- 174 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Muhafazakârlık ve Medeniyet
"Muhafazakârlık ve Medeniyet" Kitabı Üzerine Değiniler
"Muhafazakârlık ve Medeniyet" Yazar İsmail Özmel’in, Yade Kitap etiketiyle okurlarıyla buluşturduğu eseri. Muhafazakârlık konu muhteviyatında ayrıntılı bir tanımlamanın yanında olması arzu edilen taraflar ele alınmaktadır. Bunlarla beraber konunun çıkmazları, eğitim, kültür, din boyutu, tarihsel perspektif süreci, sanat ve medeniyet olguları üzerinden işlenmektedir. Sanatın, muhafazakârı olup olmayacağına yönelik birçok soruya da cevaplar aranmaktadır.
Muhafazakâr düşünce üzerine yapılan eleştirilerin yanında çözüm önerileri, gayretin ve üretimin içinde olması arzusu taşınır. Muhafazakârın yaşadığı sorunları çözmeye müteallik olmasında ki donanım gücünün artırılmasına vurgu vardır. Tanpınar’ın "devam ederek değişme, değişerek devam etme" türünden bir çok anlayışın güç kazandırdığına inanılır ve en azından muhafazakârın kendi mecrasında yenileşmesi arzulanır. Bu etki gücü muhafazakârı kuramsal, düşünsel ve duygusal boyutlarıyla besleyecektir.
Yazar, sanat üzerine uzun uzun mülahazalarda bulunmaktadır. “Bir sanatın gelişmesi için ilk şart hürriyet ortamı ise ikincisi de kabiliyetleri keşfeden ve geliştiren eğitim sisteminin mevcut olmasıdır veya kurulmasıdır diyebiliriz” (sayfa 48) Yani sanat gibi eğitim gibi kültür gibi din gibi birçok konu açılımlanarak ana konuya dâhil edilmektedir. Daha çok da çağın ayırt edici gücü (farikası) bilim ve sanat üzerinden ele alınmaktadır. Ayrıca geniş bir perspektiften konu ele alınıp toplumumuzun geneli üzerinde sorgulamalarda bulunulmaktadır. “Temel kitabımızın mahiyetini; Peygamberimizin güzel ahlakını tamamlamak üzere gönderildiği gerçeğini dahi öğrenemediğimizi ve öğretemediğimizi üzülerek belirtmek durumundayız” (sayfa 29)
Muhafazakârlığın tanımı şu şekilde yapılır. "Muhafazakârlık fertler ve aileler arasındaki düzeni ve devlet nizamını bozan faaliyetler karşısında düzeni, ahlakı, insanı ve aileyi savunan bir tutuma muhafazakâr bakış diyebiliriz. Toplumun yani milletin birikimlerine ve huzuruna sahip çıkmak anlamına gelir" (sayfa 167) Ve ayrıca "Tarih bir tecrübeler yekûnudur" anlayışındaki bir hareket tarzıyla da iki yüz hatta üç yüz yıllık zaman diliminde Osmanlı ile Türkiye Cumhuriyeti döneminde muhafazakârlığın kritiği yapılmaktadır. Daha çok olumsuz gidişatlar bir bir masaya yatırılıyor diyebiliriz. Her ne kadar muhafazakâr anlayışlar birçok eleştiriye maruz kalsa da sonuçta tarihe, geçmişe dair retrospektif bilgimiz daha çok gelenekçiler ve muhafazakârlar üzerinden yol almakta olduğunu söylesek yeridir.
Bu konu edebiyat ve sanat çevrelerinde zaman zaman konu edindiğini görmekteyiz. Muhafazakârlık tartışması enikonu bir çerçeve de birçok mecrada ele alınmaktadır. Bu bağlamda yazar şunları söylemektedir. "Muhafazakâr anlayışı tenkit etmek, eksikleri görmek ve eksikleri tamamlamak gibi bir alışkanlığı da yok. Sanki kusursuz ve evrensel (cihanşümul) bir gelişmeyi her yönüyle gerçekleştirmiş aman bozmayın diye başında nöbet tutuyor gibi muhafazakâr düşünce" (sayfa 51)
Yazar elbette ki kendi fikriyatı ve muvacehesinde konunu kritiğini yapmaktadır. Farklı bakış açılarında olanların bunlara itiraz noktaları olacaktır muhakkak. Ama konumuz bu değil elbet. "Laiklik prensibine uymak bizi Orta Doğu karmaşasından kurtaran ve ayırt eden birinci faktör budur. İkinci faktör demokrasidir. Kamil manada demokrasi dinin de ibadetin de hayatın da güvencesidir" (sayfa 192) Çok çeşitli demokrasi ve laiklik anlayışları olduğunu düşünürsek, bu iki kavrama bu kadar büyük ulvi anlamlar yüklemeye itirazların olması da kuvvetle muhtemeldir. "Tarihte konuşulan ütopyalardan birisi de İslam birliği hayalidir" (sayfa 109) Aynen bunun gibi gerek Türk birliğine ve gerek batı ile gelişmiş ülkeler muhasır medeniyetler tanımlamalarına yönelik pozitif yaklaşımlar sergilenirken, bunun gibi İslam birliği tezini ütopik görülmesi aynı şekilde birçok itiraz noktaları oluşturacaktır. İslam birlikteliğinin daha uzak bir birliktelik olarak görülmesinden ziyade ütopik görülmesine yönelik bir itiraz noktası olacağı kanaatindeyim. Hatta "Böyle Osmanlıcılık, İslamcılık gibi ütopyalar hangi kaynaklıdır" (sayfa 150), "İmparatorluğu yeniden kurma hayali, tamamen siyasi bir intihar projesidir. Bakalım hangi balıkçının oltasına takılacaklar" (sayfa 71) Bu cümlelerin önleri ve arkaları vardır ama yine de bunun gibi keskin ifadeler daha çok da farklı fikirde olanların pek hoşlarına gitmeyecektir. Biz fazla tartışmaya, polemiğe kapı aralamadan konunun muhteviyatına dönelim izninizle.
Yazarın mülahazasında sanat olgusunun çerçevesi ayrıca şu şekildedir. "Sanat eseri onu meydana getiren unsurların ve sanatkârın dışında bir gerçekliktir. Müstakil kişiliği vardır" (sayfa 11) Bunun yanında din, sanat, kültür ve medeniyet kavramları üzerinden muhafazakâr insanın çıkmazlarına vurguda yapılır. Mesela din, sanat ve muhafazakâr yapı hakkında şu şekilde bir tespitte bulunulur. "Dinimiz sanat faaliyetlerine bir sınırlama koymuyor, biz kişisel yorumla, İslam’ı karıştırıyoruz. Tıpkı fıkhı din zannettiğimiz gibi" (sayfa 13)
Yazar, anlatımını destekleyen, konunun özüne sirayet eden alıntı birçok sözü de yazılarına misafir eder. Bunlardan birkaç tanesini alıntılayacak olursam. “Aşksızlara benim sözüm, benzer kaya yankısına” (Yunus – sayfa 98), “Kötü tohumlar önce ekeni zarara uğratır” (sayfa 105), “Sanatta hüner abesten istiğnadır” (Rıza Tevfik Bölükbaşı, sayfa 106 ) Gibi.
Muhafazakârların sanatta, kültür ve medeniyet arenasında yol katetmesi, kendisini ifade edebileceği kavramlar oluşturabilmesi, daha da görünür olabilmeleri gayreti gerektiriyor. Sadece kendi logos merkezli düşünme çabasında olmaması en azından iyi bir başlangıç olsa gerek. Bir nevi empati denen olgu, düşünceyi daha da zenginleştirecektir. İnşa edilmiş olan kanonik muhafazakârlık yapının iyelik ve korumacılık cihetinin yanında nitelik yanıyla da ilgilenilmesi elzem olacaktır. Ama insan tabiatı genetiği, irsiyeti, ilerlemeci ve akılcı ciheti kadar gelenekçi, ruhçu ve muhafazakâr yönlerinin de olacağı muhakkak. Her ne kadar değişmezlik tutuculuğun (konservativ’in) mayası da olsa kendi içerisinde bir nitelik ve iyelik durumu oluşturacaktır. Bu bağımlılık haliyle iradi törpülenmeye ve yıpranmışlığa mahal verecektir. Sevgi, hoşgörü zıtlığına ve yılgınlığına karşı bir direnç şekli oluşturacaktır. Mesela insaniyetçi (hümanist) çerçeveden ele alınan Mevlânâ ve Yunus örneğiyle orijinal Türk hümanizmasının resmi de genişleyecektir.
Farklı farklı fikriyatta olan muhafazakâr kesimleri kültüre, sanata yönlendirmek; müdavimlerini aydınlatıcı, geliştirici, yetiştirici bir tesir yapacaktır. Böylelikle her bir sanat referanslarıyla birlikte ikame olup gotik yapısına bir açılım getirecektir. Bir nevi bilinç mahsulüyle uç verecektir. Muhafazakâr düşünce yapıları artılarıyla eksileriyle hayatiyetini sürdürecektir. Gelenekçi ve muhafazakâr anlayışlara yapılan her bir reddiye, ete kemiğe kaynamamış bağış bir organ gibi işlevsiz olmayacaktır. Öz olarak yazar, konu muhteviyatını hep bizim değerlerimiz ve kültürümüz üzerinden kritik etmektedir. Ülke meselelerine eleştirel bir bakışla çağdaş değerlerle birlikte ülkemizi ve milletimizi ayakta tutan değerlere sahip çıkmamız gerektiğine vurgu yapmaktadır. Yazarın dediği gibi “bu hamur daha çok su yer ve daha çok yumruklamak gerekir ki mayalanabilsin” (sayfa 16) İyi okumalar.
İlkay Coşkun
29.06.2023
Kültür Çağlayanı Dergisi
Sayı 86, Mayıs Haziran 2024
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.