- 309 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BEYANI (!)ESAS ALAN MUTLAK BEYANDAN YOKSUN KALIR
Bir yaşamın fıtrat kodlarını imha etmek istiyorsanız, insanlığın, cinsiyeti, rengi, yaşadığı yer, etnik kökeni ve dilleri üzerinden pozitif bir ayrım yaparak, onları adil yönettiğinizi söylemeniz yeterlidir.
Yeryüzünün dengesini bozan güçler, yeryüzünde yaşayanları belli özelliklerine göre sınıflandırarak, onların yaşam standartlarının belirlenmesinde belirleyici olmuşlardır. Bu güçler, yaşadığımız evrende, insanlığın elde ettiği birikimlerini ve gelişmişliklerini daima kendi kullanım alanları içine koyarak sahiplenmişler ve bu birikimleri insanlığı ifsat etmek için kullanmışlardır. Bunun en açık örneğini görmek için, geçmişten günümüze bilim ve teknolojinin hangi alanda daha çok etki yarattığına bakmanız yeterlidir.
Teknolojinin günümüzde zirveye yaklaştığı, hatta bilimsel gelişmelerin Nirvana’sı olarak görülen dijital ve yazılım çağı, insanlığın huzurunu yok ederek nasıl bir fayda sağlamış olabilir ki! Bilimsel tüm çalışmalar huzurlu bir yaşam sürmek isteyen insanlığın yaşamına katkı sunarak, onları daha huzurlu ve mutlu kılıp, insanın düşünebilme melekelerini canlandırması gerekirken, bugün geldiğimiz noktada insanların büyük bir çoğunluğunu, bilimsel gücü ele almış olanlara köle yaptığını görmekteyiz. Bu kölelik sürecinin her yeni bilimsel buluşlar sonrasında hızlanarak geniş kitleleri kuşattığını söylemek sanıyorum abartılı olmayacaktır. Her yeni buluş, bu buluşların elde ettiği teknolojiyi kullanan ve benimseyen kobaylarını çoğaltıyor, insanların üretici dinamiklerini ve yetilerini imha ediyor insanı bir teknoloji bağımlısı köle haline getiriyorsa, insanlığa huzur getirmesi gereken yollarının imha edilmesi anlamına gelmez mi?
Ne yazık ki, dünya yaşamını belirleyen ve tüm yaşamlara bilgi belge teknoloji bilim ahlak adalet ve insanlık taşıyan araçların direksiyonu, vitesi ve kullanım hakkı belli ellerde olunca, insanlığın huzurdan uzaklaşması da doğal yaşamın dinamikleri haline geliyor(!)İnsanlığın huzurunun elinden alındığı bir yaşamda, hangi teknolojik gelişmeleri ona sunarak, yaşamı kolaylaştırmış olabilirsiniz ki? Geçmiş dönemlerde Tibet’e Trenin geleceği haberleri piyasada dolaşınca, şehirli bir esnaf, Tibet’in köylerinden tam 15 günde eşeğiyle Tibet’e gelerek mallarını satıp tekrar köyüne dönmesi 30 gün süren köylüye, Tibetli esnaf köylüye der ki, senin işinde kolaylaşıyor. Tren senin köylere yakın geçecek, o zaman bir gün içinde malzemelerini getirirsin hemen satar tekrar gelen trenle köyüne dönersin ve 29 gün sana kar kalır der. Bunu duyan köylü derin derin düşünmeye başlar ve morali bozulur. O zaman şehirli, hiç sevinmedin işin ne kadar kolaylaşıyor hemen köyüne dönüyorsun; böyle bir kolaylık nerede var deyince, köylü derki; benim huzurum gidiyor. Ben dağlardan ovalardan vadilerden nehirlerden aşarak geliyorum, evrenle iç içe yaşıyorum o kadar çok huzur buluyorum ki, o gördüğüm börtü böcek ve kuşlara hasret kalacağım, üstelik kalan 29 günde ben ne yapacağım, şimdi onunla ilgili yeni arayışlarım başlayacak, böylece benim huzurum gidiyor. Beyefendi benim huzurumu bozan bir teknoloji bana nasıl iyilik yapmış olabilir der.
Evet, çağımızda Nirvana’ya çıkmış olan teknoloji kötü emellerin kurbanı olduğundan, insanlığın huzurunu bozmaktan ve insanlığını elinden almaktan başka bir iş görmüyor. Böyle bir süreç ne yazık ki, yaşamlarımızın her hücresine dokunmaktadır. Başta söylediğim gibi, bu imkanları tekelinde toplamış olanlar her türlü ayrım ve ayrıcalığı insanlığın faydasına diye sunarak, insanları birbirinden uzaklaştırmışlardır. Birilerinin lehine olan pozitif ayrımcılık birlilerinin aleyhine oluyorsa, orada insanlığın kurtuluşuna sebep olacak bir reçete ortaya çıkmayacaktır. Böyle bir gerçeklik ortadayken insanlığı bu şekilde ayrıştırarak onlara huzur ve mutluluk getireceğini söyleyenlerin hepsi yalan söylemekle kalmıyorlar, bu uygulamayı başlatanlar adına insanlığı yok etmek için bir aparat görevi üstleniyorlar. Bu aparatların değişik şekil ve modellerini kendi ülkemizde de görmek mümkündür. Bunlara en açık örnek, cinsiyete dayanan pozitif ayrımcılık oldu.
Neredeyse bilmeyen kimsenin kalmadığı,6284 diye bilinen bir kanun var. Bu kanun Batıya uyum sürecinde, ataerkil bir ortamda kadını erkekle eşitlemek adına ortaya çıktığı söylenirken, aile yaşamını doğrudan hedef aldığına kimse bakmaz. Oysa bu kanun doğrudan doğruya erkekle kadın arasındaki gerilimi ve çatışmayı üst seviyeye taşıma amacında bir kanundur. Kadınla erkek arasında evde bir olumsuzluk yaşandıysa, kadın durumu hukuka taşıdığı zaman, erkeğin mahkemeye delil araştırıp getirmesine gerek kalmadan, kadının söylem ve beyanları esastır, ilkesinden hareketle, erkek doğrudan potansiyel suçlu olarak kabul ediliyor ve mahkeme bu ilkeye göre devam ediyor. Buradaki yıkımın temelinde ne olduğuna bakarsanız, hemen karşımıza cinsiyete dayanan pozitif ayrımcılık çıkar. Oysa bu kanunu ortaya koyanların çok iyi niyetli olduğu, kanunun kadınların ezilmesini önlemek için yapıldığı anlatılır. Nasıl bir iyi niyet ki bütünü parçalamada bir motor özelliği görüyor.
Allah, zina olayında dört şahit ve gözle görülmesini esas alırken, kimsenin görmediği bir ortamda kadın ile erkek arasında geçen bir olumsuzluk sonrasında kadın, bu bana tecavüz etti ya da tacizde bulundu dediği zaman, kadınının bunu kanıtlamasına gerek yok, erkeğin kendisini temize çıkarması için çok hem de çok delile ihtiyacı var, erkek böyle olmadığını kanıtlamak zorunda, yoksa kadın ne demişse o geçerlidir. Bu da kadını korumaya yönelik olduğu söyleniyor. Hakikaten bu güçler o kadar küçük beyinleriyle bu dünyaya düzen vermeye kalkıyorlarsa, ezilmek sindirilmek insanlığın genel sonu olacak demektir.
Allah, hep adaleti gözetiyor, onun için de kimse halinden şikâyet etmiyor, âmâ dünyayı düzene koymak isteyen ifsat şebekelerinin amacı her tarafı kirletmek olduğu için, yaratılış fıtrat kodlarıyla bir türlü uyum sağlayamıyor.
İnsanları doğrudan hedef alan ve onları imha etmeye yönelik çalışmalar, temel insan öğesi üzerinden yapılmaya başlandıysa, insanlığın vay haline o zaman…Renkler üzerinden, etnik kökenler üzerinden yapıldı ve yıllarca ABD’de Siyahiler insan muamelesi görmedi, hatta toplu taşıma araçlarındaki tabelalar,” Zenciler ve köpekler binemez diyordu. Yakın tarihimize kadar Kürtlere, Suriye’de vatandaşlık kimliği verilmiyordu. Bu süreçler çok ayrıştırıcı ve gözle görülen yanlışlar olduğu anlaşıldı ondan dolayı bu ayrımların yerini tüm insanlığı etkileyecek bir başka adıma bırakması kaçınılmaz oldu, o da Cinsiyete dayanan pozitif ayrımcılık…Bu ayırıcı özellik hem kadınların uyarılmışlık güdülerine hitap ediyor, diğer taraftan ezilmişlik yanını iyileştiriyor, erkeklerin zalimliğini ve doğuştan güce dayanan saldırganlığını ortadan kaldıracağı inancıyla, kadınlar tarafından şartsız kabul gördü. Kadınların bir cinsel figür olarak yaşam alanında her zaman etkileyici bir uyaran olmasını isteyen erkekler tarafından da alkışlandı. Sonrasında yaşam alanımız cehenneme döndü. Bu cehenneme odun taşıyan ve o cehennemin alevlenmesine yol açanlar çıkmışlar şimdi bu nasıl oldu demeye başlamışlar. Nasıl böyle oldu diyenlerin bu şaşkınlık ve tuhaflarına gidişini söyledikleri tedirginlikleri, sakın kimseyi aldatmasın…Çünkü onlar zaten işlerin bu sürece girmesi ve böyle hızlı bir trendle yol alması için proje uygulayıcıları olarak belirlenmişlerdi. İnsan kendi uyguladığı projenin getireceği ve götüreceğinin hiç hesabını yapmaz olur mu?
Nasıl bir değişimin içinde olduğumuzu, değişenler kolay kolay anlamazlar, ancak bu değişim programlarının tescilli görevlileri nereye geldiğimizi çok iyi bildiklerinden, geldiğimiz nokta onların da küçük dillerini yutmasına neden olduğu için, bugün gündem yaparak sizlerin gazını almaya çalışıyorlar. Çünkü içinize dolan gazların nasıl patlayacağını siz bir bilseniz, bu davranışların çok yetersiz olduğunu göreceksiniz. Yani diyeceğim o ki, insanların doğal yaşam akışlarını belirleyen fıtrat kodları değiştirilmek istendiği zaman, insanlık bir daha çıktığı raya girme şansını kaybedecektir. Raydan çıkmış insanlığın sonu hüsran olacaktır. Henüz raydan çıkmış yaşamlar olsa da raylar sökülüp kaldırılmadığı için o raylarda yol alma imkânımız hala var…Ancak biz yol aldıkça arkamızdan gelenler rayları sökerek geliyorlar, geçtiğimiz yolda ray olmadığını bizlerin uçarak o noktaya geldiğimizi bize anlatarak daha fazla kandırmaya devam ediyorlar.
İnsanı oluşturan iki ana unsuru birbirinden kopardığınız zaman büyük planların uygulaması o kadar kolaylaşıyor. Ülkemiz insanı bu korkunç tuzağı o kadar kabullenip içselleştirdi ki, huzura ulaşmak için huzurundan oldu. Nasıl bir huzur aracı ki, sizi sizden ediyor ama size çok güzel kendine güvenen özgürce yaşayacağı ortamları sunacağını anlatarak sizi imha ediyor. Tesiri çok büyük yıkımı o kadar kötü olan bu anlayış nasıl insanların yaşamlarında karşılık bulabiliyor dersiniz. İnsan kendi huzur kaynağını bulandırdığı zaman, o bulanıklığı başka ellerin durulaştıracağını sandığı müddetçe, kandırılmaya ve huzurundan olmaya mahkumdur. Tibetli köylü gibi bize mutluluk kolaylık getireceği ve bizi koruyacağı anlatılan uygulamaların, sonrasında yaşatacağı travmaların ne olacağını hesaba katmazsak, düşünebilme ve idrak mekanizmalarımızı yok edeceğiz. Onun içindir ki, insanların rahatı huzuru ve mutluluğu için çabalıyoruz diyenlerin bu çabalarının karşılığında ne kadar erozyona uğradığımıza bir bakalım, şayet toprak kayması gibi kendimizden uzaklaşarak sürekli dağılıp okyanuslara taşınan kara parçaları gibi dağılıyor ve sonrasında parçalarımızı bulmaları için bizi parçalayanların elindeki imkanlara bel bağlıyorsak, yakın gelecekte hiç olmayacağımızdan kuşkunuz olmasın derim…
İnsanın yegâne kurtuluş reçetesi, kendisini kurtarmak için var olduğunu söyleyerek huzur mutluluk ve refah seviyemizi arttıracaklarını iddia edenlerin bu söylemlerine kulaklarımızı tıkayarak onlardan kurtulursak, belki yeniden kendimize gelme imkânı ve ortamı bulacağız. Aksi durumda son nefesimizi nasıl alacaklarının hesabını yapamayacağız.
Aile yapılarımızın, ciddi bir çöküşün enkazında yer alacağı günlerin arifesine geldik. Ancak hala toplum olarak bu mu, o mu yoksa batıya özgü bir model mi gibi boşboğazlıklarımızın kurbanı olarak her geçen günümüzü heba ediyorsak, heba olan günlerin içinde yaşayanların güçlenerek oradan çıkacağını sanmayalım. Öncelikle her ferdimiz kendisi olsun, sonrasında kendisi olan fertlerin birlikte oluşturacağı bizde buluşalım; ancak o zaman gelen sellere karşı bir barikat olabiliriz. Akan selin önüne atılan her taş o suyun içinde yok olur gider. Ancak bir blok halinde selin karşısına çıkanlar, suyun şiddeti ne olursa olsun onu durdurabilir. İşte, bizler bu tarz bir duruş ve dirilişle ancak bu yıkım sürecini atlatır ve gelen selleri lehimize çevirip onları farklı alanlarda kullanabilecek duruma geliriz. Benim temennim bizlerin bunu idrak edecek ve gerekli tavrı koyacak donanımlarımızı henüz kaybetmediğimizden bunların üstesinden gelebilecek güçte olmamızdır…
Ancak özgür fert, örgütlü biz ile, bundan sonra toplum olarak var olabiliriz, aksi durumda küresel ifsadın içinde savrulup gideceğimizden kuşkunuz olmasın…Dünyanın yeni koordinatları bu ifsadın kasıp kavuracağı rotaya göre biçimlendirildi. Ulusal kimlikler, bölgesel kültürler, yerel yaşamlar gibi farklılıklarımız kaybolmak üzere…Renkler tek oluyor. İki ayırıcı unsur var bundan sonra, sebebi ise kolay parçalamak yönetmek ve gerektiği zaman yemek için…Cinsiyete dayanan pozitif ayrımcılık…
Makalemi sonlandırırken selam saygı muhabbet ve iyilik Dileklerimle, size söylediğimi bir gün anlayacaksınız…
Kalın sağlıcakla….
Erol KEKEÇ/19.06.2023/13.52/Namazgah/İST
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.