- 472 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SENECA'YA MEKTUP
19 Kasım 2020
Saygıdeğer Seneca,
Ben görevimi yapıyor dünyadan olup bitenlerden söz ediyorum.
Önce şunu söyleyeyim ki çok berbat bir dünya. Erdemli olan ya da az çok öyle görünmesini bilen yok değil var. Onların da belli başlı tutkularına ilişmeyeceksin ha! Birçoğu şerefe, üne düşkün. Pohpohlanmaya bayılır, ama alçak gönüllü görünürler. Bu durumu alkışlanmak için gösterdikleri çabadan anlayabiliriz. Öyle ki bu onlardaki kendini beğenmişliği kendisini üstün görme duygusunu açığa vurur. Bunlar iyi olanların portresi. Geride kalanlarda ise sadece çıkarını düşünme, hasetlik, kıskançlık, kalpsizlik, kötülük ve aldatma davranışları yaygın. Ha bir de gaslighting, mobbing, sosyopat, narsist, kronik yalancı ve psikolojik vampir gibi kavramlar da girdi hayatımıza. Kötüler, beceriksizler övülüyor, yere göğe sığdırılamıyor, iyiler yeriliyor oradan oraya sürülüyor. İyi ve başarılı olmak suç. Kul hakkı unutulmuş.
İnsani ilişkilerde içtenlik, süreklilik, sosyal dayanışma, birlikte duygu paylaşımı anlamını yitirmekte ve zedelenmekte. Sahip olmak üzerine bir yaşam kurulmakta artık. Cep telefonları olmadan hareket edemez oldu insanlar. Teknomedyatik ortamda insanların eylemde bulunurken ahlâki değerleri geri plana atma eğilimi de artmakta.
Teşhircilik, ifşa etme, mahrem sırların açıklanması, hislerin herkes önünde dillendirilmesi merak uyandıran cazip şeylerin ortaya konulması gibi davranışlar, kamusal çıkarlara uygun eylemler kodlanıp yaygınlaştırılmakta, meşrulaştırılmakta. Bu şekilde ifşa kültürünün bir parçası olmaya zorluyorlar insanı. Algılarla yaşıyor, gerçekle yüzleşemiyorlar.
Üzüntünüzden sinsi bir sevinç duymayacak ya da bu yüzden sizi hor görmeyecek bir kişi bile bulup da derdinizi dökemezsiniz. Mutluluklarınızı ve başarılarınızı mı anlatıyorsunuz, yüreklerinde hemen kin doğar, iyilik mi yapıyorsunuz, minnet duygusu omuzları çökertir ve bu yükü silip atmak için bahaneler uydurulur. Bir kaç yanlış iş mi yaptınız, hiçbir zaman silinmez onlar, hiçbir iyilik de düzeltmez onları artık. Aklı eren aydın kişileri mi gider görürsünüz onlarda kendilerinden başkasına kulak asmazlar; sizi aydınlatmak zahmetine katlanmazlar ve hatta bunun için ücret bile isterler. Aklı kıt kişilere de işiniz düştü mü onlar da aldıkları rolü beceremezler, bocalarlar, kısırlıklarının, kafasızlıklarının kusurunu size yüklemeye kalkarlar hatta suçlarlar. Herkes kendi kendine bir paye vermiş, yetmemiş başkasını da beğenmez olmuş. Akıllısı yoksa duygulusu da mı yok diyeceksiniz? Yok, bir tane bile yok, candan ve vefalısı. Dostluk aslı astarı olmayan bir kuruntu gibi. Yalnızlığa mahkûmsunuz.
Kalabalıklar içinde herkes yalnız.
Bu devir herkesi bir şekilde yalnızlığa sürüklüyor. Mananın bir değeri, samimiyetin bir karşılığı yok artık. Gönülden söz söyleyen naif insanlar yok, kayıp. Hassas kişilikli zarafet sahibi kişiler, katı ve acımasız dünyanın düzenine ayak uyduramıyor.
Sanırım en kıymetli nesnemiz masumiyeti ve sevginin temeli olan merhameti yitiriyoruz.
Maruz kaldığımız kötülükler bizi münzevileştiriyor.
Memnuniyetsizlik almış başını gidiyor. Şükretmek yerini nankörlüğe bırakmış artık.
Her şeyi hızla tüketiyoruz; duyguları, sözleri, zevkleri, doğayı, insanlığı… Bazıları için yaşamak su içmek kadar kolay. El âlemin gidişine bırakıyorlar efendim kendilerini. Akışkan ve akıcılar. Oysa hep değişik ve yeni yeni dağları, tepeleri tırmanmak zorunda olduğumuzu unutuyorlar.
Entelektüellerin bile tek bildiği insanlarla oyun oynamak, yalan söylemek. Hiçbiri dünyayı yeniden düşünmek üzerine kafa yormuyor, hiçbiri bize gerçekliği ölçüp biçme imkânı vermiyor, pek çoğu sosyal medya denen mecrada sayılara dayanan kariyer peşinde; görgü kurallarını incitmeden birbirlerinin gözlerini oyma sanatındaki ustalıkları hayranlık verici! Giderek en yıpranmış ve en utanç verici köhnelikteki düşünceleri sürdürmeyi başarıyoruz bunların yüzünden.
İnsanların çoğu zaaflarını, utanç verici niyetlerini, tahakküm tutkularını ve açgözlülüklerini belli etmiyorlar. Aslında şahsi hırsları ve kötü niyetleri kalplerini çürütmüştür. Oysa olması gereken kişinin kendi iç varlığı ile objektif gerçekliği barıştırmak, yani yalan söylememektir.
Uygarlık, bütün bir insanlık âleminin, bütün bir hayatın, tarihin üstüne alıcı bir kuş gibi tünemiş onulmaz bir yara. Çünkü biz, her şeye, elimizden gelmeyen bir hayat yükledik. Adına ister uygarlık deyin ister medeniyet deyin eserlerimizin ortasında, deliliğe mahkûmuz. Kullandığımız imkânların ruhuna asla sahip olamıyoruz, kendi aralarında uyuşmayan planlar üzerinde yaşıyoruz, birbirlerimizin çağdaşı bile değiliz. Ölçüsüzlük bizim ortak paydamız. Tutarsızlıktan asla şaşmıyoruz, en hayranlık verici bahanelerle nesnelliğin içini boşaltıyoruz ve diyalektiğe başvurarak hakikatten gizleniyoruz. Referans noktalarını keyfimizce çoğaltma ve ihtiyaçlarımıza göre bunları değiştirme sanatında mahiriz. Sonunda bir labirent içinde dönüp durur hale geldik. Kendi müşkül durumumuzu meşrulaştırıyoruz. Artık her şeye izin var ve kimse sorumlu değil. Şimdi bizler kendimizi insan olarak hisseden otomatlarız. Manevi çöküşümüzün içine yan gelip uzanıyoruz. Bizi hayatın içinde sürükleyen şeyden kopmayı reddederek kendi yitimimize doğru yuvarlanıyoruz, büyülenmişiz, razıyız. . .
Ölüme doğru gidiyoruz, tıpkı okun hedefe doğru gitmesi gibi, asla ıskalamayacağımız da kesin. Ölüm bizim tek kesinliğimiz, tek gerçeğimiz, öleceğimizi daima biliyoruz. Senin de söylediğin gibi” Ölümün seni nerede beklediğini bilemezsin, dolayısıyla ona her yerde hazır ol.” Haklısın herhangi bir zamanda, herhangi bir yerde, biçiminin bir önemi yok. Çünkü ebedi yaşam diye bir şey yoktur. Ölüm özlem duyduğumuz istirahattır. Hayat ve ölüm birbirine bağlıdır. Başka şey talep edenler imkânsızı isterler ve tek elde edecekleri ödülleri ise yok olup gitmek olacaktır.
Yetmez mi bu kadar artık, düşüncelerimi daha uzaklara götürmek istemiyorum, yoruldum. Dağlardan, ovalardan, kırlardan süzülmüş tomurcuklarla dolu bir mektup yazmak isterdim oysa.
FATMA LEYLȂ DENİZ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.