bir yönüyle umut ekmek kapısı;
bir yönüyle kuru fasulye kuru nohut kaynayan koca koca kara kazanlar.
Uzatmadan bilgiçlik taslamadan söylemem gerekirse. Kent deyince
72 milletin kaynaştığı maxim mekanları çok yönlü ima imaj benzetme
betimlemelerle doyurucu bir paylaşım olup köşeyi hak etmiş yakışmış der
yazarını kutlarım emeğine harsına saygıyla