- 294 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İNSANDAN İNSANA AKAR HUZUR KIVILCIMLARI
“Sükûn bulup huzura ulaşasınız diye sizi yarattığımız özden size eşler yarattık…”
Rabbimizin bu ayeti ile yaşamlarımız arasında nasıl bir ilişki var diye gerçek yaşama baktığımızda, hayatlarımız tarumar olmuş ancak hala kendimizi fildişi kulelerde görüp oradan aşağı inerek halimizi görmek istemiyoruz. İnsan o kadar kendi özünden uzaklaştı ki kendini bulan ve kendi özüne uygun yaşayanlara helal olsun demek düşüyor bize…
Bir türü meydana getiren iki ayrı parçadan oluşan bir bütün olduğumuzu, sanıyorum kavramadık. Dişiyi kendi başına yaşayan bir varlık, erkeği kural dinlemeyen bir yaratık olarak görmüş olmalıyız ki, iki parçayı ancak bu kadar birbirinden koparma çabası içinde olmalıyız. Yeryüzü, insan olunca değer buldu, insan yoksa yeryüzünün ne anlamı olabilir ki! Geçmiş makalelerimde dişi ve erkeği su ile toprak karşılaştırması yaparak açıklamaya çalışmıştım. Benim, Allah’ın Kitabı Kitabul Hikmetten anladığım, böyle olduğu kanısını bende uyandırdı. Toprak bir yatak, yuva tüm varlığın tohumunu orada barındırmasına rağmen, onları hayata kavuşturma gücüne sahip değildir. Onları canlandırıp yaşam alanına taşıyan sudur. Su olmadan toprak ne kadar verimli olursa olsun, hiçbir ürün ortaya çıkaramaz. Ama su ile karışımından kâinat oluşuyor. Mikro kozmos insanın varlığı da kâinatın bir örneğidir. Bu örneği anlamayan ve bundaki ayrıntı ve inceliklerden aciz varlıklar kâinatın işleyişini nasıl anlayabilirler ki!
Yeryüzü o kadar kirlendi ki, tağutlar haydutlar hakikati yamulttular ve kendilerini yeryüzünün tek hâkim gücü olarak adlandırdılar. Bunların belirlediği sınırlar içinde, o çerçevenin dışına çıkmadan onların istediği gibi bir hayatı oluşturma çabamız anlamsız bir korku senaryosuna döndü. Bu korku senaryosunda rol alan karşı cinsler, birbirini düşman bilerek, senaryo içinde kendilerine verilmiş ve biçilmiş olan rollerini canhıraş bir şekilde oynama gayreti içine girdiler. Sonrası malum, dağılmış bir yaşam, sonunu hızlandıran varlıklar, nefret ve kin üzerine oturmuş bir gelecek, hırs arzu ve isteklerden oluşan hayat listesi içinde bocalayan, kendinden uzaklaştıkça kendisini bulacağını sanan, beyinleri atalete uğramış bilinçleri kırılmış, algılama ve anlama yetileri iflas etmiş, muhakeme kabiliyeti bombalanmış insan diye isimlendirilen kof varlıkların anlamlı yaşam mı kuracağını sanıyoruz. Bu saydıklarım insanın kendinden kopuşunun görünen nedenleri…Bu kopuşta her ne kadar tağutlar, belli plan ve programları uygulayarak bir imha sürecini sürdürmüş olsalar da toprak buna uygun olmamış olsaydı, onlar bunu başaramazlardı. Ancak belli bir noktaya kadar gelmede başarılıdırlar. Bundan sonraki süreçte ne kadar başarılı olup olmayacaklarını, insanın kendine dönüşü ve mutlak hâkimin doğrudan yaşama müdahalesi ancak belirleyecektir. İnsan dirilip kendine gelir ve insani kimliği ile yeryüzündeki önemini kavrayarak toprak ile suyun birleşiminden verimli bir üretim gerçekleşirse, yaratan insana süre verecek, ancak öyle bir dönüşüm ve yönelim olmazsa hem tağutlar hem de bizler için hüsran olan bir sonla karşılaşacağız.
İki süjeyi insan olarak ele alıp öyle görmek istiyorum. Ancak yeryüzü evreninde dişil süje genellikle bir nesne olarak ele alınmış, erkek ise belirleyici bir süje hatta yaşadığımız evrenin tek belirleyeni olarak görülmüş, öylece yaşadığımız evren planlanmıştır. Bu süreç zaman ilerledikçe hastalıklı ortamların genişlemesini sağlamış ve giderek evrenimizi kuşatan nefes almakta zorlandığımız bir sera tabakası gibi yaşam alanımızı sarmalamış. Bu sera içinde kalan varlık insanın, iki parçası da aşırı gerilimlerden ve yaşadığı anlamsız mücadeleden etkilenerek birbirini kemirecek duruma gelmiştir. Aslında insanı yok etme planları bizi bu sarmalla kuşattıkları zaman başlamış oldu. İnsan bu sarmalın içinde olmasına rağmen bunun farkında olmadığı için kendini tamamlayan parçasını kendinden kopararak yaşayacağını ve daha anlamlı bir yaşam süreceğini sanmıştır. Ne yazık ki, birbirini itici iki farklı canlı gibi gören parçalar, kendi çıkmazlarının içine girerek mutlu bir hayatı düşleyen ama asla ulaşamayacakları bir düşün peşinde parçalanmaya başladılar. İnsanı bu mağaradan çıkaracak olan aydınlık yine kendi içindeki ruhun aydınlığına kavuşmasıdır. Ruhun aydınlığında yaşadıkları evreni tahlil ederlerse yeniden bir başlangıç yapabilirler. Aksi halde insan, içine girdiği bu sera içinde nefessizlikten bunalarak patlayacaktır.
Dünya ve içindekilere sahip olma ve sahip oldukları ile varlık evreninde bir değer kazandığını sanan varlık, kendisi için en büyük tuzağı kendisi kurmuş olur. Çünkü insanın değeri Ruhun uçsuz bucaksız kendi arayışıyla ancak anlam bulur. Bedenin hazlarını arttırmak ve onun daha kolay yaşayacağı imkanlara ulaşması, onun değerini belirlemez. Sadece insan sahip olduğu nesnelerle bütünleşerek onlarla kendini tanımlamaya başlar ki, bu durum insanın bir özne olmaktan çıkıp nesneye dönüşmesinin adıdır. Nesnelerin nerede ne zaman özneden daha üstün olduğu görülmüştür. Lokomotif olmadan arkasına takılan vagonların çok değerli olduğunu söylemek nasıl ki onları değerli kılmazsa, insanın kendisi olmadan, elde ettiği kazanımlarıyla değerli olacağını sanması da böyledir.
Bundan dolayıdır ki, öncelikle insanın evrendeki yeri ve değerini bilmek zorundayız. Evrenin bile anlamlı olup olmaması insanın idrakiyle ilgilidir. İnsan evreni anlamadan kendinin özne olup olmadığını bilemez. Aşık Veysel’in deyimiyle,” Güzelliğin on para etmez bu bende ki aşk olmasaydı. Yani algılayan bir özne varsa kâinatın anlamı ortaya çıkıyor. İşte, insan kâinatın anlamını anlayan tek varlık yeryüzünde…Ancak insanın bu değerini ondan alarak onu bir nesneye dönüştüren tağutların işlettiği çarklar arasında, insan eriyip giderken bunu fark ederek kendine gelmeyi düşünecek cesareti kaybettiği için bu günkü karanlıkların kurbanı olmuştur.
Ne yazık ki insanın önemli bir parçası olan ve insanı ortaya çıkaran tamamlayıcı unsura biçilen roller onu kendinden uzaklaştırıp, özgürlüğünü imha ettiği halde o özgürlüğüne kavuşmuş bir fert gibi ben buradayım sesime gel diyen kör ebe oyununda bir oyana bir buyana koşarak aradığını bulacağını sanmaktadır. Oysa aradığını zaten ondan alan sesime gel diyen tağutlar olduğunun farkında değil. Hafta sonu şehrin mağazalarını bir gezelim piyasada ne var acaba demiştik, gördüklerim karşısında hayal kırıklığı yaşamadım ancak gördüklerim benim tahminlerinin ötesinde insanlığın nesneleştiğini bana gösterdi. Mağazaların tamamı tıklım tıklım ve içindekilerin neredeyse yüzde yüzü dişil cinsiyetlerden oluşuyordu. Erkekler de var ancak onlar genellikle para ödeyen ya da eşleriyle oraya gelmiş olanlardı. Onlar sadece bir görüntüydü. Ancak tüketim dişillerin elindeydi. Böyle bir keşmekeşlik ve doyumsuzluk acaba neden olabilir, insanların geçmişte ulaşamadıkları isteklerine şimdi imkanları çoğaldığı için bilinçaltı patlaması mı yaşıyorlar diye düşünürken gördüğüm manzaralar öyle bir ihtimalin ancak yan ve etkileme yüzdesi düşük olan değişken olacağı izlenimini bende uyandırdı. Çünkü geçmişteki imkanlar sınırlı olduğu gibi alınacak ürünlerde sınırlı olduğundan böyle gecikilmiş bir istek patlamasının olması çok zordu. Ancak geldiğimiz noktadan baktığımızda, dişil cinsiyetin kaybolan kendisini bulacağını ona inandıracak çok ürün üretilmişti. Bu ürünlere sahip olduğunda kişi kendisi olacağını ve dışındakilerin kendisini fark edeceğini düşünüyor olabilirdi. Yani sahip olduğunu sandığı ürünler onun önüne bir tercih olarak konulmamıştı, onların hepsine ya da her birinden birine sahip olduğunda onları üzerinde göstererek, onlarla bir poz verip sosyal paylaşım sitelerinde onları paylaştığında ve ona gelecek beğenilerle daha bir fark edileceği inancı ona verilmişti. Bu duygularla değişik pozlar için değişik giyim kuşam alabilme çılgınlığı yarışına tutulanları gördüğümde, yaşam evrenimizin neredeyse tamamı nesnelerden oluşan varlıklara ev sahipliği yaptığını düşünmemek elde değildi. Bunları neden mi anlatıyorum, dişinin dünyası sahip oldukları ve olacakları ile kendisini tanımlayan bir nesneye ait olma kimliğiyle özetlenmişse, dünya zaten başımıza yıkılmış demektir. Yıkılan dünyanın enkazında aradığımız kendimizi ne kadar bulabiliriz dersiniz inanın onu ben de bilmiyorum…
“Başa döndüğümüzde, huzur bulup sükûnete kavuşup dinginleşmek için yaratılan eşler” Huzuru yeryüzü canavarlarının ürünlerine abonman olmakta buluyorsa, erkeği de elbet bu cazibe merkezi olanlardan hangisi nefsinin hoşuna giderse orada bulacağından kuşkunuz olmasın. Böylesi çelişkiler ve sıradanlıkların insanın önemini ve değerini alıp götürdüğü bir yaşamda sizler huzuru bulamayacağınız gibi, sadece birbirinizin huzurunu bozarsınız. Erkeğin elindeki oyuncağı telefonunu almanız onun dünyasını allak bullak eder, kadının tüketim çılgınlığına bir sınır koymanız onu depresif yapar bu defa psikologlardan çıkamaz hale gelirsiniz. Yani kendinden uzaklaşanların huzuru aradıkları her ortam, insanın huzurunu bozmada bir o kadar etkili olmuş ve önüne geçilemez bir savrulmaya yol açmıştır. İnsanın insanlığının imha olduğu, seçebilecek ayırıcı kabiliyetlerin ortadan kalktığı bir zamanda, onun ancak bir nesneye dönüştüğüne şahit olursunuz. İnsan yuvarlanan bir nesne olmamış olsa, kendi hayatını ona zindan edenlerin, bu kadar söz sahibi olmasını düşünebilir misiniz? İnsanlığı yok edenlerin planları hiçbir engel gözetmeden yoluna devam ediyorsa, yaşadığını sandığımız ve süje olduğuna inandığımız insanın, kendisini yeniden sorgulaması kaçınılmazdır. Sürüler ancak bir yerden bir yere götürülür, oysa insan seçim yetkisine sahiptir, gider. Olumlu ve olumsuzluktan herhangi birini yapana sorsanız neden bunu yaptın, öyle, yaptım işte cevabını alıyorsunuz, bu örnek onun bir süje olmadığının kanıtıdır. Sokak röportajlarında çoğu zaman denk geldiğim bazı kareler oldu, mesela, herhangi bir dine inanıyor musun, bilmiyorum, öyle mi, yani, mesela gibi kısa ve anlamsız sözcüklerle geçiştirdiklerine şahit oldum. Bu örnekler düşünebilme kabiliyetini kaybetmiş ve kendisini yormak istemeyen yollara yönlendirilmiş gerçek nesneleşmiş varlıklara birer örnektir. Böyle basit ve sıradan yaşama sahip varlıkların kendisi için, özünden ona huzur verecek ve sükunete erdirecek eşlerin var edilmesi ne kadar anlam ifade eder ki! Dolayısıyla anlamsız hayatlar gerçeklerin yerine geçer, herkes bu anlamsızlıkları insanın olması gereken yaşamı gibi düşündüğünde, o zaman huzur sizin mıntıkanıza uğramaz. Evlilik olarak bildiğiniz yaşamların geneli birbirinden kurtulmak için gün sayar. Ne yazık ki, yaşadığımız ortam ve dünyanın yaşam olarak geldiği nokta buralar oldu.
Konumuzun başına döndüğümüzde tekrar ediyorum, susuz bir tohum gövermez, toprak olmadan tohum kök salmaz ve su rahatlayacak yere hasret kalır. Tohumdan insana can veren Allah’ım, bizim dağılmakta olan yaşamlarımızın gerçek nedenlerini bize gösterecek aydınlık ve onları doğru anlayacak hikmet, gerekli tavrı koyacak kararlılık, devam ettirecek güç, sebat edecek direnç, karşılaşacağımız zorluklara dayanabilecek sabır, her şartta hakka ve hakikate şahitlik edecek, iyiliği anlatıp kötülüklerden (olumsuzluklardan) uzaklaştıracak enerji bağışla. Yoksa bu karanlıklar bizleri tüketecek, Rabbimiz gelecek günlerimizin aydınlık yarınlarda çizilen haritalarda bir cazibe merkezi olacak yaşamlar olmasını sağla, bizlere acı ruhumuzu özgürleştir, ufkumuzu aç, bize katından bir rahmet bağışla, yeryüzünde tüm insanlığın kendilerine bakarak hayatlarını düzenleyeceği bir saat kulesi gibi abideleşen hayatlar bize bağışla…Göz aydınlığı nesiller ve emin ellere kapıların emanet edildiği güven temelinde huzurun fışkırdığı ortama bizleri kavuştur…
Selam ve muhabbetle kalın sağlıcakla…Devam edecek….
Erol KEKEÇ/13.06.2023/13.34/Namazgah/İST.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.