- 573 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
21.15 Treni Üzerine
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İskele Belediye Tiyatrosu Toygun Orbay’ın yazıp Sami Yakar’ın yönettiği “Bilen Kılıç”, “Mehmet Külçer” ve “Murat Sirhan”ın oynadığı; geri planda suflöz olarak “Ceren Boyacı”, Ses Efekte “M. Burkay Uzun”, Dekor Işıkta “Yalçın Arıcı”, Afiş Tasarımda “Ebru Kırmızı”nın görev aldığı “21.15 Treni” adlı oyunla bir tiyatro sezonunu daha kapattı.
Oyunun ancak son gösterimini izleyebildim. Bu oyun, daha birçok yerde, defalarca sahnelendi. Gerek yurt içinde ve gerekse yurt dışında seyircilerle buluştu.
İskele Belediye Tiyatrosu Sami Yakar’ın Genel Sanat Yönetmenliğinde çok başarılı projelere imza attı ve atmaya devam ediyor. Diyebilirim ki Karpas’da tiyatro eksikliği bu ekiple gideriliyor ve yıllarca bu ekip sayesinde bölge tiyatro sevgisini yaşıyor. Bu anlamda gerek Sami Yakar’ı ve gerekse ekibini taktir etmek gerekiyor. Tabii İskele Belediyesi’ni de unutmamak gerek. Çünkü her daim onlar da bu ekibe destek veriyorlar. Böyle olunca da bölgede tiyatro adına gerçekten güzel şeyler ortaya çıkıyor. Festivaller, edebiyat günleri, tiyatro günleri, şiir günleri, konferanslar… Edebiyat ve sanat adına aklınıza ne geliyorsa hayat buluyor.
Geçen Çarşamba gecesi ekibin sahneye koyduğu “21.15 Trenini” büyük bir zevkle izledim. Daha önce neden izlememişim diye kendime kızdım. Sağ olsun Sami Yakar hocam mesaj atıp “Hocam son oyunumuz, mutlaka izlemelisin, bekliyorum” deyince duramadım ve bütün programımı iptal edip oyunu izlemeye gittim. İyi ki de gitmişim. Gitmeseydim gerçekten böyle güzel bir oyunu kaçırdığım için çok üzülecektim. Diyebilirim ki son yıllarda izlediğim en zevkli, en güzel, en sürükleyici oyunlardan biriydi.
En başta, oyuncular çok başarılıydı. Bilen Kılıç’ın oyun gücünü zaten biliyoruz. Girdiği her rolün hakkını fazlasıyla veren bir oyuncu. Daha önce “Katil” adlı oyunda Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları oyunculuğu deneyimi de olan Kılıç benim nazarımda gerçekten usta bir oyuncu. Bu oyunda da harikalar yarattı desem hiç abartı olmaz.
Oyunun diğer başoyuncusu Mehmet Külçer idi. Külçer’i birkaç oyunda daha izlemiştim. Çok başarılı bir oyuncu. Ama bu oyunda Külçer, oyunculuğunda hit yapmış. Varabileceği en üst noktaya varmış desem hiç yalan olmaz. Çünkü çok başarılı bir performans ortaya koydu. Rolünün hakkını müthiş bir oyun gücü ile verdi.
Külçer, bu oyunda adeta bir filozof edasındaydı. Sözler ağzından her çıkışında bizlere bir şeyler veriyordu. Bizleri alıp başka yerlere götürüyordu. İzleyenlere adeta hayat dersi veriyordu. Hiç acele etmeden, heyecanlanmadan, sakin bir eda ile mesajlarını ustalıkla gönderiyordu; “Ben hep buradaydım. Hep bekliyorum. Aslında farkında değilsiniz ama siz de hep buradaydınız. Hem niye bu kadar yakınıyorsunuz ki!...Beklemek kötü bir şey değildir...” diyerek hayatta insanın bir şeyleri beklemesinin kötü olmadığını hatta bunun çok güzel olduğunu anlatıyordu.
Hayat dersi vermeye devam ediyordu: “eyleminizi doğru dürüst üstlenmezseniz, ereğinizi de, kendinizi de var edemezsiniz. Özgürlüğünüzü kullanmazsanız, ya da zamanında kullanmazsanız, var olamazsınız. Özgürlükler ertelenmez hanımefendi. Olsa olsa harcanır...”
“ Yaşamak büyük bir sorumluluk üstlenmek demek. Her yaptığınızın, her attığınız adımın hesabını verebilmek kendinize... Eyleminizi seçebilmek... Unutmayın, eyleminden pişmanlık duymak, en büyük alçaklıktır.”
Tüm bunların ardından insan yaşamını öyle ustalıkla özetliyor ki, insan yaşamının ev ve iş arasında ölüme kadar nasıl geçtiğini bilgece dile getiriyor. Hayran kalmamak elde değil: “İşte oralarda betondan binlerce kutucuk göreceksiniz. Ev diyor insanoğlu bunlara. Her sabah, milyarlarca insancık, bu beton kutulardan çıkıp, teneke kutucuklara giriyor. Bunlar hareketli… Araba, kamyon, tren, her ne ise…Bu metal kutucuklar, onları başka beton kutucuklara götürüyor. Buralar ise, işyerleri, okullar, dükkanlar, hastaneler… Sonra ortalık kararırken, yine metal kutulara girip, sabah ayrıldıkları beton kutulara geri dönüyorlar. Sonunda, çok daha küçük bir kutu içinde gömülene dek, aynı ritüel sürüp gidiyor. Bütün bu döngünün amacının, daha geniş bir ev, yani daha büyük bir beton kutu olması anlamlı mı sizce?” diyor.
Oyun süresince bu hayat dersi vermeler sürüp gidiyor.
Oyun, bir tren istasyonunda başlıyor. Salona girdiğimizde sahne açıktı. Önde bankta bir yolcu oturuyor, ağzında bir pipo ve elinde bir gazete ile efekten verilen müzik eşliğinde gazetesini okuyor. Seyircilerin, yerleşip sessiz olmasından sonra oyun başlıyor.
Sağ taraftan eli valizle bir kadın görünüyor. Aceleci olduğu her halinden belli oluyor. Tek amacı var, bulunduğu şehirden bir an önce kaçmak. Bu da hangi araçla olursa olsun. Bu duyguya zamanla hangimiz kapılmıyoruz ki? Bulunduğumuz yerden alıp başımızı gitmek, başka diyarlara kaçmak… Anladığımıza göre en erken araç da 21.15 treni.
Kadın adama sorar; “21.15 Treni geldi mi?” adam “hayır, henüz gelmedi” deyince sevinir. Ama vakit geldiği için neden gelmediğine de şaşırmıştır. Oysa o trenin hiç gelmediğini ve gelmeyeceğini oyun ilerledikçe anlayacaktır.
Hayatta insan hep bir şeyleri bekler. Ömür, beklemekle geçer. Hep umuttur aslında yaşamak. Beklerken de umutlu olduğu için bulunduğu anın farkına varamaz insan. İçinde bulunduğu anı hep yok sayar, onun değerini bir türlü bilemez. İşte “21.15 Treni” bunun farkına varmamızı sağlıyor. İnsanın içinde bulunduğu anın değerini bilmesi gerektiğini, elindekilerle yetinmesi gerektiği düşüncesini vermeye çalışıyor.
Gerçekten de insan olarak elimizdekiyle asla yetinmiyoruz. Hep daha iyisini, daha irisini, daha güzelini ve daha fazlasını istiyoruz. Bu da zamanla hırsımız yüzünden hepsini kaybetmemizi sağlıyor. Gelmeyecek olan bir treni beklemek gibi geçiyor ömrümüz.
Murat Sirhan’a da değinmek istiyorum. Sirhan da yıllarca bu tiyatronun emektar oyuncularından biri. Kendini tiyatroda ispat etmiş bir oyuncu. Verilen her rolün üstesinden ustaca gelen bir sanatçı. Öyle ki ona göre küçük büyük rol yok. Her rol onun için önemli. Çünkü sanatta küçük büyük diye bir şey yoktur. Sanat sanattır…
Bu anlayışla hareket eden Sirhan oyunda treni hiç gelmeyen bir istasyonda aşkla ve şevkle görev yapan bir istasyon şefi olarak karşımıza çıkıyor. Üniforması, şapkası ve düdüğü ile dikkatleri çekiyor. İstasyonun her şeyi ondan sorumludur. Bakımı, tamiri, yolcuları, geleni gideni aklınıza ne geliyorsa ondan sorumludur. Ve o, bu sorumluluğunun o kadar bilincinde ki hiç gelmeyecek olan bir telefonu dahi büyük bir dikkat ve sorumlulukla bekliyor. Telefon çaldığı anda hazır olmalı ve koşarak ona cevap vermeli, o da istasyondaki yolcularına haber vermelidir. Oysa yıllarca ne bir telefon gelmiştir, ne de bir tren…
Oyun boyunca “Nasıl bitecek bu oyun?” diye düşünüyorsunuz. Ben de aklımda birkaç senaryo ürettim. Nasıl biteceği hakkında bazı yorumlarda bulundum. Ama ne yalan söyleyeyim hiç birini tutturamadım. Beklemediğim bir şekilde bitti oyun. Hayli ilginçti.
Artık onu da oyunu izleyerek öğrenirsiniz.
İskele Belediye Tiyatrosu’na başarılar diliyor, daha nice oyunlara diyorum.
Alkışınız ve ışığınız bol olsun…
İyi ki varsınız, iyi ki tiyatroyu bizlere sevdiriyorsunuz…
Hakan Yozcu
15.06.2023
Gazimağusa KKTC
YORUMLAR
Tiyatroya karşı hep yumuşak bir karnım olmuştur. Halbuki ne sahne tozu yuttum, ne de sahne arkasında bulundum. Yine de tiyator oynandığını görmek, insanların ilgi göstermesi, hatta ona kapılması beni çok mutlu ediyor. Aktardığınız oyun da ilgi çekici: Biraz Godot, biraz Anayurt oteli (hatta Zebercet'i andıran istasyon şefi), biraz Kafka'nın Şatosu... Güzel bir paylaşım olmuş. Saygılarımla.