- 424 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
Kalk!
Evimden onbeş bin km uzakta okyanusun kenarında çok yüksek bir kayanın tepesinde tek başıma oturuyordum. Güneş aynı tüm umutlarım gibi neredeyse battı batacaktı.
Akşamın serin rüzgarı görebileceğim en sert öğretmen gibi ardarda tokatlayıp duruyor, onu görmezden geldikçe daha şiddetli vuruyordu. Sanki canımı yakarsa beni, ayaklandırabileceğine dair büyük bir inanca sahipti. Bir ara gözümden akan yaşı, benim silmeme bile müsade etmeden kendi hiddetiyle kayalara savurdu.
Çok inançlı, istikrarlı ve güçlüydü. Ona odaklanmamı başarmıştı. Dünyanın yükünü sırtımdan almış ve aklımı ona kilitlemişti. Sert zulmüne ne kadar tahammül edeceğimi sınıyor, sabır gösterdikçe kendi gücünden şüphe edip hiddetleniyor hatta bu sabrımın sebebini anlayamadığı için nedenini merak edip, dört bir yandan saldırıyordu.
Oysa herşeyin açıklaması ne kadar da basitti. Ben onun için orada değildim, istese de istemese de birazdan çekip gidecektim. İnsanın bir süreliğine uğradığı yaşam gibi...
Sonra "ya öyle değilse, bana başka birşey anlatmak istiyorsa" diye bir kez daha düşündüm, başka bir açıklama daha keşfettim. "Kalk" diyordu "benim doğam bu, durmam ve yıkarım, sabır gücün var diye sabır göstermek zorunda değilsin haydi kalk".
İnanın çok fena bir kalkış ve uyanıştı. Belki bir gün uzun uzadıya anlatırım ama "var" diye kurban ettiğiniz şeylere lütfen tekrar bakın, üzerinde bir daha düşünün. Aslında "yok" olan şeylerin, gerçekte "var" olan şeylerinizi tüketmemesi dileğim ve sevgilerimle...
Serpil Çavuşoğlu
Nam-ı diğer: Serp
YORUMLAR
Bir süreliğine terk ettiğimiz kendimizle buluşmamız hep çok uzun süre alıyor. Giderken bıraktığımız yaraların izlerini temizlemek de yorucu oluyor diye, öksüz öykülerle kavuşuyoruz ben'liğimize... Kalk... Ya ayaktaysam ve oturacak dermanım yoksa... Kalk, ruhum koşmaktan yorulduysa... Sıkışmış düşlerde öle geliyoruz...