- 195 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Beyaz Melekler 12. Bölüm
22.05.2000 Pazartesi günü sabah güneşi yavaş yavaş doğarken beni Turuncu Tırtılda bekleyen Lokman Hekimin yanına gidebilmek için tüm gayretimle yürüyordum. Bayındır Hastanesinin zemin katını nefes nefese, düşe kalka geçiyor, bayılmamak için gücümün son zerrelerini kullanıyordum. Bende korkuya ve ürpertiye sebep olan zemin katı nasıl geçtiğime şimdi bile hayret ediyorum. Çünkü Doktor Ercan’ın beni sinsice takip ettiğinden ve bana yapacaklarından habersizdim.
Doktor Ercan’ın saldırısı beni şoka sokmuştu. Zayıf düşmüştüm ve takatim kalmamıştı. Ama her şeye rağmen onu bertaraf edip arabaya kadar gelebilmiştim.
Lokman Hekim halimi görünce sürücü koltuğundan telaşla kalktı. Yüzüm gözüm kanlar içerisindeydi. Torpidoya doğru hızlıca gitti ve temiz bir bezle yüzümdeki kanı sildi. Şimdi kendimi daha iyi hissediyordum. Lokman Hekimin basit ama etkili müdahalesi işe yaramıştı.
Yine de bedenimdeki çöküşün o da farkındaydı. Ön koltuğa oturduğumda derin bir nefes aldım. Lokman Hekim kuşkuyla bana bakıyordu. Ona iyi olduğumu söyledim. İkinci Bahar Huzurevine kadar dayanabileceğimi söyledim. Yanımda gelmiş geçmiş en iyi tabibin olması bile bana güven veriyor, bedenimdeki düşkünlüğe bir nebze olsun güç katıyordu. ‘Birkaç güne kendine gelirsin.’ Dedi. Bana gülümseyerek bakıyordu. ‘Sadece güçsüz düştün. Üstesinden geleceksin.’ Dedi ve elimi sıktı.
Yolculuk boyunca gözlerimi kapattım ve uyumaya çalıştım. İçimi kaplayan mutluluk, bir hayatı kurtarmanın gururu da bana güç veriyor, ruhumu besliyordu.
Turuncu Tırtılın kuru öksürüğü andıran motor sesi sustu ve araç hafifçe sarsılarak durdu. Sonunda İkinci Bahar Huzurevine gelmiştik. Tükenmiştim ve adım atacak halim yoktu. Durumumu, Melek Bilen’in Bayındır Hastanesinin acilinde gördüğüm zamanki haline benzettim. O gün Melek Hanım da bitkin ve tükenmiş görünüyordu.
Verandanın merdivenlerini çıkarken Lokman Hekim koluma girmişti. Bayılmadan orayı geçmeyi başardım. İçeri girdiğimizde içimi ısıtan kırmızı ve yumuşak halının, canlı birer resim gibi görünen duvar kağıtlarının, güzel kokuların farkına varabilecek halde değildim.
Beni hemen bir sedyeye yatırdılar. Gözlerim ara ara açılıp kapanıyordu. Sedyenin gıcırtısını duyabiliyordum. Çok uzun bir süre sedyeyle gitmişim gibi geldi. Sonra Sema Akbuğa’nın sesini duydum. ‘Neden bu kadar geç kaldınız?’ diye sordu. Lokman Hekim ‘Sanırım bazı aksi durumlar oldu.’ Dedi.
Sema Hanım ‘O doktor. Adı Ercan’dı yanılmıyorsam. O mu aksilik çıkardı?’ diye sordu.
Lokman Hekim bilmiyorum der gibi Sema Hanıma baktı. ‘Neticede dönmeyi ve mucizeyi gerçekleştirmeyi başardı.’ Dedi.
Beni hemen müşahede odasına aldılar. Orada ne kadar kaldım bilmiyorum. Müşahede odasında modern tıbbın adını ve yöntemini dahi bilmediği bir şekilde tedavi gördüm.
Gözlerimi açtığım anda önce bir boşluktaymışım gibi hissettim. Yaşadığım her şeyden münezzeh olduğum birkaç saniye o boşlukta asılı kaldım. Başımı hafifçe kaldırdığımda karşımda Lokman Hekimi, Sema Akbuğa’yı ve Salih ve İhsan kardeşleri gördüm. Sessizlik içerisinde bekliyorlardı. Kendimle hiç bu kadar gurur duymamıştım. Bana vadedilen on dokuz hayatın on sekizini kurtarmış olma düşüncesiyle ürperdim.
Yatağımdan doğrulmak için ellerimi kullandım. Dik bir pozisyonda oturdum. ‘Sanırım ölmedim.’ Dedim.
Sema Hanım gülümseyerek ‘Hayır.’ Dedi.
Salih her zamanki tavrıyla ‘Bizi hatırladığına göre Alzheimer da olmamışsın.’ Dedi ve güldü.
Diğerleri de ona katıldılar.
Bu gülüşmeler çok uzun sürmedi. Çünkü son bir mucize için hazırlanmam gerektiğini herkes biliyordu. Beyaz Melekler Cemiyetinde melekler yardıma muhtaç, her bir iyi insan hayatı için sürekli mücadele verirdi. Benim mücadelem de henüz bitmemişti.
Son mucizemi de sorunsuz gerçekleştirip hakkımda verilecek kararı bekleyecektim. Belki benim Beyaz Melek olarak kalmama karar verilirdi. Ama ben bunun için artık çok yorgun ve bıkkın bir haldeydim. Bay Baki Kalır’ın. “Ben en çok yağmurlu havaları severim. Hep yağmurlu havalarda gederim.’ Demesi geldi aklıma. Belki ben de onun yapacağı gibi
İkinci Bahar Huzurevindeki işimden feragat edip başka mucizevi şeylerle uğraşabilirim.
Yatağımdan kalkmam için Salih ve İhsan’ın yardımını aldım. Odadan çıkıp güçsüz adımlarla kırmızı ve yumuşak halıda yürümeye başladım. Dışarıya çıkıp verandada oturmak ve biraz olsun kuş seslerini dinlemek istiyordum. O an için insan olarak ve Beyaz Melek olarak yapabileceğim her şeyi yapmanın tatmin hissini en derinden hissetmek itiyordum. Bu benim benliğimin aradığı ve bir türlü bulamadığı bir tatmin noktasıydı belki de.
Salih ve İnsan beni verandadaki sandalyeye oturtturdular. Onlara teşekkür ettim. Yalnız kalmak istediğimi hissetmiş olmalılar ki bana veda edip ayrıldılar. Gözlerimi kapadım ve derin bir düşünce haline geçtim. Aradığım şey tam da buydu. Sessizlik, sakinlik, hesap vereceğim bir şeyin olmayışı bana bir merhem olmuş ve ruhumdaki nefsani yaraları kapatmıştı.
Artık kendimi insan nefsinden çok uzakta hissediyordum. Bir kabuğu kırmış, yeni bir benliğe sahip olmuş gibi durulmuştum.
Gözlerim kapalı bir şekilde dakikalarca bekledim. Duru, sakin ve güneş ışıklarının birer inci tanesi gibi yansıdığı bir suyun yüzeyindeymiş gibi huzur içerisindeydim. Yüzümü tatlı tatlı yalayan rüzgârı, yaprakların hışırtısını, huzurla öten kuş seslerini dinledim.
Sonra zihnim elimden olmadan Doktor Ercan’la yaşadığım son olayı hatırlamaya başladı. Soluk mavi kapıdan geçip Turuncu tırtıla gitmek için son gücümle yürüyordum. Koridoru yırtan bir şaplama sesini duyduğumda irkilmiştim. Başımı çevirmeye kalmadan Doktor Ercan stetoskopunu son sürat kafama, yüzüme, nereye denk getirirse vurmaya başlamıştı. Sakinliğimi koruyarak kendimi savunma pozisyonuna aldım. Bir müddet saldırılarını savuşturdum. Fakat Doktor Ercan durmayı düşünmüyor, beni öldürmek için tüm gücüyle kafama ve yüzüme vurmaya devam ediyordu.
Saldırısına devam ederken Stetoskop parmaklarımın arasında kaldığı bir an oldu. Elimi yumruk yaptım ve stetoskopu sertçe kendime çektim. Doktor Ercan benden bu manevrayı beklemiyordu. Çünkü gözlerindeki bir anlık şaşkınlıktan bunu görmüştüm. Stetoskopu sertçe çekmemle onu koridora fırlatmam bir oldu. Doktor Ercan bir an zavallı ve çaresiz bir insan gibi göründü. Korku filmlerinin acımasız yaratığının çaresiz kaldığı andaki gibiydi. Fırsat kolluyor ve rol yapıyordu. Tam da düşündüğüm gibi o zavallı ifade yerini bir canavarın bakışlarına, çaresizliği saldırganlığa dönüşmesi çok kısa sürmüştü. Gırtlağıma doğru atıldı ve beni boğmak için tüm gücünü kullanmaya, dişlerinin arasına aldığı dilini ısırmaya ve beni hayattan koparmak için elinden geleni yapmaya başladı.
Ellerimi güçlükle bileklerine oradan da yüzük parmaklarına kaydırdım. Bana verilen doğaüstü güçle yüzük parmaklarını kavradım. Gözlerimi kapattım ve takatimin son zerresini onu bir daha kurtulamayacağı bir çaresizliğin, kaybolmuşluğun içerisine atmakta kullandım.
Ona yaptığım şeyi aklımın ucundan dahi geçirmemiştim. Ruhundaki tüm kötülüğe rağmen böyle bir şey olsun istememiştim. Ama o yaptığım şeyi hak etmişti. Neticede onun zihnine değiştiremeyeceği bir müdahalede bulundum.
Ercan bir anlık elektrik akımına kapılmış gibi ellerini benden çekti. Sonra donuk bakışlarını hastane koridorundaki bir lekeye dikti ve öylece kaldı. Başımı kaldırdım ve yorgun gözlerle ona baktım. Yeni yeni doğan güneşin doğayı sevgiyle ve özlemle kucakladığı sabahın o ilk anlarında insana bir anda gelen derin dinginlik halindeki gibiydi. Önce sakince nefes almaya başladı. Sonra başını iyice öne eğdi ve kapatılan bir robot gibi kıpırdamadan öylece durmaya başladı. İçinde yanan ve onu büyük bir yıkıma sürükleyen Tanrıyı oynama isteği artık sönmüştü. Ne bu isteğini ne de başka türlü kötü isteğini artık hatırlayamayacaktı.
Doktor Ercan bir daha hiçbir şeyi hatırlamayacak, doktorluk yapamayacaktı. Hayatının sonuna kadar Alzheimer olarak kalacak ve öyle de ölecekti.
Nitekim öle de oldu. Kadir’i koma evreninden kurtardığım günün sabahında ona dokundum. Bana stetoskopuyla acımasızca vurduğu sırada onu yüzük parmaklarından kavradım. Zihnine derin bir yolculuk yaptım. Onun bilinç altında sakladığı kötü dünyaya şahit oldum. Ve geçmişle kurduğu bağı kopardım.
Ercan Karacan ona dokunduğum günden 2022 yılına kadar bir huzurevinde yaşamına devam etti. 02.06.2022 günü diğer tüm fani insanlar gibi öldü. Bildiğim kadarıyla ölmek üzereyken onunla ilgilenmeye gelen doktorun stetoskopuna derin derin bakmış. Asıl garip olan ise ellerini kaldırarak doktorun boynunda asılı duran stetoskopa uzanmak istemesiymiş.
Sanırım ölmeden önce herkesin niyet ettiği ve bir türlü başaramadığı şeyler gözlerinin önünden bir film şeridi gibi akıp geçiyor. İnsanlara dair güzel anılar, sevdiği ya da nefret ettiği şeyler, insanın benliğinde yer bulan birçok anı, ölüme ramak kala, bir idam mahkumunun son isteğiymiş gibi gözlerinin önünden sadece bir anlığına akıp geçiyor. İşte Ercan Karacan’ın hayat hikâyesi de belki de anlattığım gibi böylece son buldu. Önce doktorun boynunda asılı duran stetoskopa uzanan elleri sedyeye düşmüş, sonra kötülük akan gözlerini kapanmış ve Doktor Ercan Karacan’ın çok sevdiği yeşil ekrandaki tek çizgi ile hayatı son bulmuştu.
Uzun ömrüm boyunca tanıdığım insanların ölüm haberlerini aldım. Bu duruma alışmam çok uzun zamanımı aldı. Belli bir zaman sonra ise tanıdığım herkes öldü. Kimi normal sebeplerle kimi kaza ya da hastalık sonucunda. Beni derinden etkileyen en kötü ölüm haberiyse sanırım Almila’nın ölüm haberini almam olmuştu.
Bir yerde okumuştum. Bir cisim bir noktadan başka bir noktaya fırlatıldığında matematiksel olarak güç uygulanan yere asla düşmezmiş. Şöyle ki cisim fırlatıldığı nokta ile düşeceği nokta arasındaki mesafenin önce yarısını geçer. Sonra kalan yolun yarısını geçer. Sonra yine kalan yolun yarısını geçer ve bu durum matematiksel olarak sonsuza kadar sürer. Sonuç olarak o cisim matematiksel olarak asla fırlatıldığı yere varmaz. İnsan hayatını ve insan benliğini fırlatılan bir cisim gibi düşünürsek; o cismin bir noktada düşecek olması insan hayatını, o cismin düşeceği yer ile fırlatıldığı yerin arasındaki mesafe insanın benliğini ifade eder. İnsan hayatı yeşil ekrandaki tek çizgi gibi geçicidir. İnsan benliği ise kalıcıdır. Benim benliğimde Almila için her zaman yer olacak.
İnanıyorum ki ölsem de bana farklı ve üstün bir görev verilse de benliğim sonsuza kadar yaşayacak. Bu durum bana yaşamanın doyum noktasına geldiğimi hissettiriyor. Son görevimi de yerine getirip hakkımda verilecek kararı bekleyeceğim. Evet bir insan olarak ya da bir Beyaz Melek olarak yaşamaya doymuş hissediyorum.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.